Hilmi Bey, yıllarını bu mesleğe vermişti. Her gün erkenden kalkar okulun yolunu tutar ve benzer konuları sınıflara anlatırdı. Öğrencilerin bin bir hali vardı. Arada gezenler, arkadaşına laf yetiştirenler, hocam ödevimi unuttum deyip yerine oturanlar, hocam defteri evde unutmuşum, kâğıda yazsam olur mu? diyenler; Hilmi Bey bu manzarayı çoktan özlemeye başlamıştı. Bir kere sınıfın, okulun havasına alışmıştı. Yıllarını vermişti mesleğe. Öyle kolay mı üçbeş yılda unutuvermek!

Hilmi Bey öğretmenlikten emekli olduktan sonra kendisine bir meşgale bulmuştu. Her gün okula gider gibi erkenden kalkar kütüphaneye gider, gönlünce okur, yazardı. Kütüphaneye gitmeden yapamıyordu. Kendisi gibi emekli olmuş dört beş öğretmene daha ulaşmıştı. Onları da kütüphaneye alıştırmaya gayret ediyordu. 

`height=

Hilmi Bey`le beraber yedi kişi olmuşlardı emekliliğinin üçüncü yılında. Zaman zaman hem çay içmek hem de kitaplar üzerine yorum yapmak üzere toplanırlar ve okunan kitap üzerine fikirlerini paylaşırlardı. Ahmet Cevdet Paşa`nın yazmış olduğu 'Mecelle' kitabını arkadaşı ve hemşerisi Sinan Bey`in tavsiyesi üzerine okumaya başlamışlardı. Her gün bir maddesini okuyup yorumluyorlar ve günlük hayattan örnek vermeye çalışıyorlardı. Mecelle kitabındaki maddeler üzerine yazılmış olan 'Mecelle `den Hikâyeler' kitabı da çok işlerine yarıyordu. Önce maddeleri okuyup izahını okuyorlar sonra da o maddeyle ilgili hikâyeleri okuyorlardı. Abdülaziz Bey`in yazmış olduğu 'Mecelle `den Hikâyeler' kitabı Hilmi Bey`in işini çok kolaylaştırıyordu.

Kelebekler uçarken, karıncalar her zamanki gibi çabalarken, kuşların göçettiği, balıkların yüzdüğü vakitlerden bir vakitte üçüncü maddeyi okuyorlardı. Bu madde, niyet ile ifade arasında aykırılık bulunduğu zaman geçerli olan bir maddeydi. Lafız tamamen bir kenara atılmıyordu ancak bu madde, lafızların asıl manalarından başka manalarda da kullanılabileceği göz önüne alınarak tespit edilmiştir, dedi Hilmi Bey arkadaşlarına. 

Maddeyi bir kez daha okuyup tekrar eden matematik öğretmeni Hasan Bey 'Ukudda itibar mekasıd ve meaniyedir elfaz ve mebaniye değildir.' ifadesini birkaçkez okudu. Birkaçkez okumasının sebebi maddeyi tam anlayamamış olmasının bir göstergesiydi.

Coğrafya öğretmeni Mehmet Bey de 'Kaidede 'ukud' kaydının bulunması, yeminlerle ilgili hükümleri istisna etmek içindir zira yeminler amaca göre değil, kullanılan lafızlara göre değerlendirilir. Kısastan af gibi.' Kısmını yüksek sesle kitaptan okudu.

Satırın ve sadrın, dudağın ve gönlün farklı olması şeklinde de ifade edilebilir. Biraz daha somutlaştırırsak şöyle söyleyebiliriz: Bir kimse, öğle vakti, öğle namazına niyet ederken, dili ile bugünkü ikindi namazına diye niyet etse, kalbi ile de öğle olduğunu bilse, öğleyi kılmaya niyet etse öğle için niyet etmiş sayılır, dil ile söylediğine itibar edilmez, dedi Hilmi Bey. Hemen peşinden de meşhur hikâyeyi-Ayının iyi Niyeti- paylaştı. 

'Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışır, kurtaramaz. Adamın biri bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarır. Ayı da bu adama, bir iyilik düştnür. Ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp getirir. Adam balı yiyince orada uyumaya başlar. Fakat tatlının kokusunu alan sinekler, adamın yüzüne konarak rahatsız eder. Ayı ise, kendisine iyilik eden adam rahat uyusun diye sinekleri kovar. Bakar ki kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurur. Netice malum; Ayının ilmi olmadığı için, iyi niyeti fayda yerine zarar vermiştir.'

Bu mevzularla ilgili örnekler, hikâyeler, günlük hayattan kesitler konuyu daha da pekiştiriyordu. Herkes kendince araştırma yapıyor ve bütün bu bilgileri sıradan paylaşıyorlardı. Birçok emeklinin yaptığı gibi öyle evde boş boş durmuyorlardı. 

