Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizinin geldiği noktada, meselenin sağlık boyutunun yanı sıra onunla bağlantılı ekonomik, toplumsal ve siyasal konular da tartışılıyor. Bütün insanlığın gündemini işgal eden salgın hakkında doğru bilgiye ulaşmak ise oldukça zor. İktidarların şeffaflık, basın özgürlüğü ve genel olarak demokratik değerlere bağlılığı, bilgiye ulaşma imkânlarını doğrudan etkilemekte. Kovid-19’un görüldüğü ilk komşu ülkelerden İran’da gelinen son durum ve sürecin nereye gittiği merak ediliyor. Muhalif medyanın neredeyse hiç var olmadığı, dışa kapalı bu komşuda doğru bilgiye ulaşmak zor; sürecin nereye varacağını kestirmek de çok güç.

'Resmi veriler' ve 'gerçek veriler'

Kovid-19’un görüldüğü neredeyse tüm ülkelerde, virüs şüpheli vaka veya pozitif çıkan testlerle ilk kez duyuruldu. İran’da ise iki kişinin ölümü üzerine Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bilgilendirildi ve mesele dışarıya duyuruldu. İlk vakanın görüldüğü ve yetkililerin virüsün üssü olarak nitelendirdiği Kum kenti, tüm iç ve dış uyarılara rağmen karantinaya alınmak bir yana, kapsamlı bir şekilde kontrol altına dahi alınmadı. Böylelikle kısa süre içinde salgın tüm ülkeye yayılmakla kalmadı, bölge ülkelerinde de virüs görülmeye başlandı. Sürecin başından itibaren şeffaf bir şekilde yönetilmemesi, günümüze kadar devam ederek devletin bilgi kaynağı olarak güvenilirliğini ciddi anlamda zedeledi. İran’da 'resmi veriler' kavramının yanına bir de 'gerçek veriler' ibaresinin eklenmesi çok sürmedi. Sonuç itibarıyla, devlet ve halk arasında uzun yıllardır zaten var olan güvensizlik, bu süreçte had safhaya ulaştı ve alınan tedbirlerin İran halkı tarafından desteklenmediği açık bir şekilde görüldü.

Bugün gelinen noktadaysa İran Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan resmi rakamlar, yetkililer nezdinde de gerçek veri olarak kabul görmüyor. Her gün düzenli olarak açıklanan bu verilerin amacının, halkı bilgilendirmekten ziyade, hem ülke içinde hem de dışarıya yönelik propaganda yapmak olduğu anlaşılıyor. Örneğin 18 Nisan’da Türkiye’deki toplam vaka sayısının İran’da açıklanan 'resmi vaka' sayısından fazla olması, İran basınında propagandatif bir üslupla genişçe ele alındı. Oysa İran’da en üst düzey yetkili ve kurumlardan gelen açıklamalar, ciddi miktarda Kovid-19 hastasının teste tabi tutulamadığından, Sağlık Bakanlığı’nın verilerine dahil olmadığını gösteriyordu. Dolayısıyla İran’da Kovid-19 hastalarının gerçek sayılarının söylenenden çok daha fazla olduğu, artık acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Vaka sayısının test sayısıyla doğrudan bağlantılı olması ve pandeminin kontrolü için test sayısının çoğaltılmasının bir zaruret olduğu hususu dikkatlerden kaçmamalı. Bu bağlamda İran’da yapılan test sayısının incelenmesi, Türkiye’ye karşı yürütülen propagandanın aslını ortaya çıkarmak adına da önem taşıyor. Türkiye’de günlük test sayısında 40 binin üstüne çıkıldığı ve toplam test sayısının 600 bin civarında olduğu zaman, İran’da yapılan toplam test sayısının 300 bin civarında olduğu ifade edilmişti. Durum böyleyken, özellikle İran hükümetine ve Devrim Muhafızları Ordusu’na yakınlıklarıyla bilinen medya gruplarının Türkiye’deki salgın yönetimine karşı kullandıkları üslup dikkat çekici olmuştur. Ayrıca, sağlıkla ilgili haberlerde dahi Ankara’nın Suriye politikasını eleştiren içeriklerin yer alması, İran’ın Türkiye’ye bakışıyla ilgili birçok soru işaretini de beraberinde getirmiş oldu.

