Fahir Onger tarafından kaleme alınan bu yazı, Sanat ve Edebiyat Gazetesi`nin,18 Ekim 1947 tarihli nüshasında yayınlanmıştır. 75 yıl sonra da önemini koruduğunu düşündüğümüz bu makaleyi bu hafta dikkatinize sunuyorum. Fahir Onger`in yazının başında bahsettiği 'Telif hakları ve Sonuçları' isimli önemli makalesini de önümüzdeki haftalarda köşeme taşıyacağım.

'Telif Hakları ve Sonuçları`nı inceleyen birinci yazımın nihayetinde Yazarlarımızın tam bir refaha kavuşması, yalnız memleket için değil memleket dışında da ilgi uyandırmakla mümkündür` demiş ve bunun için bazı tedbir ve çarelerin düşünülmesi gerektiğini söylemiştim. Bu yazımda, sadece yazarlarımızın maddi refahı ve fikrî inkişafı bakımından değil, fakat aynı zamanda - hatta daha önemli olarak - Türk harsının dünyaya tanıtılması yönünden bir kültür propagandasına ihtiyacımız olup olmadığı meselesi üzerinde duracağım.

Tarih boyunca devam edegelen olaylar bize öğretiyor ki bir milletin geçmişi ve geleceği kültür ve sanat eserlerinin kuvveti ölçüsünde sağlamdır.

İngiltere`yi, Fransa`yı, İtalya`yı, Almanya`yı ayakta tutan şey zengin bir sanat ve kültür mazisine sahip oluşlarıdır. Bu memleketlerden söz açıldığı vakit dünyanın en ücra köşesindeki adamlar bile Shakespeare, Hugo, Dante, Goethe, vs.nin isimlerini hatırlamakta zorluk çekmezler. Yunan ihtilâli esnasında Lord Byron`un yazı ve hareketleri neden ileri gelmiştir? Bu misalleri istenildiği kadar çoğaltmak ve genişletmek pek mümkündür. Bizi burada bilhassa ilgilendiren nokta büyük ve deha sahibi olduklarında ittifak edilen kişilerin, gelecek nesillere daima bu vasıflarıyla tanıtılmalarıdır. Yâni pek yakından alâkadar olanlar istisna edilirse, büyük kütle bazı fikir, sanat ve edebiyat adamlarını kendisine kabul ettirildiği şekilde kıymetlendirmektedir. Bilfarz her hangi bir şahıs Shakespeare dâhidir` derken bu hükme mutlaka, Shakespeare`in tekmil eserlerini inceleyerek varmış değildir daha büyük bir ihtimalle onu tetkik eden bir müellifin fikrini alıp tekrar etmiştir. İşte muayyen bazı kimseler hakkında verilmiş hükümlerin bu şekilde tekrarını temin etmek bir nevi propagandadır.

Bugün birçok enstitüler ve neşriyat evleri bu esastan faydalanmakta, muntazam yayım yapmak suretiyle şahıs ve eser tanıtmaktadırlar. Fransa`da bir kitabevinin, bastığı eserleri ve kontratla bağladığı yazarları okuyuculara takdim etmek maksadıyla La Gazette des letters` isimli bir dergi çıkardığını görüyoruz. Bu nihayet ticarî fikri kuvvetli bir teşebbüsün ferd olarak başardığı bir iştir.

Daha esaslı bir müessese, memleketimizde de şubeleri bulunan Librairie Hachette dir. Dünyanın her tarafına Fransız kültür ve edebiyatını yayan bu geniş teşkilâtın faaliyeti ve fonksiyonu şüphesiz birincisinden daha önemlidir.

Batıda bu iş bizzat devlet eliyle de organize edilmekte, millî eserler yabancı dillere çevirtilerek dış memleketlerde yayımlanmaktadır. Hatta daha iyi randıman alabilmek için Basın Yayın ve Propaganda Bakanlıkları` kurularak bu gibi çalışmalar büyük tahsilatlarla beslenmekte, netice olarak da bittabi memleket sanat ve kültürü bütün dünyaya tanıtılmaktadır. Devletleşmiş propaganda teşebbüsleri için tipik örneklerden birini Sovyet Rusya`nın takip ettiği haricî kültür politikası teşkil eder. Bu gün UNESCO adı verilen Birleşmiş Milletler Kültür Organizasyonu, dünyaya şâmil topyekû n müspet propagandanın en yeni ve en canlı numunesidir.

Bu en son teşekküle katıldığımız halde kültür propagandasına dair her hangi bir harekete giriştiğimiz görülmüyor.

Esefle söylemek mecburiyetindeyim ki biz kültür işlerini ve bunun dünya efkârına tanıtılmasını şimdiye kadar çok ihmal etmiş bulunuyoruz. Her memleket bir kaçşair, ressam, mimar, muharrir, mütefekkir ve filozof ismi hatıra getirmektedir. Medeniyetimizin çok büyük bir geçmişi olmasına rağmen Türkiye dendiği vakit sadece bir iki değerli Devlet adamının hatırlanması, yabancıların cehaletini değil, bizim bu meseleye ne kadar lâkayıt kaldığımızı anlatır.

Şimdiye kadar daima ortaya çıkan eserlerimizi memleket seviyesine göre kıyaslayarak ölçtük. Bugün olayların gelişmesi karşısında bir memleket ölçüsünün varit olamayacağı aşikârdır. Daha harbin içindeyken bile aklı başında bazı kimseler Atlantik kültüründen bahsediyorlardı. Her türlü fikir, sanat ve edebiyat eseri için bugün ölçü dünya çapına yükselmiştir. Recai zade şu tarihte, o zamanın şartları içinde iyi bir şair olarak kıymet kazanır.` diyemeyiz. O tarihe insek bile o tarihte dünya şiirinin kaydettiği inkişafı gaye diye ele almak ve bilfarz Recaizade`yi bu ölçüye göre değerlendirmek zorundayız.

