Türkiye`nin güney sınırındaki sancılı tablo yeni bir durum değil. 12 Eylül 1980 öncesi yürüyerek geçilen sınır çizgisi bugün kalın ve yüksek duvarlarla örülmüş durumda. Yine de güvenliği tam olarak sağladığımız söylenemez. Bir uçtan bir uca savrulan Suriye politikamızda sıcak çatışma ortamıyla abartılı dostluk gösterileri peşi sıra gelebiliyor. Bir dönem mayınlar döşüyoruz, ardından sınırı kaldırmaktan söz ediyoruz. Ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yaptığımız yılların hemen ardından ise telefon diplomasisini dahi 'ahlaki' kabul etmiyoruz.

Falih Rıfkı`nın muhteşem eseri Zeytindağı`nda anlattığı yıllardan bugüne bölgedeki baş döndürücü gelişmeler hızını hiçyitirmedi. O kadar gerilere gidip kaosu artırma niyetim yok. Terör örgütü PKK`nın köy baskınlarıyla başlayan dönemine odaklandığımızda Suriye`nin ülkemiz için ciddi sorun teşkil ettiğini görürüz.

Hafız Esad`ın kontrolünde büyüyüp serpilen terör örgütü ve onun lideri için mutlu günler hep Suriye`de bulunduğu yıllardı. Havuzlu villalardan güvenli kamplara asrı saadetini yaşayan terör örgütü lideri, neredeyse tüm ihanet planlarının stratejisini Suriye merkezli olarak geliştirdi. Son yıllarda Kandil Kampı, örgütün merkezi olarak öne çıksa da, Suriye`deki yapı her zaman özendirici imkanlar sunmuştur. Çözüm sürecini sonlandıran yaklaşım da, Suriye`deki gelişmelerin bir devlet statüsü için uygun ortamı sunduğu inancıydı. Öcalan`ın 'devlet hayali' ilk defa bu kadar yakın fırsata dönüşmüştü.

İçerideki tüm yanlış yönlendirmelere ve hatalı perspektife rağmen son anda değişen anlayış PKK için devlet hayalinin ötelenmesine hatta bir hayal kırıklığına dönüşmesine yol açtı. Sadece Türkiye sınırları içerisinde değil sınırın ötesinde de kararlı operasyonlara girişilmesi bir PKK devleti ihtimalini çökertti. Bu tutumun zirve yaptığı politikayı ise Barış Pınarı Harekatında gördük. Barış Pınarı Harekatı, son tahlilde Türkiye`nin kendi tehdit değerlendirmesini kendisinin yaptığı ve bu duruma doğru bir refleks ortaya koyduğu operasyonun adıdır. Tüm Dünya`nın aleyhte tutumuna rağmen askeri operasyon seçeneğinden vazgeçilmedi. Suriye`nin uzayıp giden sınır boyunun terörden arındırılması ve olası bir PKK devletinin yok edilmesi hedefine kısa sürede ulaşıldı.

Peki güneyimizde son 10 yıldır Türkiye`nin enerjisini yok eden çatışmalı duruma yönelik siyasetimiz neden milli bir duruşa evrilmiyor? İktidar ve çevresiyle muhalefet partileri arasındaki pergel neden daha da açılıyor? Siyasetin doğası gereği iktidar ile muhalefetin farklı noktalarda durması doğal ama Suriye`ye yönelik yaklaşımlarımızda neden bir türlü ortak aklı harekete geçiremiyoruz?

İktidar çevreleri Barış Pınarı Harekatını büyük bir zafer olarak sunuyor ve herkesin bu tutumu kabul etmesini istiyor. Askeri operasyon seçeneğini haklı bulan çevreler bir adım sonrasında yaşanan anlaşmayı da zafer olarak kabul etmek durumunda kalıyor. İktidar bunu da talep ediyor. Hem operasyon hem de 'ateşkes' siyasi iktidarın içpolitikada kullanacağı bir 'zafer' argümanı olabilir mi? En azından birinden biri tahammül edilen, özveri gösterilen bir karar olmalı. Yani operasyon ile zafer elde ettik ama anlaşmayla da başarımızı sınırlandırmak zorunda kaldık. Sahada başarılı olduğumuz için masada da köşeye sıkıştırılmaktan kurtulduk.

Muhalefetin yaklaşımında da bir sakatlık gözleniyor. Gerçi önemli ölçüde askeri operasyona destek veren ama bazı çekinceler ortaya koyan muhalefet grupları, ABD ile yapılan anlaşmayı da hezimet olarak sunuyor. Barış Pınarı Harekatında TSK, hedeflenen yerleri kontrol etmekte zorlanmadı ki!.. Aksine planlandığı gibi çok geniş bir alan kısa sürede askeri olarak kontrol altına alındı, terör unsurları bölgeden atıldı. Ya askeri hareket doğru ya anlaşma doğru. İkisine birden karşı çıkmak ve iki durumu da başarısızlık olarak sunmak kendi içinde tutarlı görünmüyor.

Gönül isterdi ki, askeri operasyon terör unsurlarının tamamen bölgeden temizlenmesine kadar sürsün. Hatta sadece PKK değil aynı zamanda IŞİD gibi karanlık bir örgütün de sınırımızın hemen diğer tarafında varlığından söz edilemeyecek kadar net bir temizlik harekatı yapılmalıydı. Şartlar, uluslar arası konjonktür ve Türkiye`nin diplomatik açıdan pazarlık gücünün yetersizliği askeri operasyonun ömrünü kısalttı.

Maalesef ne iktidar ne de muhalefet Barış Pınarı Harekatında tam anlamıyla doğru yerde durmayı başarabildi. İktidar operasyondan siyasi bir rant devşirmeyi de düşünebilirken, muhalefet de olağan üstü koşullarda olağan davranışlar sergilenmemesi gerektiğini anlayamadı.