Hamid Aytaç`ın önemli talebelerinden Ahmet Fatih Andı Bey üstadla Çengelköy`deki evinde gerçekleştirdiğimiz mülakatın son bölümünü bugün yayınlıyoruz. Hattın mütevazı ustası Ahmed Fatih Andı ile yapılan ilk söyleşi olma hususiyetini haiz yazı dizimizin hayır ve bereketlere vesile olması niyazıyla üstada Hakk Teâla`dan sağlık ve afiyet temenni ediyoruz.

Esad Efendi, babama bir defa bile 'çay getir' dememiş

Hattat Ahmed Fatih Andı: Dergâhta ne edep varmış ne edep; Esad Efendi, babama bir defa bile çay getir dememiş. Esad Efendi oturduğu yerin zeminine hafifçe bir defa vurunca babam çayını iki defa vurunca da kahvesini hazır edip takdim edermiş. 'Su ver' diye bir defa dememiş, en fazla 'suyumuz var mı?' diye sorduğu işitilirmiş. Hiçbir hizmeti de doğrudan tarif etmemiş, 'böyle yaparsak iyi olur' dermiş.

`height=

Dergâhtakiler muraddır

Dergâhtakiler muraddır, mürit değil. Dergâhlarda böyle bir keyfiyet, asliyet ve terkip şuuruyla kısa sürede manevi mesafeler alınıyordu. İşin aslı esası teslimiyettir efendim.

İbrahim Ethem Gören: Esad Efendi`nin dergâhında kaçkişi varmış efendim?

9-10 kişi... Hepsi derviş. Hepsinin bir sanatı ve zanaatı var. Sabah olunca hepsi işlerine, güçlerine gidiyor, akşam olunca dergâha geliyorlar. Kimisi marangoz, kimisi demirci, kimisi berber;

Bananız orada ne kadar hizmet etmiş?

Altı sene.

Allah kelâmını yazdım.

`height=

Efendim, tekrar yazılarınıza değinelim müsaadelerinizle. Hangi mülahazalarla yazınızı yazardınız?

Allah kelâmı olduğu için yazardım. Güzel yazıyor desinler diye kesinlikle yazmazdım. Ben sû releri yazdım, ayet-i celileleri, hadis-i şerifleri ve güzel sözleri yazdım, bunların dışında başka hiçbir şeyi yazmadım.

Hiçdahi yazmadım.

Şimdiki zamanda 'Gel keyfim gel', 'Takma kafana' gibi şeylerin yazıldığını görüyorum. Ben 'Hiç' dahi yazmadım. Hiçibaresi hat sanatına Neyzen Tevfik`in hediyesidir. Hattatlar hiçyazmaya Neyzen Tevfik`in teşvikleriyle başladı, ondan öğrendi.

Takma kafana yazılır mı?

Takma kafana yazılır mı? Yazılmaz tabii ki bana göre.

`height=

Hattatlar Allah kelâmını yazsın.

Hattatlar Allah kelâmını yazsın, boş lafları, manasız sözleri yazmasın.

Hat, mücerret manada para için, şöhret için yazdığı zaman iyi olmaz. Para olmayacak mı? Tabii ki olacak ama bir denge halinde, muvazene halinde olacak. Sırf para kazanmak için bu hizmet ifa edilmeyecek. Bu noktada 'Marifet iltifata tabidir. Müşterisiz meta zayidir' de denilmiş. Ziya Aydın`dan yine bahsedeyim bu yerde. Ziya Bey gençhattatların heveslerini artırmak için bozuk yazılarını dahi ücret mukabilinde satın alırdı. 'Aferin' derdi.

Şöyle bir söz vardır:

'El hattü yebkâ temâmen ba`de kâtibihî

Kâtib`ül-hattı tahte`l-ardı turâbun'

'Turâbun' filinin yerine 'medfû nun'un da kullanıldığı da vakidir.

Manası: 'Hattatların yazıları çok uzun zaman baki olarak kalır, lakin o hatları yazanlar toprak olmuştur.'

Günümüze ulaşan bin yıllık yazılar var.

`height=

Sizde kimlerin yazıları var?

Hafız Osman`ın bir yazısı var. Şöyle, aslında çok büyük bir koleksiyonum yok, bir miktar, ufak tefek yazılarım var. Hafız Osman`ın yazısı sahaftan aldığım bir kitabın arasından çıktı. Hocam Hamid Bey`e gösterdim 'Hafız Osman`ın yazısıdır' dedi ve çok beğendi. Bir müddet sonra yazıyı alıp sahafa gittim, durumu anlattım, yazı için ayrıca ödeme yapmak istediğimi söyledim, kabul etmedi, 'o senin kısmetindir' dedi. Bilahare mezkû r yazıyı oğlum Muhammed Fatih`e verdim.

