Her çocuk ayrı bir dünyadır 1

Abone Ol

Oğuz Çetinoğlu: Günümüzde çoğunlukla çekirdek âileler var: Anne, baba ve evlât… Anneanne, babaanne, eskilerin ‘haminne’ dedikleri daha büyükler, ayrıca teyze ve hala… aynı çatı altında değil. Hattâ başka şehirlerde… Anne ve babalar genellikle çalışıyorlar ve çocuklarına çok az zaman ayırabiliyorlar.  Bu olumsuzlukların çocuklar üzerindeki etkileri neler oluyor?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: Şimdi çocukları yetiştiren bilgisayar dadılar var. 
Çetinoğlu: Özür dilerim! Sözünüzü kestim. İroni değilse, ‘bilgisayar dadılar’ kavramını biraz açar mısınız?
Prof. Doğan: Annelerin yerini irili ve ufaklı bilgisayarlar almış durumda. Anneler çocuklar sussun diye ellerine bilgisayar veriyor. Çizgi filmlerle oyalıyorlar. Hattâ bebeklere ücretle bakan dadılar bile oyalansınlar diye çocuklara bilgisayar verip, kendi özel işlerini yapıyorlar. Bu çok yanlış bir bakım yöntemidir. Görsellik içeren teknolojilerin çocuklar üzerindeki etkisi ve ebeveynlerin bu yöndeki tutumları, dünya genelinde çok tartışılan konulardan biri olmuş durumdadır. Günümüzde insanlar, ekranlarla küçük yaşlarda tanışıyor. Evde ve okulda ekranlardan yoğun bir şekilde yararlanıyorlar. Bazı çocuklar ise evde çoklu ekranlarla büyüyor; artık televizyon, bilgisayar, tablet, akıllı telefon aynı anda bir ortamda kolayca bulunabiliyor.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Devam buyurur musunuz?
Prof. Doğan: Ebeveynlerin olumsuz davranışları çocukları da olumsuz etkiliyor. Âile, yetişkin ve çocukların etkileşimde bulunduğu, birbirlerini etkiledikleri bir birimdir. Âilenin çocuğun bedenî, zihnî, sosyal alanlar gibi pek çok alandaki gelişimi üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bu sebeple anne baba ve çocuk ilişkisi, temelde anne ve babanın tutumlarıyla etkilenmektedir. Anne baba tutumları, baskıcı ve otoriter tutum, serbest ve aşırı hoşgörülü tutum, tutarsız/kararsız tutum, koruyucu tutum, ilgisiz/reddedici tutum, güven verici, destekleyici/demokratik tutum olmak üzere sınıflandırabiliriz. Öncelikle çocuklarımızı tanımaya ve anlamaya çalışalım. Çocuklarımız sürekli büyüme ve gelişim içindedirler. Çocuklarımıza kesin ve kararlı davranmaktan vazgeçmeyelim. Küçük hatâlarını büyük bir felâket olarak yorumlamayalım, doğru bir davranış öğretmek istiyorsak kendimiz bu davranışı örnekleyelim. Çocuklarımızın hatâlarını aşan cezâlardan kaçınalım. Çocuklarımızın yetenek ve gelişim özelliklerine göre beklentilerimizi şekillendirelim. Başkaları ile karşılaştırmayalım. Eğer onlara karşı hatâlı davrandıysak özür dilemekten çekinmeyelim. Çünkü çocuğumuz da ilerleyen yıllarda hatâ yaptığında karşısındaki kişiden özür dileyebilmelidir. Kendine güvenen, hayattan ne beklediğini bilen, kendisine, çevresine, insanlara, hayvanlara ve tüm canlılara saygı duyan, mücâdeleyi bırakmayan ve de olumlu düşünen çocuklar yetiştirmek bugün eskisinden daha zor. 
Çetinoğlu: Sizce annelik-babalık bir meslek olarak kabul edilebilir mi?
