Hat sanatının mütevazı ve mütevekkil üstadı Ahmed Fatih Andı söyleşimizin üçüncü bölümüyle huzurlarınızdayız.

İbrahim Ethem Gören: Sizi yesari olarak biliyoruz;

Ahmed Fatih Andı: Evet, öyleyim. Osmanlı`da 'yesari' denilen solak hattatlar vardır, ben de yesariyim. Yasari hattatlar talebe yetiştirmişler ama ben maalesef talebe yetiştiremedim.

Günümüz hattatlarından kimler dikkatinizi celp ediyor?

Pek çokları... Çok var yetişen hattat. Hepsi pırlanta gibiler. Dünyanın bir çok İslâm beldesinde Medine-i Münevere`de bile hattatlarımız var hamd olsun.

`height=

Sohbet ettiğimiz mekânda duvardaki yazılarınızın ebruları kime ait?

Ebrular Mustafa Düzgünman`a aittir. Yazılarımın etrafını ben yapıştırıp cetvellerini de kendim çektim.

Düzgünman ebruları çok güzeldir

Düzgünman`ın ebruları çok güzeldir. Ebruyu dünden bugüne taşımış önemli bir sanatkârdır. Zamanında Düzgünman`dan ebrular alırdım. Bunların bir kısmını da evlatlarıma verdim.

(Ahmed Fatih Andı Bey üstadımız sözün bu yerinde, eliyle, oturduğu koltuğun arka tarafındaki duvarda asılı bulunan celi sülüs besmele-i şerife tablosunu işaret ederek şunları söylediler:) Mesela bu ebru da onun Mustafa Düzgünman merhumundur. Hem siz şimdiye kadar böyle bir besmele görmüş müydünüz? Lütfen iyi bakınız. 15 gün uğraştım, yazıyı tashih ettim, kabartılarını kazıdım.

Uğur Derman da hat sanatıyla meşgul olur;

Evet, doğrudur, Uğur Derman yazıdan iyi anlar, çok çok iyi anlar ama yazamaz. Yazmak başka bir meseledir. Uğur Bey yazıdan da eski yazıdan da anlar.

Hamid Bey eski yazıların kime ait olduğunu bilirdi

Hocam Hamid Bey de eski yazıları bilirdi, imzası olmayan yazıların kimlere ait olduğunu tesbit ederdi. Bilirkişiydi. O yıllarda eski yazı alanlar, bir şekilde bulanlar Hamid Bey`e gelip yazıyı gösterir, kanaatlerini öğrenir, böylece Hamid Bey`in rehberliğinde alıp almamaya karar verirlerdi. Hamid Bey gerektiğinde yazıyı yalardı. Mürekkebinden de anlardı ne zaman yazıldığını;

Hamid Bey ayrıca sahte imzaları da bilirdi. Bir yazıyı görür görmez, 'bu sahtedir, bu asıldır ve falancaya aittir' derdi.

Bilirkişi demiştik değil mi az önce. Hamid Bey`i bu hususiyetinden dolayı mahkemelere de çağırır, görüşlerini alırlardı. Sahte yazıları, imzaları, resmi belgelerdeki tahrifatı tesbit ve tayin ederdi.

`height=

Hamid Bey`de eski yazılar var mıydı?

Nerede olacak? Kalır mı, bırakırlar mı? Alıp götürürlerdi hocamın yazılarını.

Fotoğraflardan gördüğümüz kadarıyla Hamid Bey`in yazıhanesinde Yesarizade`ye ait talik bir yazı, ayet-i celile olmalı: 'Elâ bizikrillahi tatmainnulkulû b.'

Evet, vardı öyle bir yazı.

Şişli Camii yazıları için neler söylemek istersiniz?

Hocamın Şişli Camii yazıları takdire şayandır. Şişli Camii`nin yazılarıyla çok uğraştı. Yazdı yazdı, bir türlü bitiremedi. Bir ara şakayla karışık olarak 'Tabancam olsa kafama sıkacağım' dedi. Camiinin giriş kapısının istifini bir türlü yerli yerine oturtamadı.

