Yaratıcı, peygamberleri aracılığıyla, ilim ve hikmetle vahyi açıklayıp, aklı eğiterek, ilahi muradını insanlara hakkıyla ulaştırdığı bir nedensellik kurgusu var etmiştir. 

Yaratıcı, her nedenselliği, dilediği bir ilim ve hikmetle var etmiştir. Ademoğlu kendi aklıyla irade etsede, her nedenselliği mutlak olarak Yaratıcının her an var edip, koruduğu unutuldu. Batıla, nefse, zanna, şeytana uyabilen eğitilmemiş bir akılla, batıl yorumlar yapılarak, vahyin anlaşılmaya çalışıldığı, uydurma bir nedensellik kurgusuna bu yüzden geçildi. 

Dolayısıyla Kur an-ı Kerim i hakkıyla öğrenebilmek için Yaratıcının, ilahi bir rehber ile insana müdahil olarak, aklı ve kalbi terbiye etmesine izin verilmedi. Çünkü, Yaratıcının mutlak olarak hayatımıza her an merhametiyle, muhafazasıyla müdahil olmadığı gibi bir yalana ve zanna inanıldı. Sünnet rızkının da, her an bizim için merhametle muhafaza edildiği gerçeğinin üstü örtülmüş oldu. Allah ve Rasülüne itaat edilmesi gerektiğiyle ilgili ayetlere rağmen, 'Sünnet (haşa) günümüze kadar ulaşamayarak bozuldu' gibi bir batıl inancın kabul görmesi kaçınılmaz oldu. 

Kendi zannıyla maddi nedenselliğe bir güçatfeden böyle biri, bu bakış açısına sahip aklıyla müteşabih, hüküm ve itikadla ilgili ayetleri, ilahi muradı ıskalama ihtimaline rağmen, sıfır hata ile mutlak olarak doğru anlayacağına inanıyor. Maddi nedenselliğe bir güçvermiş olan akıl ilahının, ilahi muradı anlama nedenselliğine mutlak hakim olduğuna inanıyor. Yanılabilme, zanna ve nefse uyabilme özelliği olan bir akıl, kendine bile mukayyet olamazken;  

Herhangi bir nedenselliğin azıcık bile Yaratıcıdan bağımsız bir gücü olduğunu kabul eden biri, kalbindeki Rububiyetin birliğine olan imanı az dahi olsa bozuluyor. Bu durum, uluhiyetin ve ubudiyetin birliğine olan imanında, çok daha büyük bir sapmaya neden oluyor. Çünkü nedenselliğe güçatfedilerek, madde üzerindeki yaratma işlevinden az veya çok uzaklaştırılmış Yaratıcının, hayatımızın içerisinde yer alan müdahalelerinden de uzaklaştırılmaya başlanması tabii hale gelen bir sonuçtur. Bu gaflet hali yüzünden, bireyci ve modernist olunmaktadır. 

Nedenselliğe güçatfeden böyle biri, 'hayır ve şer, yalnızca insan iradesine bağlıdır' zannına kapılır. İradeyle yapılan tercihler sonrası, fiilleri Yaratan göz ardı edilir. İnsan iradesi o kadar kutsanır ki, iradenin sonuçları otomatiğe bağlanmış bir sürecin neticesi olarak görülür. 

Yaratıcı, kulunun iradesi dışındaki ızdırari kader ile dilerse rahmet eder, dilerse bela ve müsibet vererek imtihan edebilir. Bu hakikati, göz ardı eden kişi, aklı ve iradesiyle gerçekleşenleri, Yaratıcıdan bağımsız düşünmeye başlar. Bu gaflet hali, evrenden ve insandan uzaklaştırılmış bir Allah a imanın neticesidir. 

Hadis-şerifleri ve sünneti reddetmese bile bu gafletteki biri, bazı Kur an daki ayetlerin, bazı başka ayetleri açıklandığından yola çıkarak, aklına olan aşırı güveninden dolayı, vahyi teyit eden bir ilahi rahmet olan sünneti zorunlu görmemektedir. 

