Kethüdazâde Arif Efendi, döneminde daha çok İslâm felsefesi alanında şöhret kazanan Kethüdâzâde  rif Efendi meslekten bir ilim adamı değildir. Ancak XIX. yüzyılın ilk yarısında yaşayan ve hemen her konuda bilgi sahibi olan Osmanlı fikir adamlarının başında gelir. Bu dönemde daha çok ilmî , edebî ve fennî konularda sohbet toplantıları yapılan Beşiktaş Cemiyyet-i İlmiyyesi`nin önde gelen isimlerindendir.  rif Efendi`nin hayatını ve bazı nüktelerini ihtiva eden Menâkıb-ı Kethüdâzâde adlı eser talebelerinden Muzıka-yi Hümâyun`dan Emin Efendi tarafından Hoca Neş`et`in hayat hikâyesi de eklenerek neşredilmiştir.

Arif Efendi, öğrencilerine üçşey tenbih edermiş: Düşünceler daima saygıya değer hakikatlerden zerrelerdir. Hiçbir düşünceyi toptan reddetmeyeceksiniz, hiçbir varlığın ve fikrin sadece kendinizde olduğunu iddia etmeyeceksiniz. Yerlerine daha tatmin edici ve faydalısını yerleştirinceye kadar, kurulmuş, yerleşmiş, zamanın, ve fertlerin hayatında yeri olan hiçbir âdet ve an`aneyi bozmaya ve yıkmaya çalışmayacaksınız.

İkinci Sultan Mahmud devrinin ilk yıllarında Asya`nın bazı ülkelerinde görülen vebâ hastalığına karşı limanlarda karantina tatbiki gerekmiş. Bir kısım rüsû m ülemâsı karşı çıkmışlar. 'Hristiyanlık âdetidir. Bid`attır. Olmaz; ' demişler.

Kabakçı ayaklanması şakillerinin henüz temizlenmediği o günlerde gençPadişah ürkmüş bir çare tavsiyesi için Kethüdazâde Arif Efendi`ye gizlice haber göndermiş. Kethüdazâde Arif Efendi de şu cevabı vermiş:

'Karantina Fas limanlarında  da tatbik ediliyor. Orası İslâm ülkesidir. Korunma tedbirini, biz, Fransa`dan değil, Fransa`ya kaptırdığımız Fas`tan almış olalım. Böyle zarurî ve hayatî tedbirlerin karşısına çıkanların mantıkları yoktur. Sadece şekle bağldırılar. O zaman yapacak itiraz bulamazlar.'

Ve, mesele böylece halledilmiş.

Dünyanın boşlukta durmasının mümkün olmadığının, ve bundan böyle, her şeyin araştırılmasının âlem düzenini bozacağını, bu sebeple de derinlere inilmemesinin şart olduğunu iddia edenlere şu cevabı vermiş:

'Mıknatıstan bir oda yapın. Dört tarafı aynı çekici kudretteki bu odaya bir demir gülle koyarsanız, orta yerde, askıda imişcesine durur, kalır. Demir gibi sert bir cisim bu misâli verirse, ancak hakikatleri araştırmak duygusu ve kudreti ile hayat bulan insan zekâsını, hangi demir odaya hapsediyorsunuz ki, yaşadığı kâinatın sırlarına gözünü kapasın. Bu dediğiniz kabul edilirse, insanın hayvandan farkı kalır mı? Unutmayınız ki, Peygamberimiz`in en sık duası, Yarabbi! Bana kâinatın sırlarını öğrenme ve araştırma kudreti ver!` niyazı idi.'

Velilerden ve ilim ve irfanı ile büyük değer, ahlâk ve faziletleri ile nesillere örnek evliyâlardan söz edilmiş. Kethüdazâde demiş ki:

'Halka evliyâyı bu hâl ve kıymeti ile anlatabilmek için neslimizden, böylesine değerlere sahip ilim ve irfan sahipleri çıkması icab eder. Bizler bu kademeye erişmeyince halk, kendi kafasında evliyâ şekli yarattı: Duvar yarılacak, yeşillere bürünmüş, sürmeler çekmiş, elinde asâ ile duvarın yarığından zuhur edecek (çıkacak) ve keramet gösterecek. Böyle evliyâyı kim görmüş, hangi semâvi kitap yazıyor?'