Prof. Doğan: Çocuk, toplumun en küçük yapı taşıdır. Hattâ bu yapı taşı özelliği bebeklik dönemi ile başlar. Önce kendisi sonra âilesi sonra da toplumun merkezindedir. Hem öğretir hem öğrenir. Hem etken hem edilgendir. Doğduğu an itibariyle çevresi tarafından anlaşılmasa da aslında etkileşime başlar. Annesi ile güven duygusunu doğumundan birkaç saat sonra kurar. Ve bu güven duygusu onun bütün hayatına etki edecek en önemli şeydir. İlk olarak annesinden, sonra babasından aldığı sevgi ve güven bağı ile doğru orantılı olacak şekilde hayatı şekillenmeye başlar. 
Aslında anne-babalık, bilgi ve donanım itibâriyle meslek olarak düşünülebilirse de  ulvî bir vazifedir. Nasıl araç kullanmak için ehliyet alınıyorsa ‘ebeveynliğin teorisi’ bilgisini almak için de bir eğitimden geçirilmesi gerekir. Ebeveynlik denilen olgu birçok araştırmada doğuştan gelen bir duygu ve/veya içgüdüden kaynaklanan bir his olarak kabul görmemektedir. Bu rolün toplum tarafından kabul gördüğü ve diğer bireylerin bu rolün gerektirdiklerini anne olan kişiye zamanla yükledikleri belirtilir. Ve annenin elde ettiği deneyimler bu role katkı sağlar. Ebeveynin dâhil olduğu anne ve baba ikilisinden baba rolü için bu söylenebilir. Fakat annelik sanılanın aksine dürtü değil içgüdüdür. Anneliğin eğer içgüdüye dayalı veya doğuştan geldiği yönünde düşünülürse o zaman ‘bütün kadınlar doğurmak mecbûriyetindedir’ gibi bir mantık çıkabilir. Ama böyle bir mecbûriyet yoktur. Bu sebeple ‘annelik doğuştan gelmez öğrenilir’ gibi bir düşünce de oluşabilir. Bu belki bir yönüyle doğru olabilir. Elbette bütün kadınlar doğurmak mecbûriyetinde değildir. Hattâ bâzı kuvvetli gelenekleri olan toplumlarda bir kadına atfedilen en önemli statü anneliktir. Ama günümüzde gelişmiş toplumlarda böyle bir öncelik veya sınırlama yoktur. Daha doğrusu böyle bir mecbûriyet yoktur. Burada annelik üzerinde durulmasının sebebi; çocuk ve çocukluk; özellikle annelik özelinde ebeveynler tarafından şekilleniyor. Ve davranışlara yansıyor. Ebeveynler de kendi ebeveynlik kimliklerini çocuğun; psikolojik, fizyolojik, kültürle alâkalı gelişimlerine göre şekillendiriyorlar. Bir nevi etki-tepki durumu. İki tarafta karşı tarafın bâzen ihtiyaçlarına göre, bâzen hayallerine göre şekil alıyor denebilir.
Çetinoğlu: Sizce; anne ve babaların çocuklarından bekledikleri mi, yoksa çocukların anne babalarından bekledikleri mi daha önemli? Hangi yaşa kadar?