Hocam manevi yönü olan bir zattı. Yazıları bazen kendisine rüyalarında talim ettirirlerdi. Bu meyanda uykuyla uyanıklık arasında bir keyfiyette bulunurken, yazılarını uyku halinde de tefekkür ettiği esnada birden bire hocasının zuhur ettiğini ve 'istifi şöyle yap' dediğini anlatmıştı. Hocam, hemen uyanır uyanmaz kalemi eline almış ve istifi Nafiz Efendi`nin tarif ettiği şekliyle yerli yerine koymuştu.

Hattat Mahmut Şahin: Efendin, Kılıçali Paşa Camii`nde de benzer bir istif yer alıyor. Bu istif Demircikulu Yusuf`a aittir.

Ahmed Fatih Andı: Evet, bilirim o istifi. Şekli Şişli Camii`nin giriş kapısındakine benzer. Hocam, mezkû r yazıdan Şişli Camii`nin yazısını kemâle erdirdikten sonra haberi olmuştu. Hocam 'İyi ki o yazıyı görmedim, yoksa tesiri altında kalırım' demişti.

Şekil olarak benzer dedik amma, Hamid Bey`in yazısı ve istifi daha güzeldir, bunu bakmasını bilenler idrak edecektir.

Hamid Bey`in Şişli Camii`nin kubbe yazıları da aliyyül âlâdır. Caminin halılarının üzerinde sırt üstü yatıp 'Allahü nurussemâvâti vel ardı; ' diye sürüp giden, Hamid Bey`in kubbeyi tezyin eden istifini öylece seyredeceksiniz. Zevkine doyum olmaz.

Adını şu anda hatırlamayacağım, Sirkeci`deki bir camide de hocamın yazısı var. Orası için Nebe Suresi`ni yazmıştı.

`height=

Şişli Camii yazıları hususunda Halim Bey hocamı üzdü;

Hamid Hocamın, Halim Efendi ile Şişli Camii`nin yazıları için arası açılmıştı. Hamid Bey, cami derneğiyle yazılar için anlaştıktan sonra Halim Efendi de gidip teklif vererek işi Hamid Bey`den almaya çalışarak, 'Ben yazayım' demişti. Hâlbuki cami derneği hocamla anlaşmaya varmıştı. Bundan sebep Hamid Bey, Halim Efendi`ye darılmıştı.

Hamid Bey harf inkılabında yazıhanesini kapatmadı

Halim Bey, harf inkılabının olduğu yıllarda yazıyı da, talebeyi de bırakıp Topkapı civarında üzüm yetiştirmeye başladı. Çok da güzel üzümler yetiştirirdi.

Efendim, bir arkadaşımda Halim Efendi`nin bağcılık yaptığı dönemlere tarihlenen bir yazısı var. Halim Efendi yazısına ketebe olarak 'Sabıkan hattat bağban Halim' ibaresini yazmış.

Zor yıllardı; Bununla birlikte Hamid Bey devrin yaptırımlarına aldırış etmeyerek yazıhanesini kapatmadı. Yazıya devam etti, isteyenlere de öğretti.

`height=

İbrahim Ethem Gören: Efendim, biraz zatıâlinizden bahsedebilir misiniz?

Ahmed Fatih Andı: Aslen Kerküklüyüz. Kerkük Türklerindeniz. Babam Muhammed Fatih Andı Hoca, küçük yaşta ilim tahsiline râm olmuş. Dedem vefat edince babam yetim kalmış, annesi -Allah ondan razı olsun- okutmuş.

İlim tahsili yolunda Kerkük`ten İstanbul`a;

Babam ilim tahsili için Kerkük`ten İstanbul`a gelmiş. Medreselerde tahsil görecek. Elinde bir değnek var -o zaman medrese talebelerinin ellerinde bir değnek olurdu- değneğin ucuna bir bezle defter ve kalem tutuşturulur, öylece mektebe gidilirdi.

