TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Einstein gözüyle Çinliler ve Yahudiler

Almanya’da yetişen ve Amerika Birleşik Devletleri’ne iltica eden Nobel ödüllü meşhur Yahudi bilim adamı Albert Einstein’ın “Seyahatnamesi” hayret ettiren notlarla dolu. 1922 güzünde Almanya vatandaşı olarak çıktığı Doğu seyahati Oryantalist şablonlarla ve bir bilim adamından beklenmeyecek kadar önyargılı ifadelerle dolu. Mesela 10 Kasım 1922 günü not defterine Hong Kong’da yaşayan Çinliler hakkında şu garip cümleleri düşmüş:

“Bu sabah Elsa ile birlikte anakaradaki Çin mahallesini ziyaret ettim. Çalışkan, pis, aptal insanlar. Evler basmakalıp. (…) Lokantalarda yemek yiyen Çinliler masalara oturmuyorlar. Avrupalıların ormanda hacet giderirken yaptıkları gibi yere çömeliyorlar. (…) Çocuklar bile ruhsuz ve boş gözlerle bakıyorlar. Bu Çinliler diğer ırklar üzerinde tahakküm kürarlarla çok yazık olur. Bizim gibiler için bu durumun sebep olacağı keder kelimelerle tarif edilemez.”

Dahası var. Yani daha aşağılayıcısı….

Aşağıdaki ifadeyi harcıalem biri yazsa neyse der geçersiniz ama yazan Nobel ödüllü İzafiyet Teorisyeni dile getiriyorsa önyargı duvarının ne kadar kalın döşendiğini ve ırk ve cins ayrımcılığının şahikalarından olduğunu söylemek durumundayız:

“Dün akşam üç Portekizli lise öğretmeni ziyaretime geldiler. Çinlilerin mantık çerçevesinde düşünebilmelerini sağlayan eğitimi almaya kabiliyetsiz olduklarını ve matematikten hiç anlamadıklarını söylediler. Erkeklerle kadınlar arasında pek bir fark olmadığını gördüm. Çinli kadınların karşılarındaki erkekleri çocuk yapmaya ikna edecek nasıl bir cazibe sunduklarını anlamış değilim.” (Einstein Seyahatnamesi, Çev.: Yusuf Selman İnanç, Kronik: 2019, s. 155-157.)

Çinlilere umumen ve kadınlarına hususen böyle hakaret ettikten aylar sonra yolu bu defa Filistin’e düşer uzun ve dağınık ak saçlarıyla modern bilimin sembolü haline gelmiş olan bu meşhur bilim adamının.

Tarih 1 Şubat 1923’tür. Kudüs’tedir ve aşağıdaki satırları yazar not defterine:

“Ardından mabet duvarının (Ağlama Duvarı) eteklerinde yüzlerini duvara dönmüş, iki büklüm olmuş ve ileri geri sallanarak dua eden ahmaklar var. Acınası halde bu insanlar. Geçmişleri var ama bugünleri yok. (Sonra) Buharalı Yahudilerin mahallesini ziyaret ettik. Kasvetli sinagogda ahmak dindar Yahudiler, dua ederek Şabat’ın bitmesini bekliyorlardı.” (s. 239-241) 

Albert Einstein’ın kendi ırkına mensup olanlara yönelik bu ahmaklık ithamı kendisinin dindarlıkla arasının pek olmayışına bağlanabilir belki ama aynı kanaatte değilim ben; onunki daha ziyade Doğu’ya ve onu geri bıraktıran şartlara yönelik Oryantalistçe bir tepeden bakma tavrıdır. Yoksa kendisi Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını bizzat destekleyecek ve orada modern bir devlet kurulmasını heyecanla karşılayacaktır. Ancak Nazilerden kaçarak vatanını terk ettiğini unutmayın. Bu, yıllar sonra karşımıza ilginç bir Einstein tepkisi şeklinde çıkacaktır.