Prof. Doğan: Aslında her ikisi de önemli. Öncelikle ebeveynlerin çocuklarına önem ve değer vermesi gerekiyor. Çocuk sevgisi anneden bebeğe doğru geçer. Bebek bakımla birlikte sevgi ile büyür. İlerleyen yaşlarda sevgi ile birlikte başarı için de ebeveynlerin desteği son derece önemlidir. Çocuğun başarısını artırmak için ona kendisini rahat hissedebileceği, gerginlikten uzak bir öğrenme ortamının yaratılması gerekir. Özellikle eşler arasındaki geçimsizliğin, kavgaların çocuğa yansıması çocuğun dikkatini dersine vermesini engeller ve bu durum çocuğun kişilik gelişimini de olumsuz yönde etkiler. Kişilik gelişimini sağlıklı olarak tamamlayamamış bir çocuktan ders başarısı beklemek bir yanılgıdır. Şüphesiz çocuğun kişilik gelişimi olumlu yönde sağlanırsa hayatın diğer alanındaki başarılar da buna bağlı olarak artar. Çünkü temelde sağlıklı bir kişilik gelişimi yatar. Elbette ki  anne ve babalar çocukları hakkında hep iyi niyetlere, iyi duygulara sâhip; ancak farkında olmadan yanlış yöntemler kullanıyorlar. Anne ve babaların çocuklarına ilişkin kaygıları, endişeleri elbette ki yadsınamaz. Ancak yaşanan bu gerginliklerin ve aşırı beklentilerin içinde olmak  hem anne ve babayı hem de çocukları rahatsız ediyor. O sebeple çocukların gerek kişiliklerinin, gerekse ilgilerinin, yeteneklerinin ve sınırlılıklarının bilinmesi, buna göre bir eğitim imkânının sunulması ve buna göre beklentilerin oluşturulması anne baba ve çocuklarda yaşanan bu endişe ve sıkıntıların  azalmasında etkili olacaktır. Yapılan araştırmalar ebeveyn tutumlarının çocukların benlik saygısı, saldırganlık, akademik başarı, kaygı, kendini kabul, genel psikolojik uyum ve bağlanma stilleri üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Ebeveyn tutum ve davranışlarında baskı, disiplin ve aşırı koruyuculuğa karşılık gelen davranışların çocuk ve ergenler üzerindeki etkileri tutarlı olarak olumsuz; demokratik ve kabul edici tutum ve davranışların etkileri ise tutarlı olarak olumlu bulunmuştur. Bu konuda yapılan araştırmalar gösteriyor ki çocuğun kişilik gelişiminin % 65’i okul öncesi dönem dediğimiz 0-6 yaş döneminde oluşmaktadır. Bu dönemde çocukta oluşan olumlu veya olumsuz kişilik yapısı daha sonraki dönemlerde telafisi zor sonuçları doğurmaktadır. Yaşamın ilk yıllarını olumsuz şartlar içinde geçirmiş olan bireylerin bu olumsuzlukları yetişkin olduklarında da devam ettirdikleri gözlenmiştir. Birey yetişkin olsa da çocuklukta yaşamış olduğu âilenin ve almış olduğu âile eğitiminin etkilerini taşımaktadır. 
Çetinoğlu: Doğan Cüceloğlu; ‘Bir anne-baba olarak çocuğunuza verebileceğiniz en büyük hediye, günde en az 15 dakika çocuğunuzla göz-göze sohbet edebilmenizdir’ Diyor. A) Sebebi, B) Faydaları, C) Ulaşılabilecek neticeleri hakkında yorumlarınızı lütfeder misiniz? 
Prof. Doğan: Âilede,  anne baba ile çocuk arasındaki iletişim ve anne babanın disiplin anlayışı, çocuğun eğitiminde önemlidir. Anne babanın çocuklarıyla arasındaki ilişkilerine ve disiplin anlayışına göre, âileler, değişik şekilde sınıflandırılmıştır. Ana baba tutumları, gerek bir değerin öğretilişiyle ilgili özel tutum, gerekse her konuda çocuğa modellik eden genel tutum olsun, çocuğun model alması sonucu taklit ve özdeşleşme yoluyla çocuk tarafından benimsenir ve alışkanlık hâline gelerek kişiliğinin ayrılmaz parçasını oluşturur. Bu nedenle anne baba tutumları çocuğun eğitilmesinin temel taşıdır. Anne baba çocuklarına doğru ve yanlışları bu tutumları sâyesinde öğretirler.
