Merhum Erol Güngör kitaplarındaki görüşlerinden daha özgür ve daha sıhhatli tespit, teşhis ve tekliflerini başta Ortadoğu olmak üzere gazetelerdeki başyazı ve köşelerinde dile getirmiştir. Bunlardan birisinde Marx`ı ve Marxismi ele alıyordu. 1975 yılında Cemil Meriç`in ifadesiyle, 'düşüncenin kuduz bir köpek gibi kovalandığı' bir zamanda, Ziya Gökalp`tan sonra Türk toplumu ve Türk milliyetçiliği konularına en sıhhatli sosyolojik açılımları getiren düşünürümüz 'Marxsizmi bir düşünce sistemi olarak görüyor, bir düşünce ve yöntem biçimi olarak ta temel doktrin kitaplarının serbestçe yayınlanarak, Türk milletinin bunları serbestçe okumasını' savunuyordu. Düşünce özgürlüğü namına zamanına göre çok ileri sözlerdi bunlar...

Ben de Marksizm hakkında ayni şeyleri düşünüyorum. Erol Güngör`ün söylediklerine ek olarak Marxsizm Batı dünya soygununa, Batı içerisinden yöneltilen en keskin eleştiridir. Her ne kadar kapitalizmi alt edemese de onu önemli derecede hırpalamıştır. Batı dışı toplumlarda ise kan, gözyaşı, ızdırap ve katliamlardan başka bir işe yaramamıştır. Çünkü her toplumun kendine has toplumsal yapısı vardı. Bu yapıya sokulmaya çalışılan yabancı düşünce, ideoloji ve eylem biçimleri o toplum için en tehlikeli virüs halini alabiliyordu.

Esasında hiçbir düşünceye ve ideolojiye mensup değilim. İdeolojiler konusunda da Cemil Meriçgibi düşünüyor ve onları 'idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri olarak görüyorum. Çünkü İtibarları menşeinden geliyordu. Hepsi de Avrupalı idi.' Ancak son zamanlarda 'iyi ki Marksist değilim' diyerek kendi kendime mutlu oluyorum. Özellikle Komünist Manifesto`dan sonra dünyada en fazla okunduğu iddia edilen Tembellik Hakkı`nı okuduktan sonra mutluluğum daha da arttı. Atmış sayfadan oluşan kitapçık Marx`ın damadı olan doktor Paul Lafargue tarafından kaleme alınmıştı.

Kitabın çevirmenliğini yapan Vedat Günyol, baş sözünde 'Tembellik hakkı, kapitalist düzenin kıyasıya eleştirisi, devrimci edebiyatın başyapıtı, sosyalizmin klasiği niteliğiyle, Komünist Manifesto`dan sonra, tüm Avrupa dillerinde en çok çevrilmiş olma onurunu taşıyor. Kimilerine göre bu yapıt, yalnız sosyalizmin değil, Fransız edebiyatının da klasiğidir' diyerek Tembellik Hakkı`nı saygı ile selamlıyordu. Yine arka kapağında Nokta, Cumhuriyet, Tempo, Güneş, 2000`e Doğru ve Sosyal Demokrat gibi kuruluşlar kitabı aynı gerekçelerle göklere çıkarıyordu. Bana göre bütün bu ifadeler aynı ideoloji sahiplerinin palavraları idi. Çünkü kitap hiçbir biçimde benim ve Türk toplumunun ruhuna uymuyordu.

Özü itibariyle Fransa başta olmak üzere Batı`daki köle gibi çalışma düzenine karşı çıkıyordu. Batı`daki 1800`lü yılların gaddar çalışma düzenini sorguluyordu. Günde on sekiz saate kadar varan çalışma süresini ve gelişen sanayi ile birlikte bu sürenin neden azaltılmadığını sorguluyordu. Kitapçıkta bu topraklarda hiçbir biçimde yaşanmamış olan bir durum sorgulanıyor ve bu topraklara ait olduğunu düşünenlerce de sıkıntı bizde de varmışçasına evrenselleştirilmek isteniyordu.

Yine kitap Batı`daki papaz sınıfının sistemdeki etkisine tepki gösteriyordu. Çalışma karşıtlığı yapan kitap tembellik hakkını ve insanların sanat, edebiyat ve şiir gibi alanlarla ilgilenmesini savunuyordu. Marxsist yaklaşım değil de, anarşist bir bakış açısıyla kaleme alınmış olup, vazgeçilmez olan birçok kuruma da karşı çıkıyordu. Başka bir ifade ile Marxçı değil, Proudhoncu bir bakışa sahiptir. Nitekim kitabın yazarı bu düşüncelerinden dolayı anlamsız bir boşluğa düşmüş ve eşi ile birlikte intihar ederek hayatını sonlandırmıştır.

Çalışmayı her çeşit düşünsel yozlaşmanın ve organik bozuklukların nedeni olarak gören kitap bu duruma çalışmayı vaaz eden rahip, iktisatçı ve ahlakçıların toplumu sürüklediğini iddia etmektedir. Kitabın önerisi ise günde en fazla üçsaat çalışmadır. Diğer zamanlarda ise tembellik etmeli ve tıka basa yemelidir. Ayrıca bizi her zaman yok eden zamanı öldürmek için devamlı gösteri ve tiyatro temsilleri olmalıdır.

Kanaatimce Tembellik Hakkı`nın iddiaları ütopya olarak kalmaya devam edecektir.

Daha az çalışacak olan insanın beslenme sorununun nasıl çözüleceğine dair her hangi bir öneri yok kitapta. Türkiye ise sadece bir kelime ile geçiştiriliyor. Bir Türk olarak, ülkemin bir kelime ile geçtiği küçük bir kitaba dayanarak 'İyi ki Marxsist değilim' diye düşünüyor ve mutlu oluyorum.