Gülümsemeden ayrılmayalım

“Aşkım, eğer beni dinlemek istersen ve sözlerime inanacak isen sana son kez bir daha anlatabilirim” dedi genç...
Nişanlısı durdu, yutkundu ve başını öne eğdi:
-Tamam dinliyorum söyle hadi dedi, istemsizce... 
Sevgilisinin öfkesine rağmen tane tane anlatmaya başladı genç: 
-Aşkım bana inanırsan eğer, seninle evlenmeye karar verdiğim andan itibaren sana karşı asla yanlış bir şey yapmadım. Yapmayı da aklımın ucundan geçirmem. Ama eğer bana inanmamaya devam edersen aramızdaki bu aşk biter ve evliliğimize burada veda etmek zorunda kalırız.
Gençkız yutkundu, gözleri doldu. Gururunu ayaklar altına almamak için kendini kontrol etti ve şöyle cevap verdi:
-Demek beni bu kadar kolay bırakabiliyorsun öyle mi?
-Hayır kolay değil, bana inanmayan birisiyle bir ömür birlikte yaşayamayacağımı söylemek istiyorum...
***
Değerli okuyucular, 
Bu tür konuşmalara gerek televizyon dizilerinde gerek kendi aramızda çok rastlarız. Hatta kendimiz bile yaşarız. Burada yapılan iletişimi yorumlamadan önce şunu söyleyebiliriz ki iletişimde iki tarafın da birbirine karşı sorumlu olduğu yönler vardır.
Konuşan, yani “ileten” taraf ne söylemek istediğini açık ve net bir biçimde ifade etmeye çalışmalıdır. Bazen size bir sürü şey anlattığı halde anlamadığınız bir konuşmanın sonunda sabrınız taşar. Dönüp dersiniz ki karşıdakine:
- Sen ne anlatıyorsun ya? 
Öbürü de dinleyene öfkesinin yansıtarak: 
“Türkçe konuşuyorum anlamıyor musun?” der...
Ama bu sinir çıkışları iletişimi kurtarmaya yetmez... Hatta bazen aksine iletişimi tartışmaya, daha üzüntü verici sonuçlara sürükleyebilir.
Atasözümüz vardır değil mi? “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa” denir. 
Peki öyleyse “konuşa konuşa” anlaşanların sayısı neden her geçen gün azalmaktadır?
Neden konuşmalarda sık sık “ben diyorum bayram haftası, sen anlıyorsun ambar tahtası” türü öfke patlaması yaşanır? 
Şunu unutmamak gerekir ki başarısız bir iletişimde ne “bayram haftası” diyen ne “ambar tahtası” anlayan haklıdır... 
Başarılı iletişimde her iki tarafın da sorumluluğu ortak derecededir... Yani bir konuşmada anlatan etken, dinleyen edilgen rolde kabul edilemez. 
Başarılı bir iletişimde “gönderen” kadar “alıcının” da etkin olabilmesi olmazsa olmazdır. 
Konuşan kimse karşısındaki kişinin o anki durumunu, bilgisini, kültürünü, konuşmayla ilgisini eğer ölçemezse, ne kadar haklı veya doğru olursa olsun istediği başarıya ulaşamaz.
Bu nişanlı gençler arasında geçen iletişimde, anlatan “kendine inanılmasını” önemserken, nişanlısı gençkız kendisine olan “sevginin değerini” ve “vazgeçilmezliğini” öncelemektedir.
Oysa burada ikisine de aynı soru yöneltilse, ikisi de “kendine inanmanın” önemini ve “vazgeçilmez” olmayı kabul edecek durumdadır. 
Dolayısıyla bu iki gençbu önemi birbirine anlatabilir ve ikna edebilirlerse bu nişanlılık evliliğe kadar uzanacaktır. Anlaşamazlarsa önce nişanlılık ardından evlilik çıkmaza girebilecektir...

Diğer taraftan bir dilbilimcinin bir mühendisle, bir gemicinin bir ayakkabıcı ile aynı konuları konuşabilme ihtimali ne kadar az ise bir öğretmenin bir öğrenci velisi ile, bir hasta yakınının bir hemşire ile ortak konularda konuşma ihtimali o kadar çoktur.
İletişimde konuşan ile dinleyenin, konuya ortaklığı oranında iletişim başarıya ulaşmaktadır.

“İletişimin başarıya ulaşmasında 
büyük payın konuşana ait olduğunu 
zannetmek bir iletişim yanlışıdır.”

Bir de başarılı iletişimde beden dilinin çok önemi vardır. Bir konuşma esnasında konuşanın ve dinleyenin ciddiyeti, gülümsemesi, ilgisizliği, başka şeylerle meşgul olması iletişimi olumlu veya olumsuz etkileyecektir. 
Konuşan kimsenin anlatacağı konu ne kadar önemli olursa olsun ne kadar faydalı olursa olsun karşısındaki kişiye beden dili olarak gerekli pozitif enerjiyi yansıtamazsa kesinlikle iletişimde sonuca ulaşamaz... 
Günümüz insanı böyle kimseleri “buzdolabı gibi” diye yaftalarken atalarımız böyleleri için “kendisi bal satıyor ama yüzü sirke satıyor” sözünü söylemişlerdir... 
Yani konuşmada yüzü asık olan kimse dinlenmez... İletişimde gülümsemek, dinleyen için de başarı ön şartıdır... 
Konuşan için gülümsemek, beden dili olarak “art niyetli olmadığını” belirtirken dinleyen için gülümsemek, “konuşanı ciddiye almak” konusunda beden dilidir.
Gülümsemek gülmek değildir... Gülümsemek olumlu olmanın yüze yansımasıdır... 
Konuşmalarımızda görüşmelerimizde gülümsemeden ayrılmayalım... 
İşte o zaman “insanlar konuşa konuşa” atasözünü yakalamış oluruz...