Bürokrasinin işlevsizliği ve bitmeyen yolsuzluklar

İran’ın idari sistemini anlamak için Türkiye’nin 90’lı yıllarını hatırlamak yardımcı olabilir. Çağın ihtiyaçlarını karşılamak konusunda bir altyapı ve anlayışın olmaması, ülkede baş edilemez zorlukların kronikleşmesine yol açmış görünüyor. Bu geri kalmışlık ise İran’ı Kovid-19 krizinde özellikle sağlık sistemi ve sosyal yardım konularında ciddi anlamda sıkıntıya sokuyor. Örneğin İran yönetiminin uzun tartışmalar sonunda Kovid-19’la mücadele yardımı olarak 23 milyon haneye bir sefere mahsus olarak tahsis ettiği 1 milyon tümenlik (yaklaşık 420 ₺) kredinin devletten çıkıp halkın cebine girmesi bile başlı başına bir sorun haline geldi.

Bunların yanı sıra hasta kabul, reçete ve ilaç dağıtımı veya hasta bilgilerinin bütünleşik dijital ortam yerine eski düzen ve kâğıt üzerinden yürütülmesi endişe veriyor. Bu durum, kaçınılmaz olarak şeffaflık ilkesinin ortadan kalkmasına ve denetim mekanizmasının işleyemez hale gelmesine sebep oluyor. Bu konunun geçtiğimiz günlerde Kovid-19 hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçların ithalat ve dağıtımında sıkıntıya sebep olduğu alenen görüldü. İran meclisinin sağlık komisyonu üyelerinden biri, Kovid-19 hastalarında kullanmak üzere ithal edilen 20 bin 'Favipiravir' adlı ilacın sadece 15 bininin bakanlığa teslim edildiğini, 5 binininse kaybolduğunu ifşa etmişti. Geçtiğimiz günlerde İran Sayıştay Başkanı Adil Azer de serbest piyasada devletin belirlediği dolar kuru (4 bin 200 tümen) üzerinden bazı ithalatçılara ve döviz bürolarına geçen yıl tahsis edilen 31 milyar doların 4,8 milyar dolarıyla ithalat yapılmadığının tespit edildiğini açıklamıştı.

Bütün bunlar bu zor günlerde devlet ile halk arasında her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan güven, epey sarsılmış görünüyor. 2020’ye zor başlayan İran’da, Kovid-19 krizi, yeni bir meşruiyet krizini de körükledi.

Kovid-19 İran ekonomisini daha da zorlayacak

İran ekonomisi, petrole bağımlılığı, düşük performanslı devlet kapitalizmi ve özel sektörün neredeyse olmadığı ortamda tarihinin en ağır yaptırımlarına maruz kalarak iflasın eşiğine gelmiş durumda. 2020 yılı bütçesinin incelenmesi ise bu iddianın kanıtı niteliğinde ele alınabilir. Kovid-19 krizi nedeniyle geciken ve hızlı bir şekilde mecliste onaylanan bütçe tasarısının kaynakları, önümüzdeki sürecin İran tarafından ne kadar endişe verici olduğunu gösteriyor. Günlük bir milyon varil petrolün 50 dolar taban fiyatıyla ihraç edileceğini öngörerek yola çıkan İran, bugünkü şartlarda ortalama 300 bin varil petrolü 15 doların altında zar zor satabiliyor. Petrol harici ticaret konusunda da durum pek farklı değil. Zira İran’ın en büyük ticaret ortağı olan ve petrol dışı ihracatının yüzde 23’ünü teşkil eden Çin’le alışverişe salgın nedeniyle aylardır ara verilmiş durumda. Ayrıca geçtiğimiz yıl kayıtlara geçen yüzde 40’ın üzerindeki enflasyon ve ulusal para biriminin değer kaybı da doğrudan vatandaşın sofrasına yansımış durumda.

Asgari ücretinin 1 milyon 835 bin tümen (745₺) olarak belirlenmesinin tartışmaları hâlâ devam ediyor. İran iş yasasının 41. maddesine göre asgari ücret zammı en az enflasyon oranında olmalıyken yüzde 21 oranında zam yapılması, genel memnuniyetsizliğin de ciddi oranda artmasına sebep olmuş görünüyor. Ekonomik sebeplerden doğacak olası bir halk ayaklanmasının önüne geçmek isteyen yönetimin, Kovid-19 krizinde attığı ürkek adımların insani facialara yol açması da ciddi bir endişe konusu.