Bu düşüncede olan bir alim, Kur an a göre, Buhari de geçen bir hadis-i şerifteki Allah tasavvurunu doğru bulmadığını, peygamberimizin bu sözleri söyleyemeyeceğini dile getirmişti. 

Kur an a göre uygun bulmadığı, Buhari de geçen bu hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

'Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiçkimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır.'

'Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah ın Resulü?' dediler.

'Evet, ben de. Allah affı ve rahmeti ile muamele etmezse ben de!' dedi.

Bu hadis-i şerifteki Allah tasavvurunun, hak olduğunu bize ispatlayan Nur suresi 10. ayete rağmen, nedensellik ilahı sanılan akılla, bu hadis-i şerif anlaşılamamaktadır. 

Nur suresi 10. ayette, 'Allah`ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı ve Allah tevbeleri devamlı kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu?' diye buyruluyor. 

Sahih bir Allah tasavvuru kalplerde yerine almazsa, bu ayet ve bu ayeti bir nevi teyit eden Buhari de geçen hadis-i şerif hakkıyla anlaşılamıyor. İnsan aklı, nebevi sünnete göre eğitilmezse, El-Alime teslim olamayacağından, ön yargısızda olsa kendi zannıyla, bakış açısıyla Yaratıcı hakkında dilediği tasavvuru oluşturabiliyor. Bu yüzden, ayetleri ve hadis-i şerifleri bu tasavvuruna göre yorumluyor. 

Kişi, aklının ve kalbinin bir dengeyle itidalden sapmaması için çözemediği noktaları öğreninceye kadar, aklına ve ilmine hitaben 'la ilahe' diyerek, 'bu konuyu tam manasıyla bilmiyorum', diyebilmelidir. 

Bilmediği konuda yorum yaparak, kesin bir hüküm vermemelidir. 'Vakıf olamadığım bu konuda, Allah katında hak olan neyse onu kabul ediyorum' diye düşünmelidir. Bu sayede El-Alim e, El-Hakim e, Er-Rahman a teslim olarak, bu ilahi isimleri içerisinde barındıran 'illallah' hakikatinden sapmamış olur. Kur an ı, sünneti, yaradılış ayetlerini var eden sonsuz hikmet ve ilim sahibine,  hakkıyla teslim olmuş olur.

Unutulmamalıdır ki, bu kuvvetli teslimiyete sahip alimler, bildiği konularda bile, Allah-u alem diyebilmiştir. İhtilafları azaltan sünnet ile bildiklerinin sağlamasını yapmaya çalışmışlardır. 

Dışarıdan herhangi bir desteğe ihtiyaçduymadan, nedenselliğin ilahı olarak gördüğü akılla ve nedensellikte yer alan irade ve çabasıyla, her şeyi halledebildiğine inanan biri, tabii ki kendisine dışarıdan gelen ilahi rahmeti (peygamberimizin sözlü ve fiili desteğini) görmezden gelecektir. 

Oysa hiçbir hatası, suçu yokken bıçaklanırsa ya da hayırlar işleyeceği yüklü miktarda bir miras kendisine kalırsa, bu hadiseler mutlak bir biçimde aklı, iradesi veya çabasıyla mıdır? O halde, akıl ve iradesine mutlak bir biçimde bağlı olmadan da, başına gelen her sıkıntı ilahi bir imtihan, iyiliklerin başına gelmesi de dışarıdan gelen ilahi bir rahmettir. 

Demek ki, günbegün ilahi müdahale ve ilahi destek haktır. O halde, günbegün bize ilahi bir rahmet olan, bize destek vermesi sağlanan ilahi bir rehberin, muallimliğinin şu an içinde geçerli olduğu hakikati, nasıl şaşkınlık verici olabilir? 

Allah a ve peygamberimize (a.s) olan imanın, içinin boşaltıldığı bu modern dünyada, dini inançsızlığın kapıları ardına kadar açılmıştır. Büyük bir inançkrizi tehdidiyle, karşı karşıyayız.