Böylece edebiyat ve sanat tarihlerimizi yeniden gözden geçirmek ve hükümleri tashih etmekle beraber, aktüel edebiyat ve sanatımızı da vakit kaybetmeden bu dünya çapı mihengine vurmamız lâzımdır. Fikir, sanat ve edebiyat adamlarımız eserlerini bu ölçüye göre ayarlamak ve alacakları neticeye göre de yerlerini tayin etmek mecburiyetindedirler. Dünya ölçüsünde eser veren fikir ve sanat adamları da himaye edilerek eserleri İngilizce ve dünya efkârına tanıtılmalıdır. Bu, olgun eseri elde etmek için, mükâfat usulünden daha teşvik edici ve alâka verici bir usuldür ve aynı zamanda eser ve şahıs dolayısıyla memleket sanat ve kültürünün bir propagandasıdır.

Fakat hayale kapılmadan biraz içdurumumuz üzerinde düşünelim. Beş, altı yıl önce bir tasfiye meselesi ortaya çıktığı vakit, çok kimseler bu hareketi küstahça buldular. Hâlbuki Edebiyatımız yok, kültür eserimiz yok, sanatımız yok` diyen gençmünekkitlerin neden böyle feryat ettiklerini araştırsalardı, bugün bile düşünülmemiş olan şu büyük hakikati görürlerdi: Edebiyat, fikir ve sanatın varlığı ancak bunlara ait eserlerin göz önünde durmasıyla mümkündür.

Kitapçı camekânlarına bir göz atılsın, değil beş altı yıl önce, bugün dahi isimlerini kitaplarda okuduğumuz o ulu edip ve şairlerimizden kaçtanesinin kaçeserini bulabiliriz. Arap harfleriyle basılmış eski nüshalar ya tükenmiş yahut da kaldırım üstünde müşteri beklemekten pespaye bir hale gelmiştir. Görünüşü insanın edebî zevkini tahrik etmekten çok uzaktır. Bugünkü yazı dilinde çıkan kitaplarsa hem miktarca çok azdır hem de ne transkripsiyonu ne de not ve açıklamaları ihtiva etmektedir. Bugün yapılacak iş, esaslı bir tetkikten sonra fikir adamı, yazıcı ve şairlerin tekmil eserlerini ele alarak bunları Külliyat` halinde fakat not ve açıklamalarla beraber büyük bir seri olarak basmaktır. Edebiyat, fikir ve sanatımızın varlığını, eserlerin tekrar basıldığını görmek ve istediğimiz anda onlara malik olmakla anlarız.

Batı memleketlerinde yeni kurulan her kitabevi evvelâ telif hakkından muaf olan klasikleri tam bir seri halinde bastırıp camekânlarına yerleştirir. Onlardan sonra sermayesi nispetinde modern eserlere kayar. Hâlbuki bizde tâbiler Türk telif eserlerine adeta düşmandırlar. Bunun için her hangi bir kitabı 50 veya 100 defa basılmış tek yazarımız yoktur. Bu iş de gene devlete düşüyor. Ya Milli Eğitim Bakanlığı emrinde bir büro tarafından Türk fikir ve edebiyatına ait eserler seçilerek basılıp yayılır veyahut klâsiklerin tercümesini idare eden mevcut teşkilâttan faydalanarak bu işe başlanılır. Edebiyat tarihine girmek demek, eserlerini her yıl bir kaçdefa bastırmak demektir.

İşte tasfiyecileri inkâra sevk eden sebep buydu.

Biz daha henüz bu işi yapmamışız. Gayet tabii olarak teşkilâtlı, mükemmel, bol tahsisatlı bir bakanlık kadrosuyla dünya ölçüsünde propagandaya girişmek bugün için bir ütopiedir. Bu düşüncenin utopie olmaktan çıkarak mümkün hale gelebilmesi için evvelâ fertlerin kendi aralarında anlaşarak sanat ve fikir hareketlerini organize etmeleri lâzımdır. Nasıl sanayide rekabetlere karşı tutunabilmek için küçük esnaf ve zanaatkârlar kooperatifleşmeye mecbur kalırlarsa sanat ve kültür hayatımızın kalkınması da aynı mevzu etrafında çalışan fertlerin dernekler ve kulüpler kurmasıyla imkân dâhiline girebilir. Rakip memleketlerin büyük ölçüde yaptıkları kültür propagandası karşısında benliğimizi muhafaza edebilmemiz için ilk şart zannımca budur... Bundan sonrası doğrudan doğruya devlete aittir.

Düşünmek lâzımdır ki birçok ansiklopedilerde Türk harsına ait madde ya hiçyoktur ya pek kısa olarak konmuştur veyahut da tamamen yanlıştır. Bunda o işle uğraşanların suçu olduğu kadar, kendimizi tanıtmakta kayıtsız kalışımızın da rolü vardır.

Bugün karşı karşıya geldiğimiz kültür ve sanat meseleleri bunlardan ibaret değildir. Daha nice buhranlar ve davalar, kendilerine şifa verecek elin temasını bekliyorlar.

Gelecek yazıda muharrirlerimizin çalışmalarını ele alarak Memleketi tanımak` işini inceleyeceğim.'