Ahmet Güneştekin, tarih ve kültürün sınırlarında dolaşmayı seven bir sanatçı. Bu kez Art İstanbul Feshane’nin tarihi atmosferinde yer alan “Kayıp Alfabe” sergisiyle, mitoloji, hafıza ve kültürel kimlik temalarını masaya yatırıyor.
Sergi, yalnızca görsel bir şölen sunmuyor; aynı zamanda izleyiciyi geçmişin ağır yükleriyle yüzleşmeye ve onları yeniden yorumlamaya davet ediyor. Güneştekin son sergisini şöyle özetliyor, “ Kayıp Alfabe kuşkusuz sanat hayatımın en önemli ve en kapsamlı sergisi. Son altı yıl içinde yapmış olduğum eserlerden oluşmakla birlikte pratiğime çok geniş bir ölçekten bakıyor. Tüm sergilerin kişisel bir boyutu vardır. Bu sergi kişisel dünyamı gösteriyor ama bununla birlikte onunla örtüşen kolektif bazı unsurları da yansıtıyor. “
Kayıp Alfabe’yi , yalnızca bir sergi değil, aynı zamanda bütünüyle bir metafor olarak değerlendirebiliriz. Güneştekin’in eserlerinde sıkça karşımıza çıkan mitolojik göndermeler, aslında geçmişin sadece bir anlatı olmadığını, kimliğimizin yapı taşlarını oluşturduğunu gösteriyor. Sanatçı, kaybolan diller ve kültürler noktasını temel alarak oluşturduğu eserleriyle izleyicide şu soruyu akla getiriyor : Kimlik, yalnızca geçmişten mi ibarettir, yoksa onu yeniden yazmak mümkün müdür?
Renkler, Katmanlar ve Görsel Zenginlik
Güneştekin’in sanatını tanımlayan en güçlü unsurlardan bazıları , renklerin çarpıcılığı ve eserlerin boyutlarıdır. Küresel eleştirmenler kimi zaman Güneştekin’in bu renkli ve yoğun işlerini “aşırı dekoratif ve ticari” bulsalar da o’nun eserlerinin görselliği ve malzeme kullanımındaki ustalık, bu eleştirilerin önüne geçiyor.
Feshane’nin yüksek tavanlı, geniş mekânlarında sergilenen devasa ölçekli eserler, izleyiciye hem fiziksel hem de duygusal bir ağırlık hissettiriyor. Bu eserler yalnızca estetik bir deneyim sunmuyor; aynı zamanda kültürel hafızanın kaybolan katmanlarını ortaya çıkarıyor.
Sanatçının hazırlık sürecinde kullandığı malzemeler ve teknikler ise serginin temelini oluşturuyor. Bronz dökümler, büyük mermer parçaları, seramik işleri taş formlarla böldüğü heykeller, mozaikler, anadolunun etnik kimliğine ait yemeniler ve parlak renklerle bezeli tuvaller, hem geleneksel el işçiliğini hem de çağdaş sanatın inceliklerini bir araya getiriyor. Bu bağlamda Güneştekin, tarihsel bir mirası çağdaş bir üslupla buluşturuyor.
Serginin dikkat çekici enstelasyonlarından biri olan “Hafıza Tepesi” ni sanatçı en kişisel eserim olarak değerlendiriyor. “Lastik ayakkabılarla çalıştığım Hafıza Tepesi oldukça kişisel bir enstelasyon. Lastik ayakkabı benim için yokluk duygusunu ifade eder. Çocukluğumdan tanıdığım bir nesne. Bu lastik ayakkabılar daha sonra da tekrar tekrar önüme çıktı. Êzîdîler’in Şengal’de başlayan uzun sürgününde, Roboski’de ve Soma’da yer altında kalan maden işçilerini bekleyen ailelerin ayaklarında, Hrant Dink’in katledildiği Agos Gazetesi binası önünde altı delik ayakkabılarıyla yüz üstü yattığı son fotoğrafında, ve hatta insan yapımı doğal bir afete dönüşen depremde yer toprağına karışarak moloz haline dönüşen eşyaların arasında. Benim için artık orada olmayan bir bedenle, her bir ayakkabı parçası arasında doğrudan bir ilişki var. Her biri birer hafıza taşıyıcısı. “
Unutulanı Hatırlamak
Güneştekin’in “Kayıp Alfabe” sergisindeki en etkileyici yerleştirmelerden bir diğeri “Mübadilin Kayığı”, zorunlu göçlerin ve geçmişin travmalarının simgesel bir temsili olarak karşımıza çıkıyor. Mübadele dönemiyle ilişkilendirilen bu eser, yalnızca fiziksel bir göçün değil, aynı zamanda insanların dillerini, kimliklerini ve kültürel aidiyetlerini kaybettiği bir süreç olarak okunabilir. Kayığın parçalanmış ve aşınmış görüntüsü, bu zorunlu göçlerin derin yaralarını yansıtırken, belleğin çatlaklarında kalan hikâyelere işaret ediyor. Güneştekin, bu yerleştirmeyle bizi tarihin silinmiş sayfalarına götürüyor ve şunu soruyor: Bir insan köklerinden koparıldığında geriye ne kalır?
Sergiye ismini veren Alfabelerin kaybolması ve parçalanması üzerinden kültürel asimilasyon ve toplumsal hafızanın yok edilmesi çıkarabileceğiniz anlamlardan bazıları . Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine geçilen süreçte alfabenin değişimi, bir toplumun hafızasına yapılan radikal bir müdahaleyi temsil eder. Harf Devrimi gibi büyük dönüşümler, toplumun hem geçmişle bağını koparır hem de yeni bir kimlik inşa etme çabasını yansıtır.
Güneştekin’in “Kayıp Alfabe” sergisini, yalnızca bir sanat eseri değil, aynı zamanda geçmişle bugünün, hatırlama ve unutmanın kesiştiği bir alan olarak okuyabiliriz. Bu sergi, tarihin parçalanmış ve bastırılmış katmanlarına dokunarak, izleyiciye şu soruyu yönelttiğini düşünüyorum: “Hafıza yalnızca hatırlanan mıdır, yoksa unutturulanların toplamı mıdır?”