Hafız Osman: 'Evladım, param yoktur amma sana bir yazı karalayabilirim!'

Hafız Osman`ın meşhur hikâyesini bilirsiniz. Teberrüken anlatmak isterim.

Lütfen, istirham ediyoruz;

Hafız Osman bir gün Haliç`te kayığa biniyor. Karşıya geçecek. Yol ücreti birkaçkuruş, lakin kesesini yokluyor, yerinde yok, evinde unutmuş. Haliç`in orta yerine gelindiğinde kayıkçı, 'dede, dede sen hâlâ ücretini vermeyecek misin?' diye homurdanmaya başlayınca durumu izah etse de kayıkçı ücretini tahsil etmekte ısrarcı davranıyor. 'Evladım, param yoktur amma sana bir yazı karalayabilirim. Onu gidip sahaflarda satınca ücretinizi tahsil etmiş olursunuz' deyince kayıkçı esnafı zar zor razı oluyor. Hafız Osman, kayığın içinde bulduğu bir kese kâğıdının üzerine belinde taşıdığı yazı takımlarını, kamış kalemini, mürekkep hokkasını çıkarır çıkarmaz oracıkta bir sülüs bir vav kaleme alıyor ve kayıkçının ücretine mahsuben muhatabına veriyor. Kayıkçı ehemmiyet göstermeyerek aldığı yazıyı kıvırıp, özensiz bir şekilde külâhının kenarına iliştiriyor.

Kayıkçı birkaçgün sonra Beyazıt`tan geçerken bir mezata tevafuk ediyor. Mezat yöneticisine 'bak bakalım ne eder?' dediğinde, 'Nereden buldun, bu Hafız Osman`ın yazısıdır' cevabını alıyor ve yazı mezatta kısa bir sürede 3,5 altına sahibini buluyor.

Kayıkçı bu durumdan tabii ki oldukça memnundur, kaçzaman bekledikten sonra Hafız Osman tekrar kayığına biniyor, 'para istemem, bir vav yaz üstadım' dese de Hafız Osman 'o bir defa olur` diyerek muhatabını geçiştiriyor.

`height=

Sahaflar Şeyhi Ali Ü şük;

Sahaflar Çarşısı`nda Sahaflar Şeyhi olarak bilinen Ali Ü şük vardı. Eser Yayınevi`nin sahibi Halil Bey`in kayınpederi olurdu. Ali Ü şük`te epeyce hat bulunurdu.

Koleksiyonculuk bir nevi hastalıktır.

Koleksiyonculuk bir nevi hastalıktır. Koleksiyoncu merak ettiği, takipte bulunduğu bir nesneyi gördüğünde almadan duramaz. İşte -az önce bahsettiğim- Muhiddin Bey de böylesi bir koleksiyoncuydu, gördüğünü, bulduğunu alırdı. Alamayınca hasta olurdu.

Bir zaman bir şekilde Muhittin Bey darlığa düştü. Koleksiyonunu satmak zorunda kaldı. Tüm biriktirdiklerini 60 bin liraya Muzaffer Ozak satın aldı. Derler ki 'koleksiyonu elinden giden Muhittin Bey kahrından öldü.'

Bir zaman bana biri geldi. Elinde Hafız Osman`ın Kur`an-ı Kerim`i vardı. '15 liraya al, senin olsun' dedi. Param da vardı ve 15 lira Hafız Osman`ın kaleme aldığı Mushaf-ı Şerif için hiçbir şey değildi. Meseleyi tam çözemedim. İki-üçihtimal söz konusuydu. Satıcı ya gerçekten ihtiyaçsahibiydi, ya değerini bilmiyordu, ya da hırsızlık yaparak temin etmişti. 50 yıl öncesinden bahsediyorum. Satıcıya 'dikkat ediniz, bu Hafız Osman ketebeli Mushaf-ı Şerif 50 bin lira eder, 100 bin lira eder, ben Allah`tan korkarım, bunu 15 liraya alamam. Git Sahaflar`da Ali Ü şük`ü bul, o sana bunun kıymetini takdir ederek gerekli ödemeyi yapar' dedim. Satıcı, Ali Ü şük`ü bulmuş, Mushaf`ı göstermiş. Ali Ü şük refikimiz 'çok para eder bu, 60 bine alırım, ama daha fazla eder. Bana gelecek olan 60 bin liradır' mukabelesinde bulunmuş.

