Lüzumundan fazla manâ yüklenen kelimeler ve dilde kısırlaşma

Türkçemizi tehdit eden unsurlar ne sadece yabancı dillerden kontrolsüzce giren kelimelerle, ne de bin küsur yıldır kullandığımız kelimelerimize şuursuzca karşılık uydurma gayretleri ile sınırlıdır.

Bir başka sorun ise bir kelimeye lüzumundan fazla mana yükleme kolaycılığıdır. Dil meselesine kafa yoranlardan biri olan Hayati İnanç`ın bu konudaki 'stres' kelimesi ile ilgili söylediklerinin çok yerinde tespitler içerdiğini düşünüyorum. ' Her ne kadar bin yıldır biz buna böyle diyorsak da, bundan sonra şöyle diyelim. Bu nasıl bir cüret, nasıl bir küstahlık ve en hafif tabiriyle saygısızlıktır. 

Stres Türkçeye gireli 30-40 sene olmadı. Fransız menşeli bu kelimeyi kullana da biliriz fakat gam, gussa, hasret, keder, melâl, inkisar, ızdırap, hüzün, kahır, yeis, efkâr, tasa, dert, mihnet, elem, üzüntü, sıkıntı, enduh, kuduret, dilhun gibi onlarca farklı kelime ile karşılanan duygu durumlarının hepsi için 'stres' kelimesini kullanıp geçer hale geldik. Her türlü olumsuz duygu biçimini aynı kelime ile ifade etmeye çalışmak bin yıllık büyük mirasın reddi anlamına gelir. Ve lisanımızı kendi elimizle yoksulluğa mahkû m etmektir.

Yine Fransızca kökenli bir kelime olan 'onur' kelimesini her cümlenin arasına sıkıştırarak gurur, kibir, şeref, haysiyet, izzetinefis, namus, iftihar gibi kelimeleri kullanmaya gerek duymamak ya da bu kelimeleri kullanamaz hale gelmek, zihin kapasitemizi kendi elimizle bir bölü yediye indirmektir. Bu gidiş yokluğadır.'

Türkçenin siyakına, sibakına sokulan her kelime doğru yerde, doğru şekilde kullanılır hale geldiğinde elbette bizimdir. Cemil Meriç`in sözünü hatırlayalım 'Türkün kılıcı ülkeler fethederken, Türkün zekâsı da kelimeler fethediyordu.' Bu yüzden ihtiyacımız olan lisanımız konusunda hassasiyeti olan münevverler yetiştirmektir. Yetişen münevverlerden oluşan bir kurum eliyle de en değerli varlıklarımızdan olan dilimizi korumak ve kıyamete kadar yaşatmak için çareler aramaktır. 

Ü lkemizde ve dünyada en önemsiz konular da dahi çok ciddi çalışmalar yapılırken milletlerin varlık sebebi olan dil konusu devlet politikası olarak en ciddiye alınan konulardan biri olmalıdır. Yoksa Nurullah Ataçörneğinde olduğu gibi isteyen istediği yere doğru çekerek lisanımızı çıkmaz sokaklara sokabilir. 

İnsan kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşur. Zihin kapasitemiz, kelime hazinemizin elverdiği ölçüdedir. Ve zekâmızı görünür kılan kullandığımız kelimeler eliyle ürettiğimiz düşüncelerimizdir. Bir insan eline aldığı bir kitabı ya da dinlediği bir konuşmayı kelime hazinesinin zenginliği nispetinde anlar. Bir insan okuduğunu ve dinlediğini anlayamıyorsa aklı ile ilgili bir sorun olduğu zannı oluşur fakat bunun en önemli nedeni o kişinin dil fakiri olmasıdır. 

Her milletin lisanını korumak, yaşatmak, geliştirmek ve yaymakla vazifeli kurumları vardır. Bunların en başında eğitim kurumları, radyo ve televizyon kuruluşları, basın yayın organları gelmektedir. Oysa Türkiye`de durum hiçde böyle değildir. Göz önünde olan ve kitleleri etkileme gücüne sahip bu kurum ve kuruluşların öne çıkan temsilcileri eliyle lisan zenginliğimizin altını oyan kelimeler her gün hoyratça kullanılarak yaygınlaştırılmaktadır. Yavuz Bülent Bakiler`in tespitiyle bunların en çok dikkat çekenlerinden birisi, 'yoğun ' kelimesidir. 'Türkçe ve güzel bir kelime olmasına rağmen özensizce her yerde kullanılması sonucu dilde kısırlığa ve zevksizliğe kapı aralayan bir kelimedir. Yoğun daha fazla fizik ilmiyle ilgili bir sıfattır. Hacmine oranla, ağırlığı fazla olan veya kesif, koyu anlamında bir kelime. Mesela cıva, yoğunluğu çok fazla olan bir maden! Zeytinyağı, suya nazaran yoğunluğu hafif olan bir sıvı yağ. Su ile karıştırıldığında cıva dibe vururken, zeytinyağının suyun üzerinde yüzmesi gibi. 

Oysa artık öyle bir hale geldi ki 'yüklü, sürekli, şiddetli, kalabalık, çeşitli, çok, büyük, devasa, karmaşık, sıkışık, kilitlenmek, muhteşem, ağır, anlatılmaz, kesif, derin' ve daha birçok kelimenin yerine 'yoğun' kelimesi kullanılmaktadır. 

Eskiden TBMM, 'yüklü bir gündemle' açılırken artık 'yoğun bir gündemle' açılmaktadır. Cumhurbaşkanı konuşmasını 'sürekli alkışlar' yerine 'yoğun alkışlar' eşliğinde devam ettiriyor. İnsanlar bir yerde 'kalabalık olarak' bulunurlardı. Şimdi 'yoğun olarak' bulunuyorlar. 'Şiddetli yağan yağmurlar' artık yoğun yağıyor. 'Güçlü duyguların' yerini, 'yoğun duygular' aldı.

Derslerin çokluğu değil, yoğunluğundan şikâyetçiyiz. Eskiden ülkemizin 'devasa meseleleri' vardı şimdi ise 'yoğun sorunlarla' boğuşuyoruz. Eskiden 'Kesif sis yüzünden' iptal edilen vapur seferlerinin önündeki engel, 'yoğun sis' ve bizzat kendim, konumuzun geldiği şu noktanın ağırlığından sebep, derin bir nefes almak ihtiyacı içerisindeyken, 'hayır, yoğun bir nefes almalısın' diyenlerin gölgesi düşüyor güzel Türkçemizin üzerine. Görüşmek dileğiyle;