Bugün baş gösteren çok mühim bir meselenin gaflet uykusundayız.

Özüne özerk, atasına hasım, geleneğine töresine ağyar bir nesil yetişmekte ve bu durum gittikçe önü alınamaz bir hale dönüşmektedir. Bu yozlaşmanın temeline indiğimiz zaman son kertede yetişen neslin toprağında buram buram bir tarihini bilmezlik tohumlarının ekilmiş olduğunu görürüz üstelik tarihinden bihaber olmak yetmiyormuş gibi zihinlerde oluşturmak istenen bir ecdat düşmanlığı furyası...

Topraklarımızı fiilen işgal edemeyen şer odaklarının Asım'ın neslini ifsad etmeye çalışarak bozguna uğratma amacının beyhude çırpınışlarıdır bunlar. Beyhude diyorum çünkü ifsat edicilerin belki en fazla tesir edebileceği mercii zihinler olabilir. Hakikatin tasavvuru zihinlerde gerçekleşiyor olsa da hakikatin asıl menbaı gönüllerdir, kalplerdir. Hac suresi 46. ayette de geçtiği üzere "gözler kör olmaz velakin sinelerindeki kalpler körleşir" mealindeki körlüğe atıfla Asım neslinin gözlerinin kör etmeye çalışsalar da gönülleri kör edemeyeceklerdir.

Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı İstiklal marşı da bize böyle bir ikazda bulunmaktadır. Çok çetin bir İstiklal harbinden çıkan bu milletin evladına önce "korkma" der. Çünkü savaşı kazandıran düşmandan sayıca çokluk değil yürekçe "pek"liktir. Çünkü biz biliriz ki "nice az topluluklar Allah'ın iradesi yardımı ve desteğiyle nice çok topluluklara galip gelmiştir."(Kur'an 2/249) Daha sonra bu millete kim olduğunu hatırlatır "ben ezelden beri hür yaşadım hür yaşarım" diyerek. Burada Türk'ün ölüp yine de esaret altında yaşamayı tarihin hiçbir döneminde kabul ettiğine katiyen rastlanılmamış olup, her türlü zorlu durumdan iman salahiyetiyle selamet bulacağı vurgulanır. Ayrıca Mehmet Akif'in İstiklal Marşı'nda sürekli "ben" diye telaffuz etmesinin asıl niyeti kendi nezdinde bütün bir Türk milletini temsiliyettir.

İstiklal Marşı'nın devamında batının medeniyet diye önümüze özenip bezeyip sunduğu vahşetin üstesinden ancak kavi bir imanın gelebileceği ve düşmana karşı en büyük gücün iman dolu göğüslerde olduğunu söyler. Bu yolda gerekirse serden geçip yine de düşmana fırsat vermemesini  öğütler Mehmet Akif. Ve bu millete vaat edilen hakkın er geç verileceğini anımsatarak ümitsizliğe düşmüş millete umudu aşılar. Nitekim Uhud Savaşı'nda uğranılan hezimetten sonra müminlerin düştüğü ümitsizlikten Allah'ın "Eğer inanmışsanız Üstün gelecek olan sizlersiniz"( Al-i İmran 139) teskini misali gönülleri rahatlatır.

Biz bu vatanın toprak parçasından ibaret olmadığını en açık şekilde İstiklal Marşı'nda görürüz. Her karışında şehit kanı olan bu topraklar öylesine üstünden geçilip gidilemez. Benim çocukluğumda sürekli kulağıma fısıldanan bir söz vardı. İlkokul öğretmenim derdi ki: “Bugün bu vatan topraklarında özgürce dininizi kimliğinizi yaşayabiliyorsanız toprak altında yatan nice şehitlerin döktüğü kanlar sayesindedir.”

Bu yüzden şehidimizi tanımak, bu vatan için can vermiş, uyumamış, yememiş, içmemiş, çalışmış ecdadı bilmek bizim için kadim bir vefa borcudur. Ve bilmek yetmez "düşünmek" anlamak, idrakine ermek o şuurla yetişmek ve yetiştirmekle vazifedar olmak...

Şunu bilmeliyiz ki İstiklal Marşı sadece bir marş değil Mehmet Akif'in milletine vasiyetnamesidir. Nitekim Mehmet Akif İstiklal Marşı'nı yazarken bile "ben yazmadım bana yazdırıldı" der. Hani Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e vahiy gelirken ashabın tarifi ile O'nun kaynayan bir kazan gibi sesler çıkardığı söylenir. Mehmet Akif de İstiklal Marşı'nı yazarken çok yakın dostları onun için aynı tabirleri kullanır. Mehmet Akif'in İstiklal Marşı'nı kendi şiirleri arasına katmayıp onu milletim yazmıştır diyerekten Türk milletine nispet etmesi yediden yetmişe herkesin İstiklal Marşı'ndan alması gereken bir pay olduğu anlamına gelir.

Her çıkmazda özümüze her yabancı kalışımızda yeise düşüyor gibi olduğumuz her durumda bizi toparlayacak, adam edecek bir fermandır İstiklal Marşı.

Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın.