'Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyâda
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan'

İstanbul üzerine yazılmış en güzel şiirlerden biridir, yazıma giriş olarak seçtiğim Yahya Kemal`in 'Aziz İstanbul' şiiri.

Y. Kemal, Osmanlının son dönem şairlerindendir. O dönemin kültürünü ve dilini kullanır. İstanbul`un gerçekten bir masal şehri, bir Türk şehri olduğu yılları yaşamış ve İstanbul`un o büyüleyici güzelliğini doyasıya temaşa eylemiştir.

Bir Boğaziçi`nin, bir Eyüp`ün, bir Koca Mustafapaşa`nın halis muhlis Türk halini, destansı siluetini görmüş, bizzat tanıklık etmiş ve 'bu halk bu iklimde ezelden beri sakindir ve bu iklime bu mimariden ve bu halktan başka unsurlar yaraşmaz' hükmünü vermiştir.

Yine 'Türk İstanbul' başlıklı makalesinde 'Türklük beş yüz seneden beri İstanbul`u ve Boğaziçi`ni bütün beşeriyetin hayaline böyle nakşetti. Mimarisini bu şehrin her tepesine, her sahiline, her köşesine kurarken güyâ: 'Artık bu diyar, dünya durdukça Türk kalacaktır' dediği hissedilir.' der.

Şimdi düşünüyorum da diyorum ki ya Yahya Kemal Beyatlı bu milleti yanlış tanıdı ya da ona yukarıdaki güzel cümleleri söyleten halk, tamamen tarihten silindi, yerine yepyeni, uyduruk, kökleri olmayan, kültürü, mimarisi, sanat zevki olmayan kaba, ilkel bir millet geldi.

İstanbul`un bu günlerini gören herkes, sanırım benimle aynı fikirdedir. Tabii birazcık eski İstanbul hakkında bilgisi olanlar.

Köhne, harabe haline gelmiş bir Bizans şehrini, yüz yıl gibi, kısa bir sürede dünyanın en güzel, en medeni, en görkemli şehri haline getiren Türk ruhu ve eli, şimdi nasıl oldu da aynı şehri ruhsuz, kişiliksiz bir yığıntı haline dönüştürdü? Bir türlü havsalam almış değil.

Ya diyorum, İstanbul`a karış karış ruhunu ve kimliğini nakşetmiş olan bu millet, bizim ecdadımız değildi ya da cumhuriyetle birlikte biz, eski ruhumuzu ve kimliğimizi kaybettik.

İnancım ve gözlemlerim ikincisinin doğru olduğunu söylüyor.

Yahya Kemal, acaba İstanbul`un bu günkü halini görseydi nasıl bir şiir yazardı ya da şiir yazar mıydı bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki asla 'Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan' demezdi İstanbul`a. Çünkü diyemezdi, beton yığınları arasında bir avuçgökyüzüne muhtaçbırakıldığı için. Diyemezdi, menekşe kokulu, erguvan kokulu vadileri, tepeleri talan edildiği için.

Hiçbir millet, kendi tarihinden, kendi mazisinden, kendi kültürel birikiminden ve öz mirasından bizim kadar intikam almamıştır. Ve yer yüzünde hiçbir millet yoktur ki, ecdadının yaptıklarını yıkmaktan ve yakmaktan bizim kadar zevk alsın. Yine hiçbir millet yoktur ki, geçmişi ile bizim kadar ters düşsün.

Soruyorum ve bir türlü cevap alamıyorum neden bunca terslik, neden bunca düşmanlık?

Yeni bir rejim getirmek, yeni bir devlet kurmak, bu kadar acımasız bir yıkımı asla haklı gösteremez. Yani, 'efendim ne yapalım bir geçiş dönemi, oldu işte.' demek bir kaçıştır, bir sahtekarlıktır.

Bizim geçirdiğimiz süreci, dünyada pek çok ülke geçirmiştir, hatta daha ağır, daha kanlı süreçlerden geçen milletler olmuştur. Ama hiçbirinde, bizde olduğu kadar tarihe, kültüre, dine, dile, maziye düşmanlık olmamıştır.

İşin garip tarafı, asıl yıkımı da kraldan çok kralcılar yapmıştır. Hiçkimse 'sen git, şu tarihi eseri yık, yak' demez, demedi de. Bir kısım aklı evveller, birilerine yaranmak adına, küstahlık edercesine gitti, yıktı, yaktı ve kazıdı vs. vs. Ellerine ne geçti, merak ediyorum doğrusu.

Bizler her şeye rağmen şanslıyız belki de. En azından İstanbul`un hâlâ görülmeye değer güzellikleri var. Bir de eski İstanbul`u bilenler, görenler az da olsa hâlâ hayattalar ve onlardan dinleyebiliyoruz, yazdıklarını okuyabiliyoruz. Ya bizden sonra gelen nesiller, yani bizlerin çocukları ve torunları, İstanbul denilince ne hatırlayacaklar, bir devasa beton yığınından ve keşmekeşinden başka? İnanın onlar adına hem çok üzülüyor hem de utançduyuyorum.