Einstein seyahatnamesinden notları aktarmaktan maksadımız Edward Saidvarî bir Oryantalizm eleştirisi olmayıp Yahudilerin kendi içlerinde bugün de yaşanan bölünmelerin kökeninin geçmişte nasıl izler bıraktığını tespitten ibarettir. Yoksa şu Siyonist projeyi onaylayan yaklaşımın da aynı Einstein’a ait olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır:

Filistin, Yahudi sorununun çözemeyecektir ama Filistin’in yeniden doğuşu hürriyet ve Yahudi halkının ruhunun dirilmesi manasına gelecektir. Bu ülkeyi yeniden doğuşu esnasında görebilmemi en kıymetli tecrübelerimden biri addedeceğim.” (s. 288)

Modern yalanlar

Şu saatlerde Gazze’de kanlı bir intikam savaşına girişmeye hazırlanan İsrail devleti bir yalanlar manzumesi üzerine kuruludur. 14 Mayıs 1948’de ilan edilişinden bu yana, 1880’lerden beri Yahudilerin gözünü diktiği ve kendilerine vaad edilmiş toprak olduğunu iddia ettikleri Filistin’de kan, gözyaşı ve öfke, kin, tohumları ekerek yeşerip bu günlere gelmiştir.

Mesela şu “halksız bir toprağa topraksız bir halk”ın yerleştirildiği yalanı.

Güya Filistin arazisi ıssız, el değmemiş ve sahipsizmiş de, sahibini bekliyormuş. Bir de dünyada toprağı olmayan bir halk varmış da, onlar yani Yahudiler de yerleşecekleri boş bir toprak arıyormuş. İşte Filistin toprağı Yahudilerce bunun için seçilmiş.

Halbuki tarihçi Beshara Doumani’nin Rediscovering Palestine (1995) adlı çalışmasında ortaya koyduğu gibi mesela Nablus şehri 19. yüzyılda Filistin’in ana ticari ve sınai şehriydi. Celile’den el-Halil’e kadar kuzey-güney hattında uzanan dağlık bölgelerin ortasında yerleşmiş onlarca köye sahipti, dahası antik dönemlerden itibaren en geniş ve en istikrarlı köylü yerleşmelerine ev sahipliği yapmıştı.

Böylesine kadim ziraat, ticaret ve zanaat ile geçinen yoğun nüfus kitlesini görmezden gel, Filistin toprakları bomboş ve ıssız diye hırsızlık ve gaspa başla, şimdilerde İlber Ortaylı ve Celal Şengör gibi vaizler de senin hırsızlığını “Ama onlar da topraklarını sattı” diye meşrulaştıran fetvalar versin.

Tarih, bugün başkalarını yargılayanların da dosyalarını tutuyor ki onun terazisi er veya geç adil tartacaktır.

Yafa portakalı yalanı

Siyonistlerin salladığı yalanlardan bir diğeri de tarımdan yana nasipsiz Filistin’e portakalı kendilerinin getirdiği. Meşhur Yafa portakalı güya Yahudi yerleşimcilerin eseriymiş, Filistinlilerin portakaldan haberleri dahi yokmuş.

The Myths of Zionism (Siyonizmin Efsaneleri) adlı kitabı yazan London Metropolitan Üniversitesi hocalarından John Rose bunun bir yalandan ibaret olduğunu ona buna cahil diyerek değil, ilmî bir şekilde şöyle ortaya koymuş:

Araplar 19. asrın ikinci yarısında Gazze’nin kuzeyinden Hayfa’ya doğru kumla kaplı toprağı ıslah edip portakal ekimine hazır hale getirmişlerdi. Buhar gemilerinin devreye girmesiyle 1880’lerde Yafa bölgesinden dünya pazarlarına yaklaşık 500 portakal korusunda yetişen portakallar satılmaya başladı. Nitekim 1913 yılı itibariyle, yani henüz Osmanlı Devleti oradayken 1,6 milyon kasa Yafa portakalı ihraç edilmekteydi ki, portakal Filistin’in pahada en ağır ürünü haline gelmişti. (Pluto Press, 2004, s. 95-96)

Demek ki Siyonistlerin söyledikleri gibi yalnız topraklarda yaşamakla, hatta yalnız toprağı işlemekle kalmıyordu Filistinli köylüler, toprağı ve ürünleri geliştirip çeşitlendiriyorlardı.