Enderû n saz heyetinden meşhur Zeki Ağa, son zamanlarında Hac`ca gitmeye niyet ederek vedâ için Kethüdazâde`ye giderek sorar: 'Bazı ulemâ tanburun haram olduğunu söylüyorlar. Hac`dan döndükten sonra bir daha elime almayacağım. Ne dersiniz?'

Arif Efendi şu cevabı verir: 'Sen, ay ışığında tanbur çalarken bülbüller çevrende şakırdar. İnsanların, insanlarla, gönülleri gibi konuşamadığı bir devirde, sana kuş sesinin ileten bu mızrabla, sen, emin ol, cehenneme girmezsin olsa olsa Arafat`ta kalırsın. Tanbur nâmesine haram diyenlerin cennetinden, bülbüllerin koşup geldiği Arafat yeğdir. Son nefesine değin mızrabını elinden bırakma. Bu kudreti sana ihsan eden Yüce Takdir, öbür dünyada da seni mükâfatlandırır.'

Ü lkemizde Ü niversite sayılacak Beşiktaş İlim Cemiyeti`nin tertiplediği müspet ilimler sohbetlerinde kimya konusunu da işleyen Kethüdazâde, kâinatın yeterliliğini yüz elli beş sene önce şöyle anlatıyordu:

'Hak taalâ yoktan hiçbir şey var etmez her şeyi vardan var eder. Kendimizin nasıl dünyaya rüşeyn (rahimde yavrunun bütün organlarının teşekkül etmiş şekli) sonra hayat nasibi olan varlık, belirli süre içinde ana rahminden çıkacak. Yoktan var eden Allah demek kâinatın tekevvününde (meydan gelmesinde) eksiklik olacağını düşünmek cehaletidir. Kâinatta hiçbir şey zayi olmaz ve yeniden halkedilmez (yaratılmaz).Sadece ifa ettiği vazifeler değişir. Bu edebi hakikati reddederek, onu lâyıkı ile kavrayamamak dar görüşlülüğüdür. Sadece yaşadığımız dünya üzerinde seyirleri içinde âlemi kavradığımız ölçüde Cenab-ı Hakk`a yakın oluruz.'

Kethüdazâde Arif Efendi, bir gün tersâneye gider. Tê rsane Emini Asım Efendi kendisine sorar: 'Biz gemileri yapıp suya indirirken kadim (çok eski) âdet üzere müneccimlere (yani yıldızlara bakarak uğurlu ve uğursuz günleri ve olayları ayırt ettiklerine inanılanlar) sorarak bu işi yapıyoruz. Fakat bu gemilerden batanlar oluyor. Öyleyse, vak-i muhtarın faydası nedir?'

Arif Efendi şu cevabı verir:

'Her asırsa böyle sualler, hâdiselerinin içyüzlerini bildikleri zannedilen kişilere sorulmuştur. Ben, bunların içinde, en doğru cevabın şu olduğuna kaniim. Mes`ut vakti, emeklerimizdeki dirayet (bilgi ve tecrübeye dayanılarak yapılan iş), bilgi, istidat (kabiliyet) ve hassasiyettir. İki türlü emek vardır. Biri, meselâ sizlerin şu yaptığınız gemiler gibi demirden ve tahtadandır, yani elle tutulan, hassa ve vasıfları malum maddelerdendir. Bunlarda hata olmaması mümkündür. Yeter ki, kullandığımız maddelerin özelliklerini ve işin ilmini bilelim, tecrübesine sahip olalım. İkinci emek sahası da, akla ve ruha hitap edendir. Onun da, hafızalarda yer etmesi için, manevi değer taşıması icab eder. Sizin, vakt-i muhtar dediğiniz nüsbet anlar, yapılanın kendisinin kudreti ve kıymetidir. Tabi ki ilimlerde de nazari telkin sahasında da ortaya konulan eser, böyle kıymete sahip değilse, müneccim efendinin yıldızları neylesin? Biz onları gökyüzünde, bulutsuz geceler, mini mini ışıklar olarak görüyoruz, onların ise bizden haberi yok'

Kethüdazâde Arif Efendi kubbede hoş seda bırakanlardandır. Mezarı Beşiktaş`taki Yahyâ Efendi Dergâhı nın girişindedir.