İşte bu şekilde babam İstanbul sokaklarında dolaşırken İttihatçı askerler babama rast gelmiş. O dönemde talebeleri askere almıyorlarmış. Buna rağmen babamı tuttukları gibi kışlaya götürmüşler. Babam her ne kadar 'bir garip anam var, o bensiz ne yapar' demiş olsa da sözünü dinletememiş. Babamı gözyaşları içerisinde kışlaya atmışlar. Babamın kederi, üzüntüsü tabii ki kendisi için değil, validesi için;

Gold Paşa: Bırakınız, gidip okusun;

Derken, babam askeriyede bir Alman Paşa`ya rast gelmiş. İsmi Gold Paşa olmalı. Ona derdini anlatınca 'bırakınız, gidip okusun' demiş, babam böylelikle İttihatçıların elinden kurtulmuş.

Açlık olunca ne çare!

O yılların İstanbul`u zor yıllar, fakirlik, sefalet diz boyu. Ekmek nerede ki bulup yiyeceksiniz. Babam kış günlerinde dahi İstanbul sokaklarında yalın ayak, başı kavak dolaştığını, açlıktan sabun yediğini anlatırdı. Sabun yenir mi, yenmez tabii ki, ama açlık olunca ne çare!

Babam bir müddet nereye gideyim, ne yapayım şeklinde tefekkür ediyor ve derken müftüye gitmeye karar eriyor. Gidip müftüyü buluyor, Molla İsmail`in talebesi olduğunu söylüyor. Müftü kendisine 'Erbilli Esad Efendi`yi bilir misin' diye soruyor. Babam 'İsmini duymuşluğum vardır' der demez, yardımcılarından birine 'Bu talebenin cebine birkaçkuruş koyun, tramvaya binecek parası olsun. Bir de Esad Efendi`nin yayına götürün, götürüp bıraktığınıza dair de teslim tesellüm kâğıdı alın' diyor.

Molla İsmail dedem olur;

Molla İsmail dedem olur. Dedemin dergâhı varmış, kendisi Kâdiri şeyhi imiş.

Babamı müftülükten alıp Esad Efendi`nin dergâhına götürüyorlar. Esad Efendi`ye takdim ediyorlar. Esad Efendi babamı dergâha kabul ediyor, -Allah ondan razı olsun- her şeyiyle alakadar oluyor, 'alın bunu, hamama götürün, bir güzel yıkanıp paklansın' diyor. Babam hamamdan gelince de kendi şalvarından, gömleğinden, elbisesinden, cübbesinden ve sarığından veriyor. Hatta babamın sarığını başına bizzat kendisi sarıyor.

Esad Efendi o dönemde medresede tefsir ve hadis, tekkede de belâgat okutuyor.

`height=

Dergâhta babanıza ne gibi bir vazife takdim ediliyor?

Teşrifatçılık. Çarşıdan dergâha gelip gidenlerin Esad Efendi`nin huzuruna girebilmeleri için

babamdan müsaade almaları lazım. Paşa da olsa durum aynı; Babama orada bir derviş hücresi veriliyor. Orada kalmaya başlıyor. Hücrenin üst katındaki odada da Esad Efendi bulunuyor.

Babam semaverine Hafız Sami adını koymuş.

Babamın çaya ve semavere merakı vardı. Dergâhta da bir semaver edinmiş, güzel çaylar demliyor tabii ki. Hatta babam semaverine 'Hafız Sami' ismini koymuş. O semaveri ben de gördüm, altına ateş vurulunca ses çıkarır, âdeta inim inim inlerdi.

'Efendim, Hafız Sami sizi çaya davet ediyor!'

Babam, semaver çayı hazır olunca Esad Efendi`ye 'Efendim, Hafız Sami sizi çaya davet ediyor!' dermiş. O yıllarda Esad Efendi 90`lı yaşlarını sürüyor imiş. Babamın davetine icabet eder, kapısına kadar gider, eşiğinde otururmuş. Babam da kendisine çayını, kahvesini takdim edermiş.

Esad Efendi, babama 'lambayı yak demez, uyardır' dermiş, 'lamba dinlendirilir, söndürülmez, yakılmaz' dermiş. Yakmak Allah`a mahsustur. Ne terbiye, ne terbiye;

Yarın: Esad Efendi, babama bir defa bile 'çay getir' dememiş.