Siyonistlere şok belge

Profesör John Rose 1933 yılında yaşanan gizli bir olaya dair belgeyi de yayınlamış. Buna göre Hitler 1933 yılında iktidara geldiğinde Almanya Siyonist Federasyonu Führer’e bir memorandum sunmuş. 70 yıl sonra, 2003 yılında üzerindeki yasak kaldırılan memoranduma göre Alman Siyonistler Hitler’e Siyonistlerin Alman mallarını boykot eden dünya çapındaki anti-Nazi kampanyasına karşı olacaklarına dair garanti vermişlerdir.

Bu tuhaf görünen davranışın başka bir delili ise savaş öncesindeki “Transfer” anlaşmasıydı. Buna göre Alman Yahudileri ve yakınlarının Filistin’e gitmelerine izin verilecek ve aynı zamanda Filistin’de Alman mallarını Yahudilere bizzat satacaklardı. Haber duyulduğunda Siyonist olmayan Yahudiler kadar Siyonist Yahudiler de böyle bir işbirliği karşısında dehşete kapılmışlardı.

İşte tam bu noktada Siyonizm ile Nazizm arasındaki bağa geçiyoruz. Hem de ek izi bırakmadan.

Yine John Rose’a bakılırsa Siyonizmdeki bir çizginin Nazilerden ilham aldığına dair deliller karşımıza çıkmaktadır.  2004’te İsrail’de iktidarda olan Likud Partisi’nin ruhunda Naziliğin hayaleti yaşamaktadır. Likud Partisi’nin en ünlü liderlerinden başbakan da olan Menahem Begin 1948 yılı sonunda New York’u ziyaret ettiğinde o ve partisi Albert Einstein’dan gelen bir tepkiye maruz kalmıştı. Einstein New York Times’da Begin’e köpürmüştü, diğer Amerikan Yahudileri de. Einstein’a göre bu partinin teşkilatı, metodları, siyasi felsefesi ve sosyal edası tamı tamına Nazi ve Faşist partilerinkine akrabaydı. Hatta L. Brenner adlı araştırmacı 2002 yılında Siyonistlerin Nazilerle işbirliği yaptığına dair tam 51 belge açıklamıştı. Böylece Naziliğin ruhu Siyonizme intikal etmişti.

Şimdilerde İsrail ağzıyla konuşan şarlatanların sık sık gündeme getirdiği “toprak satma” olayını da John Rose’un kitabından giderek cevaplandırmak mümkündür.

B. Kimmerling’in tespitine göre henüz İsrail devleti kurulmadan önce, 1947 başlarında Yahudilerin ellerindeki toprak Filistin’in toplam arazisinin yüzde 7’si kadardı. Sadece üç yıl sonra Arap evleri ve her türden binaları dahil yeni İsrail devleti içindeki toprakların yüzde 92’sini Yahudiler ele geçirmiş durumdaydı. 3 yılda yüzde 85’lik toprak artışının alım-satımla değil de İsrail ordusunun işgalleriyle açıklamak varken hala toprak sattılar yalanına sığınmak nasıl bir vicdansızlıktır ve İsrail’in ekmeğine nasıl bir yağ sürmektir, varın siz takdir edin

P. Anderson adlı solcu araştırmacının 2001 yılında New Left Review’da basılan yazısında Filistin’in Siyonistlerce işgali, ölçek ve hız bakımından sömürgecilik tarihinde daha önce benzeri görülmemiş bir işgaldi deniliyor.

Holokost’tan kaçanların kurduğu devlet kendisi bir başka holokosta hazırlanıyor. Bugün yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız da içine Nazi kaçmış olan bu Siyonist anlayışın eseridir vesselam.                     

ABD yardımı sonrası İsrail karadan Gazze’ye saldıracak! ABD yardımı sonrası İsrail karadan Gazze’ye saldıracak!

İsrail'in gitmelerini istediği Gazze’deki hastane müdürü: Tahliyeyi reddediyoruz İsrail'in gitmelerini istediği Gazze’deki hastane müdürü: Tahliyeyi reddediyoruz