Topluma örnek gösterilen kişi, sadakati ve merhameti ile diğer insanlardan ayrılır. İnsan, gerçek anlamda bu iki özelliği ile insanlık erdemine ulaşır.

Sadık ve merhametli insanlar toplumda dikkat edilmesi gereken insanlardır. İnsan olarak doğmak bizim elimizde olmasa da, insan olarak yaşamak elbette bizim elimizdedir. Yaratılış itibariyle insan olarak dünyaya gelen bir insanın yaşamı, hayvanlardan bile daha aşağı seviyede olabilir. Görünüşü elbette insandır lakin insanlığın özünden hiçbir payı yoktur. İnsan olarak dünyaya gelen bir bireyin, bir yaşam biçimi olarak insani özelliklerini yerine getirerek ölmesi için yaşarken bazı hassas dengeleri gözetmesi gerekir. İnsan olarak doğup da, insanlığın gereklerinden hiçbirini yerine getirmeden ölmek ne büyük talihsizliktir.

Dünya hayatı, insanı insanca yaşamaktan uzaklaştırabilir, kötü heves ve kuruntulara sürükleyebilir. Buna rağmen insanın nefsine hâkim olması, dünyanın aldatıcı süslerine kapılmadan yaşaması ve insanlığından uzaklaşmaması gerekir. İnsanlık hamurunun özünü oluşturan temel mayalardan biri de şefkattir. Şefkat düzleminden ayrılmayan insan özünden uzaklaşmaz, insani vasıflarından kopmaz. En zor şartlarda bile merhameti onu yaşatmaya yeter. Bu nedenle belki de insanlığın en çok ihtiyaçduyduğu duygu şefkattir. Rahmet mayası, insanı kin, dünya hırsı ve hasetten uzaklaştırır.

Aile içi şiddetin ana parametresi sayabileceğimiz merhamet eksikliği insanlığı soykırıma bile götürebilir. Merhametten yoksun bir insan, çevresindekilere büyük zararlar verebilir. Bir babanın evladına olan şefkati, zamanla bir evladın babasına olan şefkatine dönüşür. Merhamet, etkili bir bumerang gibidir. İnsanlığa merhamet eden, insanlıktan merhamet alır. Merhamet görmemiş bir insana bile gerektiğinde merhamet göstermek, örnek insanların yapabileceği bir şeydir.

İnsanoğlu toplumdan uzak kalmak istese de topluluklar halinde yaşamak için yaratılmıştır. Birlikte yaşama kültürünün özünde dostluk ve kardeşlik duyguları vardır. Bu duyguların temel bileşeni sadakattir. Akla bir soru gelebilir. İnsan insana sadık olmak zorunda mı? Hz. Ebu Bekir, Peygamberimize kayıtsız şartsız bağlı kalarak ve bu şekilde yaşayarak, insanlığa vefanın önemini ve değerini anlatmıştır. “O ne dediyse doğrudur” ilkesinden sapmadığı için 'Sıddık`mertebesine ulaştı. Bu prensibi uygulamak için değer verdiğimiz kişilere aynı zamanda güvenmek zorundayız. Attığı her adımına kefil olabilecek dostları olan insanların sadakati ile sıkı insani bağlar kurulabilir. İnsanlar birbirine sadık olabilirse, çözülmesi zor olan sorunlara kolayca çözüm bulunabilir. Durum böyle olmadığı için basit problemler bile sorun yumağına dönüşüyor. Sadakat aşılmaz bir kale gibidir. Kendiyle barışık olan insanlar, diğer insanlara karşı daha anlayışlı ve sadık olabilirler.

Hırs ve haset duygusu insanın ruhunu o kadar tahrik ediyor ki bambaşka bir insana dönüştürüyor ve kendine yakıştıramadığı işleri kolaylıkla yapıyor. Bir yarış atı gibi sahte reçetelerle aldatıcı serapların peşinden koşuyor ve hayatın içinde kayboluyor. Kendini unutacak kadar kafası karışan, zaten başkasını da hatırlayamaz. “İnsanlar hızla bireyselleşiyor” söyleminin arka planında bence bu kafa karışıklığı var.

Açgözlülük, haset, kendini beğenme ve nefret duyguları insan ruhundan yayılan pis bir kokuya dönüşüyor. Ruh hastalıkları sayabileceğimiz bu kötü kokular, insanların sosyal hayatını ve hayat düzenini bozmakla kalmayıp, insanlar arasında kurulan dostluk bağlarını da koparıyor. Bilindiği gibi DNA dizilişindeki küçük bir hata büyük zararları beraberinde getirir. İnsan ruhundaki küçücük bir leke toplumsal felaketlere kapı aralayabilir.

İnsanın insana verdiği değer zamana ve mekâna göre azalır veya artar. Günümüzde bu değer eğrisi azalan yönde seyrediyor görünmektedir. İncir çekirdeğini bile doldurmayan meselelerden işlenen cinayetlerin sebebi belki de insan ruhundaki sarsıntılar ve meydana gelen hastalıklardan dolayıdır. Böylece insanoğlu yaratılış olarak mükemmel bir varlık iken, bir anda vahşi bir kimliğe dönüşebiliyor. İnsanoğlu,  nefsinin hâkimiyeti altına girdiğinde varlığının özünü de kirletiyor. Bu sayede insan öldürmekten zevk alan bir ruha bürünebiliyor.

Sevmek fiilini yeterince kavrayamayanlar aşkı tatmaktan korkabilir. Bu korku onu sorgulanabilir aşklara sevk edebileceğinden, ruhun merkezi olan kalp yeterince ısınmıyor ve ruhsal duygular merkezde yeterince yoğunlaşamıyor. Koşulsuz sadakat olmadan aşk çiçek açmıyor ve meyve vermiyor. Aşkın doruğunda, sevenin sevdiğinden şüphe etmesi düşünülemez. Âşıkta şüphe lekesi belirmeye başlarsa, araya kirli tohumlar ekilmeye başlıyor. Optimum aşkta aşığın aynada kendisini görmesi mümkün değildir. O baktığı aynada ve her yerde aşkını görür. Aşkın nihai ürünü veya çıktısı, benliği sıfırlayarak kendini ifşa etmektir. Aşkı tatmak isteyenler çoğu zaman bilinçaltında sevdiklerini kendilerine benzetme arzusuyla yola çıkarlar. Yüreğindeki aşk ateşini yakmak için bu istekle sevdiğini sevmeye çalışan insan için bu ancak sahte bir oyundur. Yeterince tanımadıkları birini kendilerine benzetmeye çalışanlar ne kendileri gibi davranabilirler ne de sevdiklerini kendilerine benzetebilirler.

İnsanlığın barışa ulaşması ve özgürce yaşayabilmesi için bu duyguların ruh ikliminde harmanlanıp kucaklanması büyük önem taşımaktadır.