Her eğitim kurumu bir hikâye anlatır. Binaları, öğretmenleri, koridorlarındaki yankılar, teneffüslerdeki kahkahalarla yazılan bir hikâyedir bu. Ama son yıllarda Türkiye'de birçok özel okulun hikâyesi duraksadı.

Öğrenci kayıtlarında düşüş, kamuoyunda güven kaybı, velilerin gönlünde oluşan tereddütler…

Eğer bir özel okulun sahibi olsaydım, bu hikâyenin kaldığı yerden güçlü bir dönüşle devam etmesi için ne yapardım?

İlk iş olarak, kendimi okulun tabelasının değil, öğrencisinin göz hizasına koyardım. Eğitimde zorluklar vardır, ama krizler çoğu zaman sahiciliğe ve fırsatlara davettir. Bu yüzden çözüm arayışımı üç zamana ayırırdım: bugün ne yapabilirim, yarın neyi değiştirebilirim, beş yıl sonra nasıl bir iz bırakabilirim?

I. Kısa Vadede (0-6 Ay): Güveni Onarma Zamanı

Bir kurumun ayakta kalması, önce içine sonra dışına güven vermesine bağlıdır.

Bu nedenle ilk adımım, ailelerle yüz yüze, samimi görüşmeler yapmak olurdu. Şikâyet değil çözüm dinlemeye giderdim. Velilerin okulu terk etmesindeki gerçek sebepleri öğrenmek isterdim: fahiş ücretler mi, öğretmen sirkülasyonu mu, samimiyet eksikliği mi, başarının düşüşü mü, rakiplerin agresif politikaları mı?

"Açık kapı politikası" uygulardım. Veliler, okulu yalnızca kayıt dönemlerinde değil, diledikleri her gün çocuğunun eğitiminin parçası olarak hissedebilmeli.

Okulun tanıtım dili de değişirdi: Gösterişli görsellerin yerine çocukların gözlerindeki merakı gösterirdim. Sosyal medyada "biz ne öğretiyoruz" değil, "çocuklarımız ne keşfediyor" diye sorardım. Çünkü artık insanlar gösterişli değil, sahici, samimi okullar arıyor.

II. Orta Vadede (6-18 Ay): Eğitim Vizyonunu Netleştirme Zamanı

Öğrenci kaydı sadece fiyatla ya da fiziksel imkanla kazanılmaz. Asıl fark, okulun bir duruşunun olup olmadığıyla ilgilidir. Bu da üzerinde iyi çalışılmış ortak bir vizyon, ilkeler ve politikalarla olur.

Bu yüzden, okulun kimliğini netleştirirdim. Her şeyi yapmaya çalışan bir okul yerine, bir alanda derinleşen, belirli bir eğitim felsefesiyle tutarlı yaşayan bir kurum olmak gerekirdi. "Biz karakter eğitimiyle var olmak istiyoruz" diyorsak, bunu törenlerden, kantin sırasından yemekhane ve veli toplantılarına kadar yaşatmak gerekirdi.

Öğretmen yatırımı da bu sürecin merkezinde olurdu. Öğretmenine güvenmeyen okul, dış duvarda altın kaplama bile olsa içi boş bir kabuktur. Nitelikli öğretmeni elde tutmak için gereken ücretin yanı sıra, saygınlık ve gelişim fırsatı sunardım.

Bununla birlikte, akademik başarıya ulaşmak istiyorsak bunun için de stratejik adımlar atardım. Sınavlara hazırlık sürecinde ölçme-değerlendirme merkezli veri odaklı takip sistemleri kurar, öğrencinin bireysel öğrenme haritasını çıkararak ona özel bir destek planı geliştirirdim. Ezbere dayalı yarışın değil, anlamaya dayalı başarının peşine düşerdim. Böylece veliler okulun yalnızca "iyi insan yetiştirmek" değil, aynı zamanda "başarılı bireyler mezun etme" iddiasına da inançla sarılırdı.

III. Uzun Vadede (2-5 Yıl): Marka Değil, Değer İnşa Etme Zamanı

Öğrenci sayısı artabilir, kampüs büyüyebilir ama asıl mesele; mezunların, okul hakkında ne hissettikleridir.

Bu nedenle uzun vadede yalnızca bir eğitim kurumu değil, bir yaşam topluluğu ve kültür inşa etmeye çalışırdım. Ebeveyn kulüpleri, öğretmen-akran mentorluk sistemleri, mezun-aile bağları gibi yapılarla, okulun sadece "eğitim alanı" değil, "aidiyet mekânı" olmasını sağlardım.

Toplumsal katkıyı da unutmam. Okul yalnızca kendi öğrencisine değil, çevresine de fayda sağlamalıdır. Bir okul, mahallesine, yakın çevresine ve ülkesine umut yayabiliyorsa orada gerçek bir eğitim başlıyordur.

Son Söz:

Bugün özel okulculuk, sadece bina yapmakla değil, güven inşa etmekle ilgilidir. Güven inşa etmek çok uzun yıllar emek ister. Eğer bir özel okulun sahibi olsaydım, "müşteri" değil "emanet" gözüyle bakardım çocuklara. Kalıcı bir eğitim kurumu olmak lafla değil, samimiyet, şeffaflık ve sürdürülebilir eğitim vizyonu ile olur.

Çünkü iyi okul, tabelayla değil; içindeki insanların tutkusuyla var olur.