Bunu ben demiyorum. 55. Münih Güvenlik Konferansı nın başkanı Wolfgang Ischinger yaptığı konuşmada söylüyor. Bu yıl 15-17 Şubat tarihinde yapılan konferansının teması 'Parçalarını kim toplayacak?' idi.

Geçen yılın teması 'Uçurumun kıyısından geri dönmek' idi. Anlaşılan o ki, geride kalan bir yıl boyunca, 'kıyısına' kadar gelenler geri dönmenin bir yolunu bulamamışlar.

'Bir çağ kapanıyor, yeni bir dönem başlıyor. Yeni siyasi çağın ana hatları yavaş yavaş belirginleşiyor' dedikten sonra Ischinger bu ana hatları kısaca özetliyor:

'Her yerde siyasi krizler'; 'kalıcılaşmış çatışma noktaları'; 'terörist saldırı tehlikeleri'; 'Fukuşima, Ebola, iklim değişikliği gibi büyük felaketlere yol aşabilecek güvenlik sorunları' ve 'ufukta yükselmeye başlayan yeni bir büyük güçler arası çatışma olasılığı'...

Ischinger e göre liberal demokrasi ve serbest piyasa modeli artık vazgeçilmez değil. Çin ve Rusya liberal düzen karşısına otoriter devlet kapitalizmi modelini koydular ve etkileri altındaki ülkelere bu modeli benimsetmeye çalışıyorlar. Dünyada 'güçlü liderlere' ilgi giderek artıyor.

Bu ortamda, büyük güçler ve orta büyüklükte güçler arasında askeri çatışma olasılığı giderek artıyor.

Ischinger, bu ortamda 'uluslararası düzenin çekirdek bileşenlerini nasıl koruyabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor' diyor.

Trump`ın göreve gelmesiyle birlikte ABD ile Avrupa arasında NATO ekseninde, özellikle askeri harcamalar başta olmak üzere, farklılaşan tehdit ve kriz algısı, serbest ticaretin korunması, Paris iklim değişikliği anlaşması, İran nükleer antlaşması ve son olarak da Kudüs`ün ABD tarafından İsrail`in başkenti olarak tanınması gibi başlıklarda ciddi bir dizi ayrışmalar söz konusu. Özellikle başta liberal uluslararası düzenin devamı, NATO ve uluslararası ticaret olmak üzere üçana alanda toplayabiliriz. Bu anlaşmazlığın bir kısmı Trump`ın tavrıyla alakalı olsa da, özellikle BM ve NATO gibi uluslararası kurumlara yönelik yaklaşım farklılıklarından kaynaklanıyor. Başta ABD olmak üzere diğer Batılı devletlerin de kurulmasında önemli rol oynadığı 1945 sonrası belirlenen kurallara dayalı uluslararası sistemde, milliyetçi-popülist, devlet merkezci, korumacı yaklaşımlarla birlikte, otoriter ve liberal olmayan devlet ve devlet dışı aktörlerin de yükselişe geçmesinden, tek başına ABD`nin ya da Trump`ın sorumlu olmadığı da açık.

Avrupa`yı da son yıllarda benzer bir şekilde popülist-milliyetçi dalganın etkisi altına aldığı ve bunun sonucu olarak da gerek aşırı sağ gerekse de merkez sağ partilerin kıta geneline bakıldığında daha fazla oy alarak birçok ülkede kendilerini iktidara taşıdığını gördük. Özellikle son bir yıl içinde, müttefiklik ilişkilerinin sadece maddi olarak değil, aynı zamanda zihinsel alanda da ciddi bir zayıflamaya uğradığını bu konferansta tüm açıklığıyla gördük.