200 yıldır Batılılaşma ve Batılaştırma macerasına akan ülkemizde son yıllarda yüz yıl evvelki gibi birçok görüş tartışılmaktadır. Bunlardan birisi de kendi tarihimize toplumumuza yönelim hareketi yönündeki ısrarlı tartışmalardır.

Bu tartışmalar ve düşünceler genel planda Batılılaşmayı ve Batılılaşma çabaları neticesinde oluşturulan paradigmayı sorgular niteliktedir. Devlet organlarından, yapısına varana dek, partiler, basın, meclis; Kısacası Batı`dan aktarılmaya çalışılan her ne varsa, ciddi ciddi sorgulanmaktadır.

Bir kısım devlet adamı ve aydının da farkına vardığı ülkemizin geldiği 'yol ayrımı' aynı zamanda onları bir başka sorunla daha karşı karşıya bırakmaktadır. Bu sorun 200 yıllık Batılılaşma sonucu Batı`dan aktarılan kurum, teori ve sistemlerin yerine nelerin, nasıl konulacağıdır. Ü lkemizdeki mevcut gelişmelerden çıkarttığımız bu sorun bizi ister istemez bir İslam düşünürü olan İbn-i Haldun`a yani 1300`lü yıllara götürmektedir.

Bu nedenle İbn-i Haldun`un devletle ilgili görüşlerini tartışacağız. Ancak öncesinde devletle ilgili bazı tanımları vermeye çalışacağız.

Devlet en genel anlamıyla kültürel birliği olan ve kurumlaşmış bir iktidar tarafından yönetilen bir insan grubunun sınırlarla belirlenmiş bir toprağa yerleşmesi sonucu meydana gelen siyasal bir toplumdur.

Eski Yunan`da devlet anlayışı ataerkil krallığın ve zengin bir azınlığın üstünlüğüne dayanır. Politika hayatı doğrudan doğruya site kavramına bağlıdır.

Hegel`e göre devlet özel hukuk ve özel mülkiyet, aile ve ekonomik toplum alanındaki siyasal örgütlenmenin en yüksek biçimidir. Marx ve devamcıları ise devleti egemen sınıfın hizmetindeki bir denetim ve baskı grubu olarak görürler. Max Weber`e göre devlet belli bir coğrafya üzerinde meşru şiddeti kullanabilen siyasal otoritedir.

İbn-i Haldun`a göre devlet iki temel üzerine kurulur bunlardan biri şevket ve asabiyet olup kuvvetli ordudan ibarettir. İkinci temel ise, asker beslemek için ve devletin her halinde zorluklarla katlandığı vakit muhtaçolduğu paradır.

Devlet asabiyetle kurulur. Asabiyet sahibi olanlar o devletin sınırlarında bulunarak, o devleti koruyan ve onu aralarında paylaşan kimselerdir. Asabiyet düşmanların saldırısından korunmak ve saldıranları kovmak ve istilalar karşısında kişilerin bir araya toplanmasıyla olur. Aynı zamanda her topluluk yasakçı ve hâkime muhtaçtır. Dine inanma ve boyun eğme asabiyet sahibi olanlar arasındaki çekişmeleri ve kıskançlıkları durdurur, sona erdirir. Dolayısıyla devletin toplumu, din ve imana çağırması, devletin temelini sağlamlaştırır ve onu güçlendirir. Din asabiyet duygusuyla birleştiği zaman karışı konulmaz bir güçoluşturur.

Asabiyet bağları sayesinde kuvvet ve kudret kazanarak yüklemenin sonucu devlettir. Yani, asabiyetin sonuçve gayesi devlet kurmaktır.

Bolluk ve genişlik ilk kuruluş çağında devletin gücüne güçkatar.

İbn-i Haldun`a göre devletin görevleri sınırları korumak vergi tahsis etmek, yasak ve otorite koymaktır. Yurtta onun kuvvetinden üstün diye bir kuvvet bulunmaz. Hükümdarlığın manası da budur. Hükümdar, devlete mahsus olan şeyler yapandır.

Şeref ve ululuğu bir tek şahısta toplamak devletin tabiatındadır. Bolluk ve refah, sükû net ve rahatlıkta devletin tabii halidir. Devlette kudret ve ululuk bir şahısta refah son haddini bulduğu andan sonra da devlet ihtiyarlama çağına doğru gider.

Devlet kurmak sosyal hayatın bir icabı ve insanlar için tabi bir zarurettir. Ancak güzel ahlak ve meziyetler devlet ve hâkimiyete, kötü ahlak ve kılıklar ise devletin yıkılmasına sebep olur. Devlet ve sanat ilk kuruluşta asabiyet ve kudretli uruğların yardımına muhtaçtır.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, İbn-i Haldun`a göre çok fazla kavim ve asabiyetlerin yaşadığı memleketlerde kuvvetli ve devamlı bir devletin kurduğu nadiren görülmüştür.

İbn-i Haldun`a göre devletin en genelde iki organı vardır. Bunlar kılıçile kalemden ibarettir. Devletin askeri ve mülki teşkilat ile memur kadrolarını oluşturan kılıçile kalem, sahibinin devleti idare edebilmesi için bir vasıta ve alettir. O, bu iki kuvvetin yardımı ile devleti idare eder. Devletin ilk kuruluş yıllarında daha ziyade orduya ihtiyaçvardır. Yıkılma çağında da orduya muhtaçtır. Devletin ortaçağında daha ziyade kalem kullanılır.

Haldun`a göre şahıslar gibi devletlerin de tabi ömürleri var. Bu üçbatındır yani ortalama 120 yıl. Mukaddime`yi ilk defa kendi diline çeviren Osmanlı İbn-i Haldun`un devletlerin ömürleri konusundaki görüşlerini reddeder. Sır bu yüzden İbn-i Haldun`a biraz şüphe ile yaklaşılır. Çünkü Osmanlı`ya göre Devlet-i Ali ebet müddettir. Yani sonsuza dek devam edecektir.

(Önümüzdeki haftaki yazımızda da bu konuya devam edeceğiz.)