Âile içi iletişimde kullanılan sevgi kelimeleri âile fertlerinin kendilerini güvende hissetmelerini sağlaması, sevginin artması ve yeteneklerin gelişmesi açısından önemlidir. Anne eve gelen kişileri ilk görüşte sevgi sözcükleriyle karşılaması, baba eve geldiğinde onu karşılarken derin bir saygı ile kucaklaması evde sevgi atmosferinin sürekli olmasını sağlar. Baba da eve gelirken eşine aldığı küçük bir hediye veya çiçekle yanağına kondurduğu küçük bir buse ile günün bütün yorgunluğunu atarken oluşan pozitif enerjiden en çok çocuklar istifâde eder. Ebeveynin birbirine olan saygısı, çocukların ebeveynine nasıl davranması gerektiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bunu için Anne ve baba birbirini çocukların nazarına vermelidir. Anne babadan bahsederken dünyânın en hârika eşi, en tatlı insanı ve en mükemmel babası olduğunu sürekli yinelemelidir. Birbirlerine çok güvendiklerini söylemeleri ‘o dediyse doğrudur’ şeklinde tam bir itimatla çocuklarının gönüllerine işlemelidirler.


Çetinoğlu: Söylenildiğine göre Cenâb-ı Allah her çocuğun fıtratına bir cevher koyar. Ağaçların aşılanması, hamurun ve sütün mayalanması gibi, çocuktaki cevheri de bir şekilde aşılamak, mayalamak gerekli. Gözlemlerinize göre okulda ve âile içinde bu işlem arzu edilen ölçüde yapılabiliyor mu?  Yapılamıyorsa, ne gibi neticelerin hâsıl olduğunu düşünürsünüz? Veya yapıldığında ulaşılacak olumlu neticeler neler olabilir?
Prof. Doğan: Dağlar nasıl ‘metânetle’ omuz omuza veriyorsa, aynı metâneti, ilahî aşk boyası âile ocağında da bulunur! Aziz ve necip milletimizin yaşadığı siyasî ve iktisâdî buhranlara rağmen ayakta tutan esrar, sır perdesi “Anadolu insanının âile ocağından aldığı ve oradan sürekli beslendiği yüksek ‘ahlâkî moral değerleri…’ olmuştur!
İnancımızın âile ocağına yüklediği ilahî telkinler o kadar etkileyici ve güçlüdür ki, âile fertlerinin her birini sağlam birer direk gibi bulundukları yerlerde metin bir kaya gibi tutuyor. İlâhî bir vecd ile yapılan, ‘Allah’a, Resulüne, anne ve babanıza itaat ediniz…’ çağrısı evlatlar üzerinde öyle bir gönül muhabbeti oluşturuyor ki, ayrışmaya asla müsâde etmiyor!
Böyle bir muhabbeti eşler üzerinde de, hassas bir denge üzerinde nasıl tesis edildiğini görmemiz mümkündür. Âyet ne buyuruyor; ‘kadının erkek, erkeğinde kadın üzerinde hakları vardır!’ O haklar, bir zincirin halkaları gibi tatlı bir âhenkle koruyucu melekeleriyle uzanıp gidiyor!
Kaç çocuğumuz olursa olsun, hepsi ayrı yaratılmıştırlar. Çocuklarımız eşsizdir. Bir eşleri veya benzerleri bulunmaz. O yüzden bütün çocuklarınızı aynı kalıba sokmayın her birinin ayrı ayrı yetenekleri ve özellikleri mevcuttur. Çocuklarımıza birer fert olarak saygı göstermek gerekir. Çocuğumuza yapabileceğimiz en önemli yardım; geri planda kalarak kendi benliğinin gelişmesinde, kendine ait bir kişilik geliştirmesinde yardımcı olabilmektir.
Özellikle çalışan anneler çocuklarına zaman ayıramadıklarından şikâyetçidirler. Bire bir zaman ayırmak yerine mutfakta yemek yaparken ‘Bugün okulda ne yaptınız. Dersler nasıl geçti?’ Gibi sözlerle başlayıp konuşmaya devam edebilir. Alışverişe birlikte çıkabilmek, akşam yürüyüşleri yapabilmek. Sınırlı zamanı etkin ve en iyi şekilde kullanabilmek önemlidir.  Çocuk yetiştirmek dünyânın en zor sanatıdır. Zaman zaman kızabiliriz. Sinirleniriz. Hattâ onları cezâlandırırız. Anne babalar da insandır. Yaşanılan ve hissedilen duygulardan dolayı kendilerini suçlamamalı. ‘Kendimi çocuklarım için feda ediyorum.’ Duygusuna kapılan ve böyle yaşayan kişiler çok da iyi yapıyor sayılmazlar. Hayatı dengeli bir şekilde yaşamak gerekir. 