Bir şeyi çok sevmeyeceksiniz

Bir şeyi çok sevmeyeceksiniz, aşırı bağlanmayacaksınız, imtihan sebebi olur çok sevmek hafazanallah. Kû tu`l-kulüb meselesini bilirsiniz. Can boğaza geldiğinde insanın gözünün önünden sevdikleri geçip gitmeye başlar. O anda, perdelerin indiği perdelerin kalktığı zamanda gözümüzün önünden Hz. Peygamber (sav) geçerse ne mutlu size. Ama kitaplar, sair dünyevi metalar geçecek olursa vah ki ne vah!

`height=

'Satıyorum deme, alırım derse sat!'

Bizim zamanımızda Topkapı Sarayı`nda Perşembe günleri âsâr-ı atî kalarla ilgili değerleme çalışmaları yapılırdı. Elinde eski eserleri olanlar saraya, oradaki uzmanlara kıymetlerini takdir ettirmeye giderdi. O zaman için saraya eser göstermeye gidenlere 'satıyorum deme, alırım derse sat!' telkinlerinde bulunulurdu.

Sirkeci`de bir zamanlar şehirlerarası otobüs durakları vardı. Otellerin de büyük bir bölümü oradaydı. Oteller camiinin imamı Mustafa Efendi vardı. Hattan, kitaptan anlayan, bulduğunda satın alan bir zattı, kitap dostu idi. Ben de o esnada Adana`dan hat dersi almak üzere İstanbul`a hocam Hamid Bey`e gelmiştim. Mustafa Efendi`nin yanında bulunduğum bir esnada yanımıza serseri kılıklı biri geldi. Elinde Nefahatü`l-Ü ns vardı. Eseri inceledik. Muazzam bir hattı vardı. Ayet-i kerimeler kırmızı, hadis-i şerifler yeşil mürekkeple yazılmıştı. Kendi metni, ana metin de siyah is mürekkebiyle yazılmıştı. Satıcı, Mustafa Hoca`ya 'alır mısın' şeklinde hitap eerek '10 lira' dedi. Mustafa Hoca, dürüst bir insandı 'var git, 10 bin liralık bir yazma eseri 10 liraya niye alayım?' dedi ve serkeşti yanından uzaklaştırdı. Bir zamanlar İstanbul`da böylesi dürüst tacirler vardı. Mustafa Hoca satıcıyı Sahaflar Şeyhi İbrahim Ü şük`e yönlendirdi. Sonradan haber aldığımıza göre İbrahim Ü şük, Nefahat`ül-Ü ns`ü 100 bin lira vererek satın almış.

Artık İbrahim Ü şük misali sahaflar kalmadı, meraklısı da eskisi kadar bulunmuyor.

Yine söz dönüp dolaşıp Sami Efendi`ye geldi. Sami Efendi`nin yazıları meşhurdur. Ü stadların üstadının Kapalıçarşı`da 'El kâsibü habibullah' sülüs hattını bilirsiniz. Kelimenin tam anlamıyla müthiş bir yazıdır. O yazıyı da ancak Sami Efendi Ü stadımız yazabilir. Hâ kezâ Sami Efendi`nin Yeni Camii Sebili yazıları da görülmeye değer evsafı haizdir. Hattatlarımız sırf Sami Efendi`nin yazılarının üzerinde epeyce mesai sarf ederse sülüs yazıda muvaffak olabilir.

Sami Efendi de yaşadığı dönemde kendisini taklid eden sözüm ona hattat simsarlarından bî zardı. Bazıları yazdıkları yazının altına Sami imzasını atarmış. Bir gün Sami Efendi`ye bir yazı getirmişler, 'Efendim, bu yazının altında imzanız bulunuyor, hatta siz mi ketebe koymuştunuz?' diye sual etmişler. Sami Efendi bozuk yazıları görünce 'Vallahi ben yazmadım' buyurmuş. Bir şekilde Sami Efendi`nin yazılarını taklid eden sahtekârla yüzleştiğinde 'Kendi yazılarımı satamıyorum, sizin imzanızı attığım zaman baha ediyor' mazereti karşısında Sami Efendi ağzını açıp gözlerini yumarak gerekli cevabı vermiş. Rahmet olsun.

`height=

Efendim bizleri kabul ettiğiniz için size müteşekkiriz. Rabbim hayırlı, bereketli ömürler ihsan buyursun. Bize bir emriniz var mıdır?

Bana iyilik yapmak istiyorsanız Medine-i Münevvere`ye bırakınız, orada mücavir olarak kalayım. Cennet`ül-Bakî ehlinin arasına karışayım.