Acaip küfürbaz bir millet olduk. Küçücük çocuktan, büyüğe kadar herkes küfür ediyor. Çok üzülüyorum. 'ESKİ TÜ RK SECİYYE VE AHLÂ KI' mutlaka okutmalıyız. İsmail Hâmi Danişmend kitabın önsözünde şöyle yazıyor:' Yalnız büyük zaferlerin, büyük bir medeniyetin varisi değil, aynı zamanda, büyük ahlâk prensiplerinin, kuvvetli bir seciyenin de varisiyiz. Mazimizin güzelliklerini ihya etmek ve onları benimsemek kuvvetimiz olmalıdır. Bugün, terk ettiğimiz eski memleketlerde medeniyetimizin ve içtimaî hayatımızın izleri, hâlâ canlılığını muhafaza etmektedir.'

'Eski Türklerin bilmedikleri fenalıklar' faslında Du Loir m 'Les voyages du Sieur Du Loir' isimli eserinden alman şu cümleler dikkat çekicidir: 'öfke ile intikam hissinin mahsülü olduğu kadar kumarbazığında da tabiî bir neticesi olan küfürbazlık Hıristiyan memleketlerinde müthiş surette ve tamamiyle kâfirce sarfedilip durduğu halde, Türkiye`nin ne sokaklarında duyulabilir, ne de evlerinde işitilir. Bu halin bizim yüzlerimizi kızartacak ve bizi hayretler içinde bırakacak tarafı da şudur ki Türklerin yalnız ağızlarında değil, dillerinde de küfür kelimeleri yoktur. Onlar yalnız (Vallahi) diye Allaha kasem ederler'

Bir zamanlar Londra Ticaret Odası`nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: 'Türklerle alışveriş et, yanılmazsın.'

Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası`nın toplantılarında oylar eşit çıkınca Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.

Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa`ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil,  şöyle bahsediyor:

'Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.'

Fransız müellif Motray, 1700 lerdeki örnek halimizi şöyle anlatıyor:

'Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiçtanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaçkere Beyoğlu`ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir.'

İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740 ların Türkiye`si için şunları söylüyor:

'Gerek İstanbul`da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır.'

Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor:
'Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar,Türkler arasında meçhuldür; Öyle bir dürüstlük gösterirler ki,insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır.'

Fransız müellif Dr. Brayer, 1830 ların İstanbul`unu getiriyor önümüze:
'Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul`da her sene azami beş-altı hırsızlık vak`ası görülür.'

Ubicini Dr. Brayer`i şöyle doğruluyor:
'Bu muazzam payıtahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu`nda ise hırsızlık ve cinayet vak`aları olmadan gün geçmez.'

Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880 lerin 'biz'ini anlatıyor bize:
'İstanbul Türk halkı Avrupa`nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz.'

Türkiye Seyahatnâmesi`yle meşhur Du Loir`un 1650 lerdeki hükmü şöyle:
'Hiçşüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.' Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.

Bu konuda dilerseniz Elisee Recus`u dinleyelim, bize 1880 lerdeki halimizi anlatsın:
'Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır; Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir.'

Comte de Marsigli`yi tekrar dinleyelim:
'Yazın İstanbul`dan Sofya`ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum.'

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor:
'Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler.'

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı avukat Guer misallendiriyor:
'Türk şefkati hayvanlara bile şamildir' dedikten sonra şu örneği zikrediyor:
'Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar; Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür; '

'Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar.

Bunu yapan bir Türk`e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum.
Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: Allah`ın rızasını tahsile yarar.'

Biz biz yapan, bu güzel hasletlerimiz mazide kalmamalıdır.