Öğretmen öğrencilerine haftanın ilk dersinde o hafta okuduğu kitap hakkında bilgi verebilir. Kitabı öğrencilere göstererek kitap hakkında bilgi verirse çok daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. Kitabın kapağı hakkında yorum yapılabilir. Kitap kapağının üzerindeki renkler, kitabın ismi ve içeriği hakkında bilgi verilirse iyi olur. 

Öğrencinin aklında en azından kitabın adı, yazarı ve kapağı kalır. Aynı kitabı bir yerde gördüğü zaman 'Öğretmenimiz bize bu kitabı anlatmıştı, hatırladım.' 

'Bu kitap güzeldir.' deyip hiçdüşünmeden alabilir. Kısacası öğretmen her gün okuyun demektense haftada bir gün somut olarak bir kitabı tanıtırsa çok daha etkili olacaktır. 

Bu davranışıyla da bazı öğrencilerin özünde yeni kıvılcımların yandığını görecektir. O kıvılcımı bir tutuşturabilirsek ondan sonrası kolay olacaktır. Bütün mesele lokomotifin motorunu inşa etmektir, vagonlar zaten peşinden gelecektir. Buna hiçşüphe yok!

Öğretmenimiz bize sürekli, 'Okuyun!' deyip duruyor. 'Acaba kendisi okuyor mu?' sorusuna yaptıklarımızla, somut hallerimizle cevap verebilmeliyiz. Okuyan öğretmenin okuyan öğrencileri olacaktır. Okuyan velilerin okuyan çocukları olacaktır.

Çocuklarımıza her an rol model olabilmeliyiz. Sadece satırdan okur gibi 'okuyun çocuklar!' dersek bu iş tam da yerini bulmayacaktır. Sadırdan oku diyebilmeliyiz, bu da uygulama gerektirir. Yani önce kendimiz yapmalıyız ki çocuğa tesir etsin. Yoksa havanda su dövmeye devam ederiz.

'Bir insana kırk gün deli dersen deli olurmuş.' Tıpkı bunun gibi bir öğretmen her hafta öğrencilere kitap tanıtırsa kendi okuduğunu somut olarak ifade ederse öğrenciler de mutlaka okumaya başlayacaktır. Bu bir kişi bile olsa değmez mi? 

Öğrenci, öğretmenin dediklerinden ziyade yaptıklarını yapar. Hayatın her alanında olduğu gibi bu her yerde böyledir. Öğretmenin haliyle hâllenir öğrenciler. Buna en güzel örnek şu hikâye olsa gerek:

Kırk Gün Bekleyen İmam

Çocuğun birisi, bal hastası imiş... 

Yatar kalkar, gezer dolaşır, bal istermiş hep... 

Ana baba, çocuklarının bu bal tutkusunu önleyebilmek için her çareye başvurmuş. Hekimlere gitmişler, tedbirler uygulamışlar, ama nafile! Çocuk, bal diye tutturuyormuş. En sonunda, İmam-ı Â zam Ebu Hanife Hazretleri ni tavsiye etmişler.

- Bir de O na gidin!

Gitmişler.

İmam-ı Â zam Hz. çocuğu almış karşısına, dönmüş ana babasına

- Kırk gün sonra gelin demiş.

Anne baba bir anlam veremese de, çaresiz geri dönmüş. 

Kırk gün geçtikten sonra ise, tekrar varmışlar İmam-ı Â zam Hazretleri nin huzuruna.

  İmam-ı Â zam, şöyle bir bakmış çocuğa. Sonra, iki eliyle yanaklarını okşayıp, şöyle demiş çocuğa:

- Bundan sonra bal yeme evlâdım!

O kadar!

Anne baba yine şaşkın. Öyle ya, kırk gün boyunca bunun için mi beklediler?

  İmam-ı Â zam, bu sözü söylemek için kırk gün niye bekledi? 

Bunu düşüne düşüne dönmüşler evlerine. 

A, o da ne?

Dakka başı bal isteyen çocuk, artık bal mal istemiyor! 

Bal hastası çocuk, artık bal sürmüyor ağzına! 

Merak etmişler bunun sebebini. Tekrar gitmişler İmam-ı Â zam Hazretleri nin huzuruna. 

Sormuşlar

- Ya İmam, nedir bunun hikmeti?

Gülümseyerek cevap vermiş İmam:

- Niye kırk gün bekledim? 

Çünkü kırk gün önce, ben de bal yiyordum. Bal yiyen birinin, bir başkasına bal yeme demesinin hiçbir etkisi olmazdı. Kırk gün önce bal yemeyi kestim. Önce kendi nefsimde denedim bal yememeyi. Kendim başarınca sözüm de tesir etti evlâdınıza!

Kıssadan hisse almak da iyi okurların kârıdır. Çağımızın en büyük meselesi de bu değil mi zaten! Herkes biliyor ancak uygulayan yok. 

O yüzden diyoruz ki 'Sadece bilen değil uygulayabilen nesiller yetiştirmeliyiz.' Çünkü bilmek ve bilgi bir tık ötede ancak bilgelik uzun ve meşakkatli bir yol. 

Sözden öte, özde yanan bir köz gerekir bilgelik için. 

Masa başında yazılan şiirlere benzer bilmek, oysa yaşanmış bir güzelliği kâğıda aktarmak bilmenin çok ötesine giden bir yoldur. Bu yolda da yürümek gerçekten er kişinin kârıdır. 

Rol model demiştik sözün bidayetinde. Nihayetinde de 'Bal yapıp sofraya koymak gerektir.' diyelim. Bal bal demekle, balın tadını anlatmakla bu işin olmayacağını bilelim. 

Mangalda kül bırakmayan insanların sayısı çok fazla ancak bizim derdimiz '; insan ölür eseri kalır.' anlayışını devam ettirebilmektir. Bu anlayışla rol model olabilmektir, derdimiz.

Arı kovanları bizi bekliyor, çiçekler öz hazırlamış ikram ediyor. Sofraya oturmaya yüzümüz olsun, zihniniz ve gönlünüz muhabbetle dolsun. 

Unutmayın! 'Rol model' demiştik. 

Not: kâri: okuyan, okuyucu