'Aşka âşık gönül sahiplerini nasıl tanırsın?' Diye sordu genç.

'Onlar mahzundurlar.' Dedi ihtiyâr. Ve devâm ettiler...

Kalplerinde maraz bulunanlara ne kadar öfkelenseler de aşka hep yenilirler.

Kalbinde maraz bulunanların aşkına mı?

Tabiî ki hayır! Aşka âşıkların aşkları o kadar derindir ki, o aşk, sahibine hükmetmeye başlar.
Kalbinde maraz olan kişi, kerameti kendinden bilse de işin aslı başkadır.

İşin aslı nedir?

İşte o koca bir sırdır evlât;
O sırrı anlatmaya ne ömür, nede dil yetmez. Kanatlanıp uçsan da bulamazsın. Balık olup dalsan derinlere, çıkartabildiğin sadece üçbeş midye olur. Bunların sırları da malû mdur. Ama çok istersen... Gerçekten istersen eğer...

Ve bir gün bu sırra kavuştuğunda onu hiçbırakma. Ve hiçkimseye anlatma. Anlatsan da anlamazlar.

Etrafta o kadar çok ölü var ki bu sırra muhtaç. Gel gör ki dirilmek için yürektir önce asıl ihtiyaç.

'Bilmek yoktur yapabilmek vardır ne yapabiliyorsan bildiğin o kadardır' demiş bir yürek;

Aşkı bildiğini zannedenlerin kör kuyularına nice kalpler hapsolmuştur. Ve marazlı kalp sahiplerinin yapabildikleri ancak açtıkları kuyulara çirkin kahkahalarından bir kapak olmuş.

Varsın onlar yaşadıkları değişik iklimleri aşk sanadursunlar. Bu ütopyadır onların içlerindeki karabasanları besleyen.

Ve her şeyin bir sonu olduğunu unutmuşçasına 'sonsuzluğa' açsınlar yelkenlerini. Bir gün gelip tosladıklarında kafalarını, anlayacaklardır bir illüzyonun ortasında olduklarını.

Hayâllerle yaşama evlât.
Bir gerçeğin olsun aşk olsun.
Şimdi uçbakalım kafesten kurtulmuş bir kuş gibi sırra doğru.
Kanatlarım yanarsa diye korkma! Yanmaktan korkacaksan o zaman hiçuçma.