İlerleyen süreçte İran’ı ne bekliyor?

Kovid-19 salgınının nereye evrileceği, bütün insanlık gibi İranlıların da merak ettiği bir konu. Siyasi muhalefetin pratik olarak var olamadığı ve devlet ajanslarının dışında alternatif medyanın çalışmadığı İran’da bu soruya net cevap bulmak zor. Ancak sınırlı olsa da çalışma fırsatı bulan bazı merkezler, salgının ülkede 400 gün kadar etkin olacağını ifade edebildiler.

İran Meclisine bağlı bir araştırma merkezinin çalışmasına göre, Ekim sonunda yeni bir Kovid-19 dalgasının olabileceği tahmin ediliyor. Bahsi geçen araştırmaya göre, devletin salgına hiçbir şekilde müdahale etmemesi durumunda, 60 milyon kişinin Kovid-19 virüsüne yakalanacağı öngörülüyor. Bu minvalde, izolasyon meselesinin önemine dikkat çekiliyor. Alınacak tedbirlerle orantılı olarak öne sürülen tahminler şu şekilde: Ülkede yüzde 10 izolasyon uygulanırsa 2 milyon 400 bin vaka ve 30 bin 700 ölüm; yüzde 25 izolasyon durumunda 1 milyon 600 bin vaka, 13 bin 450 ölüm; yüzde 32 izolasyonla 951 bin vaka, 8 bin 630 ölüm; yüzde 40 izolasyon uygulanması durumundaysa 811 bin vaka ve 6 bin 300 ölüm olacak.

İran yönetiminin (şehirler arası seyahat kısıtlamalarını kaldırması gibi) daha önceden alınan önlemleri hafifletmesi, hükümetin ileride ne yapacağı konusunda bazı kafa karışıklıklarına yol açabilir; fakat bu durumun arkasındaki gerçek aslında gayet net. Maddi kaynakların ambargolar nedeniyle iyice erimesi ve dışarıdaki inziva, İran’ı gerekli kaynakları bulma konusunda umutsuzluğa sürükledi. Ayrıca kriz yönetimindeki başarısızlığın Kovid-19 sürecinde de açık bir şekilde görülmesi, devleti salgının kontrol edilmesi hususunda çaresiz bıraktı. Bu durumda, sürecin başından beri dikkat edilen ulusal güvenliğe ilişkin kaygılar, tüm kararlarda birinci öncelik olarak gündeme gelmiş görünüyor. Ağırlıklı olarak ekonomik gerekçelerle birkaç ay arayla gerçekleşen geniş katılımlı halk ayaklanmalarıyla sarsılan İran yönetimi, Kovid-19 salgınının da eklenmesiyle oluşan iktisadi baskının nelere sebep olabileceğini gayet iyi biliyor; ülke nüfusunun büyük çoğunluğuna tekabül eden ve temel ihtiyaçlarının temininde zorlanan halkın gazabından ciddi derecede endişe duyuyor. Meseleyi hastanede çözemeyen Tahran, hayat pahalılığı yüzünden patlak vermesine kesin gözüyle bakılan halk ayaklanmalarının olabildiğince ertelenmesine odaklanmış durumda. Bu nedenle İran, virüsten çok bu hassasiyetleri azaltmaya ve şimdilik günü kurtarmaya çalışıyor; salgınla ilgili tüm kararları bu esasları göz önünde bulundurarak alıyor. Ancak şartların giderek zorlaşması durumunda, yönetimin halkı tahrik edecek bir hata yapması, işleri rayından çıkarabilir ve bu durum krizden krize gerileyen İran devletini yıkıcı bir sorunla yüzleşmek zorunda bırakabilir.

[Taha Kermani İran’da başladığı iletişim eğitimini Türkiye’de gazetecilik bölümünde tamamlamıştır ve İran hakkındaki serbest gazetecilik faaliyetlerine Türkiye’de devam etmektedir]

'Görüş' başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir

 

 

İTTİFAK - AA