Çetinoğlu: Çocukların yeteneklerini tespit edip veya ettirip, o yönde gelişmelerini sağlamak mı tercih edilmeli, belli bir alana mı yönlendirilmeli? 


Prof. Doğan: Aslında küçük yaşta çocukların kabiliyetlerini tespit etmek gerekir. Çünkü insanının mesut olması demek birazda sevdiği işi yapmasıyla doğru orantılıdır diyebiliriz. Çocuğun istidadına göre yönlendirmek en doğru yoldur. 
Yetenek kelimesinin sözlük anlamı, bir kimsenin bir şeyi anlama, yapabilme ya da bir etkiyi alabilme yeterliliği, gücüdür. Buradan yola çıkarak yeteneklerin keşfi aslında çocuğun doğumu itibâriyle başlar diyebiliriz. Bunu diyebilmenin yanında, her çocuğun yeteneği belli bir yaş aralığında ortaya çıkar ve bir yeteneği varsa ‘bu aralıkta hemen keşfedebiliriz’ demek doğru olmayacaktır. Çocukların gelişiminde farklı kritik dönemler vardır. Bu dönemlere göre anlayabilme, yapabilme ve bir etkiyi hayatımıza alabilme yeterliliğimiz değişecektir.  Piaget’e göre bu dönemler; Duyusal Motor Dönemi 0-2 yaş, İşlem Öncesi Dönem 2-7 yaş, Sembolik Dönem 2-4 yaş, Sezgiye Dayalı Dönem 4-7 yaş, Somut İşlemler Dönemi 7-12 yaş, Soyut İşlemler Dönemi ı12 yaş üzeri. Çocukların gelişim dönemlerinden bahsetmenin ve bu dönemlerin özellikleri hakkında bilgi sâhibi olmanın yeteneklerin keşfinde büyük bir önemi vardır. Çünkü her çocuk özel ve biriciktir. Yeteneklerinin bulunduğu alan çocuğumuzun farklı bir gelişim döneminde açığa çıkabilir.
Çocuğumuz bâzen bulunduğu gelişim dönemine ait becerileri normal bir seviyede yerine getirebilirken bâzen yaşıtlarından daha ileride gelişim özellikleri gösterebilir. Burada ebeveynlerin dikkat etmesi gereken bir diğer nokta da, çocuk bu davranışları içselleştirerek mi gerçekleştiriyor yoksa çevresinde sevdiği birilerini taklit mi ediyor? Meselâ; âilede müzik alanında yetenekli kişiler olabilir. Çocuğumuz bu kişiye duyduğu hayranlık sebebiyle onu taklit etmeye başlayabilir. Bu durum her ne kadar ebeveyni heyecanlandırsa da dikkatli bir gözlemci olup bu davranışın çocuğumuzun kendi akışında gerçekleşip gerçekleşmediğini iyi gözlemlememiz gerekir.


Keşfetme aşamasında çocuğumuzun tercih ettiği oyun ve oyuncaklardan da yararlanabiliriz. Çocuğumuza aldığımız oyuncakları seçerken gözlemlerimiz sonucunda ilgisinin ve yeteneğinin açığa çıkabileceği oyuncakları tercih etmek bize daha çok fikir verecektir. Zaman zaman kurduğu oyunlara katılmak oyunda üstlendiği rolleri fark etmemizi ve bu rollerde sergilediği yeteneklerini daha yakından görmemizi sağlayacaktır. Ev ortamı dışında okulunda bulunan kulüplere katılım sağlaması da çocuğun kendi yeteneği ve ilgisini keşfetmesinde yardımcı olacak adımlardan biridir. Çocuğumuz bu kulüplere katılım sağladığında dersine giren branş öğretmenleri de bu sürece ve çocuğun ilgi yeteneğine yakından şâhit olup âileye bu konuda yol gösterici olacaklardır.