`height=

Hayatta herkesin aklında bir isim ya da lakap dolaşır; Onun da aklında bir lakap vardı. 'Şef', kumsalın şefi, kısacası Kumsal Şefi. 

'isimlerin ne önemi var' dedi adam. Şu ada ya da bu ada gidiyoruz işte; Kadın adama sırtını döndüğünde güneş batıyordu. O çok sevdiği kızıllık gökyüzüne yayılırken Tavşan Adasına doğru yol almışlardı bile. 

'Kumsal Şefi de kim' derken yüzüne yayılan alaycı gülümseme adamı incitiyordu her seferinde. 'Onu tanıyınca çok şaşıracaksın' derken gençadam, kadın bu sefer daha da ileri giderek koca bir kahkaha attı başlarına gelecekten habersiz. 

Hava çok güzeldi. En ufak bir esinti yoktu. Göz kamaştıran tek şey gökyüzündeki renk cümbüşüydü. Ancak ressamların keşfedeceği içiçe geçmiş o muazzam armoni kopacak fırtınanın habercisiydi. 

Öte yandan Kumsal Şefi elinde dürbün sahilde turlamaya başlamıştı bile. Bu havada çıkmayın demişti eski küçük dostuna. O yine inatla direnmişti 'geleceğiz, dönmek yok!'

Şefin tek duası gökten inen o incecik damarların bu gece ortaya çıkmamasıydı. Oysaki ne de severdi vahşi yıldırımları izlemeyi. Ama bu gece değil, asla bu gece değil!

Doğduğunda o kadar çelimsiz ve hareketsizmiş ki, öldü zannedilerek kapının eşiğine koymuşlar bebeği. Bir adam gelmiş, balıkçı. Bebeğin babasıyla asker arkadaşı. Göz aydınına gelmişti oysaki. Fakat ne görsün, kara bir sis çökmüştü sanki evin ortasına. 

İşte Kumsal Şefi o gün manevi oğlum dediği Musa`yı kucağına aldı ve bebek ağlamaya başladı. Herkesin ümidini kestiği anlardan birinde bir bebek çığlığı tatlı bir melodi gibi evin her köşesini dolaşmaya başladı; Kulaktan kulağa farklı etkiler bırakan bu melodi kimince çığlıktı, kimince umut kimi içinse mucize!

Şef o gün ne hissettiyse şu an onun on katını hissediyor gibiydi. 

'Musa ya sahile ulaşamazsa!'

Keşke bir mucize olsaydı da Musa`dan bir haber gelseydi. 'Şef, biz yola çıkmadık!'

Ama çıkmışlardı biliyordu. İşte ta uzaklarda gökyüzü ışıyordu. Sanki kocaman bir el çakmağını çakıyordu gökyüzünde. Çakıyordu ama yanmıyordu. Bunun sonu fırtınaydı, yağmurdu, felaketti! Damar damar iniyordu yıldırımlar;  

Patırtıya uyandı Musa. Ü stünü örtmemişti kanepeye uzanırken. Şömine sönmüştü, zaten yanmıyordu doğru dürüst. Ortalık buz gibi ve yarı karanlıktı. Perdeyi araladığında havai fişekleri ve onlardan ürküp ortalığı birbirine katan martıları izlemeye başladı. 

Gördüğü rüyanın etkisindeydi hala. Yanındaki kız kimdi? Ya kumsal şefi? Saatine baktı tam 24.00`ü gösteriyordu; Bu patırtı yeni yıl içindi. 'Yeni yıla böyle mi girecektim' diye hayıflanırken, kendini TV ekranının aydınlattığı salonun alacakaranlığında yapayalnız hissetmişti. Aldığı yılbaşı çiçeklerinin çiçekleri de çürümüştü zaten. Kedisinin başını okşayıp kanepeye uzandı, battaniyeyi başına çekti. Püskülleri burnunu gıdıklarken ortalık hala sessiz bir TV mavisiydi. Ayakları açıkta kalmıştı her zamanki gibi. Mavilikte fark edilen tek şey kırmızı çoraplarıydı.