Küresel emperyalist sistem, Erdoğan liderliğindeki Türkiye'yi her zaman kendisi için büyük bir tehdit olarak görmüştür.

Türkiye’nin özellikle savunma sanayiindeki hızlı ilerleyişi, NATO içerisindeki artan gücü ve bölgede olduğu kadar dünyada da nüfuz alanını genişletmesi bu güçler tarafından tehdit olarak algılanmakta, dolayısıyla Türkiye bir düşman olarak tanımlanmaktadır.

Orta Doğu’daki birçok küresel plan, Türkiye tarafından sekteye uğratılmış, hatta kimi zaman tamamen bozulmuştur. Türkiye, her ne kadar 1948 yılında İsrail’i tanımış olsa da Filistinlilere her aşamada destek olmuş, onların sesi olmuştur. İsrail'in işgal ettiği topraklarda yaptığı zulmü "soykırım" olarak tanımlamış, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği, NATO ve ikili ilişkilerde bu soykırımı açıkça dile getirmiştir. İsrail’i ve onu destekleyen ülkeleri defalarca uyarmış, mazlumların yanında kararlı bir şekilde durmuştur.

Türkiye ayrıca İslam İşbirliği Teşkilatı’nı harekete geçirmek için çaba göstermiş, birlikte hareket etmenin zaruretine dikkat çekmiştir. İslam ülkeleri dışişleri bakanlarını bir araya getirerek ortak kararlar alınmasına öncülük etmiştir. Tüm bu nedenlerle, Tel Aviv yönetimi ve onun arkasındaki güçler Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır içindedir.

Türkiye’nin İran’a verdiği destek ve İslam dünyasının birleşmesini savunması da küresel sistemin rahatsızlık duymasına neden olmaktadır. Bu sistem, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek istemekte, Erdoğan liderliğindeki bir Türkiye’nin ise bu planlara engel teşkil ettiğini bilmektedir. Erdoğan iktidarında bu küresel güçlerin planları ya bozulmuş, ya başarısız olmuş ya da tamamen değişmek zorunda kalmıştır. Bu durum küresel güçler için kabul edilebilir değildir.

Daha önce her yerde pervasızca hareket eden bu yapılar, artık aynı serbestlikle hareket edememektedir. Bu gelişmeler karşısında küresel sistemin tepkisiz kalması beklenemez. Siyonist yapı, Erdoğan liderliğinde güç kazanan Türkiye’yi kendi çıkarları açısından büyük bir engel olarak görmektedir. Bu nedenle, Erdoğan’dan kurtulmak için her yolu denemektedirler.

Her ne kadar bazı alanlarda çıkar ortaklıkları var gibi görünse de, esasen Türkiye ile küresel sistem arasındaki çıkar çatışmaları çok daha fazladır ve hayati öneme sahiptir. Bu durum sürdürülebilir değildir. Türkiye’ye 150 yılı aşkın süredir alıştıkları şekilde yaklaşmaya çalışsalar da artık bu mümkün değildir. Kendi çıkarlarını önceleyen, bağımsız kararlar alan her ülke gibi Türkiye de tehdit olarak görülmektedir.

Savunma sanayiindeki ilerleyişiyle, ekonomik ve beşeri gücüyle Türkiye artık bu güçlerin tehdit listesinde en üst sıralardadır. Eğer Türkiye bu yürüyüşünü sürdürür ve iç politikada halkıyla olan ilişkilerini güçlendirirse, sonunda karşısında kimse duramayacaktır.

Küresel güçler, kendi çıkarlarına hizmet eden, sorun çıkarmayan ve vesayetlerine bağlı devletçikler istemektedir. İsrail son zamanlarda artık örtbas edilemeyen, savunulması zor işler yapmaktadır. Soykırım uygulamaları nedeniyle Netanyahu’ya her türlü destek verilse de aynı zamanda ondan mesafe de alınmaktadır. Küresel güçler, doğrudan yönetim yerine Tel Aviv gibi taşeronlar aracılığıyla bölgeyi kontrol etmeyi tercih etmektedir. Filistin’deki Abbas gibi itaatkâr ve sessiz liderlerle daha az masrafla daha fazla çıkar sağlamaktadırlar.

Kendileri doğrudan yönetseler, hem insan kaynağı hem de maddi kaynak açısından yetersiz kalacaklarını bildikleri için bu modeli tercih etmektedirler. Bu strateji sayesinde hem daha az risk almakta hem de kendi büyük çıkarlarına odaklanabilmektedirler.

Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin yükselişi, bu küresel stratejiyi tehdit etmektedir. Bu nedenle, doğrudan işin içine girmeden, Ankara-Tel Aviv çatışmasını tırmandırarak Türkiye’yi İsrail üzerinden dizayn etmeye çalışmaları muhtemeldir. Ancak Türkiye artık eskisi gibi zayıfladığında desteklenen, güçlendiğinde ise budanan bir ülke değildir.

Türkiye'nin gelişimi, ancak içeriden bir iktidar değişikliği veya doğrudan bir müdahale ile yeniden kontrol altına alınabilir. Türkiye ile İsrail arasında süregelen rekabet ve örtülü çatışmalar sadece iki ülke arasında değil, daha büyük bir küresel güç mücadelesinin parçasıdır. Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki ilerleyişi, başta ABD olmak üzere Fransa, Çin, Rusya ve İngiltere gibi birçok ülke tarafından dikkatle ve endişeyle takip edilmektedir.

Bu nedenle Türkiye; İngiltere, İtalya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerle birçok stratejik ortaklığa imza atmak zorunda kalmıştır. Bu ortaklıklar sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve diplomatik baskıları hafifletmek amacıyla da yapılmıştır. Türkiye, F-16 ve F-35 gibi savaş uçakları için başvursa da, aslında bu durum kendi üretim kabiliyetine gölge düşürmemelidir. Türkiye bu seviyeye gelmişken neden dışarıdan uçak almak istesin? Bu durum daha çok stratejik zorunluluklar ve siyasi dengelerle ilgilidir.

Arap ülkeleri de Türkiye’yi yakından izlemektedir. Türkiye’nin bölgedeki artan etkisi, sadece Tel Aviv’i değil, bölgedeki birçok yönetimi de rahatsız etmektedir. İsrail’in diaspora bakanının, "Erdoğan’ın Türkiye’yi İslam aleminin halifesi yapmak istediği" yönündeki açıklaması da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu açıklama basit bir görüş değil, açık bir tehdit ve düşmanlık göstergesidir.

Türkiye’nin güçlenmesi, askeri kabiliyetlerini artırması, bölge ve dünya üzerindeki etkisini artırması, Tel Aviv ve arkasındaki küresel gücün hesaplarını bozmuştur. Bu güçler, Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmek istemekte ve Erdoğan’sız bir Türkiye’yi bu planlar için daha uygun görmektedir.

Türkiye'nin NATO üyesi olmasına rağmen bağımsız politikalar izlemesi, İsrail ve küresel güçlerin en büyük korkusudur. Türkiye’nin geliştirdiği yerli İHA, SİHA, KAAN, taarruz helikopterleri ve Çelik Kubbesi, onların planlarını boşa çıkarmaktadır. Artık Türkiye’ye yönelik müdahaleler kolay yapılamayacaktır.

Bu gelişmeler, küresel emperyalist güçlerin kabusu hâline gelmiştir. Kendilerini savunma sanayii alanında rakipsiz gören bu yapılar, Türkiye’nin bu alanda gösterdiği ilerlemeyi sindirememektedir. Çünkü bu sadece güvenlik değil, aynı zamanda ekonomik çıkarlarını da tehdit etmektedir.

Erdoğan liderliğinde birleşmiş bir İslam dünyası, İsrail ve onun arkasındaki güçlerin en büyük korkularından biridir. Bu nedenle Erdoğan’a ve Türkiye’ye yönelik uluslararası propaganda faaliyetleri sistematik şekilde yürütülmektedir. Amaç, Erdoğan’ın itibarını sarsmak, İslam dünyasındaki etkisini kırmak ve Türkiye’yi yalnızlaştırmaktır.

Sonuç olarak Türkiye ile İsrail ve arkasındaki küresel güçlerin çıkarları örtüşmemektedir. Bu küresel güçler, Orta Doğu'yu yeniden şekillendirmek, devletleri bölerek birbirleriyle sorunlu hale getirmek ve kendilerine bağımlı yeni küçük devletçikler oluşturmak istemektedir. Irak’ı üçe, Libya’yı üçe, İran’ı ve Türkiye’yi coğrafi bölgelere göre parçalara ayırarak kendi denetimlerine almak istemektedirler.

Ancak Türkiye artık bu oyunun farkındadır.

Türkiye oyun kurucudur ve Türkiyesiz hiç bir denklem kurulamaz.