Lisanımız üzerinde girişilen şuursuz tahrif hareketleri

Cemil MERİÇ merhum Bu Ü lke kitabında: 'Türkün kılıcı ülkeler fethederken, Türkün zekâsı da kelimeler fethediyordu. Ü lkeler ne kadar bizimse, kelimeler de o kadar bizimdir. Ecdadımız onlarla düşündü, babalarımız onlarla konuştu,' der.

Biz Türkler, Orta Asya bozkırlarından yola çıkıp, Türkistan`a yayılmışız. İran coğrafyasına asırlarca hükmedip, Anadolu`ya varmışız. Pergel gibi bir ayağımızı Anadolu`ya sabitleyip, bir yanımızla cihanı dolaşmışız.

Bir sel gibi akıp Altay Dağlarından, Mâverâünnehir`de durulmuşuz. Farklı medeniyetlerle tanışmış, İslam`da karar kılmışız. Mezapotamya`dan kam alıp, Tuna`ya uzanmışız.

Cihangir bir millet olmamız hasebiyle tarihimiz boyunca yetmiş iki milletle bir arada yaşamış, onlarla alışveriş yapmış, birçok alanda temas kurmuş bir milletiz. Bizim gibi tarihi boyunca dört kıtada devletler kurmuş bir milletin dışa kapalı olması düşünülemez, olmamışız da.

Yabancı sözcükler dilimize nasıl girmiş sorusuna verilecek çok fazla cevap var. Bunların en başta geleni atalarımızın Altay Dağlarından batıya göçedip farklı medeniyetlerle ve özellikle İslam ile karşılaşmasına dayanmaktadır. Atalarımız büyük devletler kurmaya giden yolun, etkili ifade imkânı sunan zengin bir dilden geçtiğini o günlerde fark etmişler ve bu alanda yeni kelimelere her daim açık olmuşlardır. Tarihte ve günümüzde göç, savaşlar ve işgaller, ticaret, politik ilişkiler, yabancılarla yapılan evlilikler, teknoloji ve bilimi, basın yayın organları üzerinden de dünyayı takip etme ihtiyacı, ekonomi, spor müsabakaları, milletler arası yarışmalar, turizm faaliyetleri, yeni buluşların yayılma özelliği vb sebepler kelimelerin farklı milletlerin dillerine geçmesini mümkün kılmaktadır.

Bu sebeplerden dolayı bazı milletlerin dillerinden Türkçemize onlarca, bazılarından ise yüzlerce hatta binlerce kelime katılarak ve zamanla konuşula konuşula Türkçeleşerek dilimizi zenginleştirmişlerdir. 'Efendi, ırgat, sınır, ideal, enerji, fasulye, kadırga, jimlastik, martı, lodos, mikrofon, ıhlamur, alfabe, uskumru' ve daha onlarca Rumca kelime zaman içerisinde Türkçeleşmişlerdir. 'Piyasa, makine, fanila, peçete, sedye, pusula, balina, vazo, çikolata, bomba, dümen ve kanca' gibi İtalyanca ve 'Voleybol, kek, sinema, lider, hostes, futbol, internet' gibi onlarca kelime de İngilizceden dilimize girmiş ve zaman içerisinde kullanılarak Türkçeleşmişlerdir. Misal olarak verdiğimiz bu üçülke ile temasımız Arapça ve Farsçaya oranla daha sınırlı bir zamana tekabül etmektedir. Dolayısıyla Arapça ve Farsçadan da çok sayıda kelime dilimize katılmış ve Türkçeleşmişlerdir.

Son yüzyıl içerisinde belli dönemlerde, bin yıllık tarihimizde hiçkimsenin aklına gelmemiş işlere cüret eden birileri çıktı. Bu kimseler dilimiz üzerinde bazı cerrahi ameliyatlara girişmeyi kendilerine hak gördüler. Bu kişiler, yukarıda zikrettiğimiz yabancı kelimelere dokunmazken bin yıldır kullandığımız ve Türkçeleşmiş 'akıl, can, cevap, delil, eser, faaliyet, hanım, hayat, hikâye, hürriyet, ihtimâl, ihtiyaç, ilham, ilim, imkân, inşaallah, ispat, kanaat, kanun, kitap, şart, bütün, medeni, mektep, mesela, milli, millet, sebep' ve bunlar gibi aşina olduğumuz yüzlerce kelimeden rahatsız oldular. Severek kullandığımız ve Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tataristan, Uygur Türkleri ile Kerkük, İran ve Rumeli`deki soydaşlarımızın da kullandığı yüzlerce kelimenin yerine başka kelimelerle doldurmaya giriştiler. 'Us, tin, yanıt, kanıt, yapıt, etkinlik, bayan, yaşam, öykü, özgürlük, olasılık, gereksinim, esin, bilim, olanak, umarım, kanıt, kanı, yasal, betik, koşul, tüm, uygar, okul, örneğin, ulusal, ulus, neden' gibi kelimeler uydurarak Türkçemizi zenginleştireceklerini iddia ettiler. Yüzlerce hatta binlerce kelimemizi de dilimizden tamamen çıkartmayı kendilerine iş edindiler.

Nurullah ATAÇ isminin öne çıktığı 'tasfiyecilik ve uydurmacılık' cereyanına tutulan kimselere göre dilimizdeki öz Türkçe olmayan kelimeler tasfiye edilmeli yani atılmalı, asırlardır kullandığımız ve Türkçeleşmiş bu kelimelerin yerine yenileri uydurulmalıydı. Maalesef, uzun yıllar bu görüşler resmi kanaldan yayıldı ve baskı ile tatbik edildi.

Şimdi bu tasfiyeci, uydurmacı zümreye sormak isteriz 'kelime, kelâm, mektup, sabır, zanaat, maaş, devlet, cami, akıl' gibi yüzlerce Arapça, 'kahraman, çeşme, peygamber, şeker, şehir, siyah, sepet, taht, rüzgâr, renk' gibi yine yüzlerce Farsça kelimeyi dilimizden atmakla neyi murad ettiniz? Bunun akıl ile izah edilebilir bir tarafı olmadığına göre, niyetiniz neydi?

Cemil MERİÇ ile bağlayalım sözü: 'Türkçenin bedbahtlığı, tabii tekâmülünü yaparken, birden bire zıplamaya zorlanmasından olmuştur. Nesiller arasındaki köprüler uçurulmuş ve hafızadan mahrum bir nesil türetilmiştir. Hafızadan yani kültürden; Milletin ana vasfı devamlılık dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık. Altı yüz yıl cerrahi bir ameliyatla içtimai uzviyetten koparılıp atılınca, Türk düşüncesi boşlukta kalmıştır. Boşlukta kalmıştır, çünkü Batı ya da tutunamamış, sırtını Batı tefekkürüne de dayayamamıştır. Elli yıldan beri Batı yla bu kadar sarmaş dolaş olduğumuz halde, hâlâ yeni neslin tek değer yetiştirememesi, bunun en hazin tecellilerinden biri değil mi? Uydurca ile bir Hürriyet Kasidesi , bir Sis , hatta bir Erenlerin Bağından üretebilmesi için en az bir, altı yüz yıla daha ihtiyaçvar.'

İstifade Edilen Kaynaklar

  • Mehmet KAPLAN- Kültür ve Dil
  • Yavuz Bülent BAKİLER- Sözün Doğrusu 1-2
  • Cemil MERİÇ- Bu Ü lke
  • Cemil MERİÇ- Jurnal 1