Numan Bey, sağ elini yukarı kaldırıp uzakları işaret eder gibi yaptı. Söz alacak gibi oldu ancak tam bu sırada söze giren Talha Bey yıllardır Din Kültürü öğretmenliği yaptığını söyleyerek bir örnek de ben vereyim, dedi. 'Temiz giyinmek, koku sürünmek mubahtır. Sünnete uymak, İslam`ın vakarını korumak niyetiyle yapılırsa sevap, gösteriş veya övünmek için yapılırsa günah olur. Çünkü Allah bir kimsenin yeni, temiz elbisesine bakarak sevap vermez. Bunları ne niyetle yaptığına bakarak sevap veya günah yazar.

Selim Bey de izlemiş olduğu bir haberden yola çıkarak şu konuşmayı yaptı:' Camiye gitmek, orada oturmak taattir. Namaz kılmayı beklemek için, ahireti düşünmek için, vaaz dinlemek için de niyet edilirse her niyet için ayrı sevaba kavuşulur. Kötü niyetle, mesela ayakkabı çalmak için camiye gitmek günah olur. Geçenlerde bir hırsız camide ayakkabı çalarken yakalanmış. Cemaatin elinden zor kurtarmışlar. Yahu mübarek! İnsan camiye ayakkabı çalmak için gelir mi hiç? Bak şu düştüğün hale! Yazık değil mi? Kendini geç, İslam`a verdiğin zarar çok daha sıkıntılı. Bunun hesabı çok zor olur, diyerek konuşmasını bitirdi. Hilmi Bey de herkese teşekkür ederek toplantıyı bitirdi.

Hilmi Bey, eve dönerken dördüncü maddeyi çoktan düşünmeye başlamıştı bile. Her madde için farklı kaynakları araştırdığı gibi dördüncü madde için de hummalı bir çalışmanın içine girecekti. Birkaçgün bu konu üzerine çalışması gerekiyordu. Tam bunları düşünürken mahallenin muhtarı,

- Ne haber hocam, yine kütüphaneden mi geliyorsunuz? Hayranım size, şu azminize, dedi. 

Hilmi Bey bu iltifatlara bir cevap vermeliydi.

-Muhtarım sizi de bekleriz aramıza, dedi.

-Nerdee, Hilmi Hocam! Benim zamanım mı var ki böyle okumaya yazamaya?

-Muhtarım hiçkaytarma, haftaya seni de bekliyoruz, dedi. 

Sonra eczaneye girdi ve üçkutu aspirin alıp çıktı. Yıllardır aspirin içer ve herkese tavsiye ederdi. Bu aspirininin kıymetini şu insanlar bir anlasa! Keşke anlayabilseler sözünü birkaçkez söylerdi kendi kendine.

Acaba insanlar başka ilaçları aspirin niyetine içip bugün konuştuğumuz maddeyi mi uygulamaya çalışıyorlardı? Saçmaladım galiba yine, deyip hafiften bir gülümsemeyle bakkala girdi. Bakkaldan iki ekmek alıp yola devam etti.

Ukudda itibar, ukudda itibar, ukudda itibar ;  

Allah Allah! Maddeyi ezberlemiştim. Neydi devamı? ;  

Ha! Aklıma geldi: Ukudda itibar niyete;  

Hayır, hayır niyet değildi o. 'Ukudda itibar mekasıd ve meaniyedir elfaz ve mebaniye değildir.' Tamam, şimdi oldu işte!

Kapıyı açan hanımı, 

-Hayırdır Hilmi Bey? Şimdi olan ne? 

-Şimdi oldu işte! 

Hilmi Bey, gülerek içeri girdi. 

-Yahu Hanım! Bugünkü üzerine konuştuğumuz madde yolda gelirken dilime takıldı. Ezbere söylemeye çalışıyordum, birkaçtakılmadan sonra söyleyince kendi kendime, 'Şimdi oldu, işte!' deyivermişim.

Başladı hanımı da gülmeye. 

Hilmi Bey de gülüyordu.

;

Madde 3: 'Ukudda itibar mekasıd ve meaniyedir elfaz ve mebaniye değildir.' 

Akidlerde (sözleşmelerde), sözlere ve şekillere değil maksat ve mânalara itibar edilir.

Yani yapılan sözleşmelerde kullanılan sözler ve kastedilen anlam farklı ise, söze değil anlama bakılır.

Ancak bu madde, sözlere itibar etmenin mümkün olmadığı durumlarda geçerlidir. Yoksa sözler, maksatları ifade eden vasıtalar olduğu için tamamen ihmal edilemez.

(İnsanlar dört gruptur: Birincisinin ilmi ve malı vardır. Helalinden kazanır, meşru yerlere harcar. Başka biri de 'Benim de malım ve ilmim olsaydı, bunun gibi yapardım' der. Bunların ikisi mükâfatta beraberdir. Diğer bir kimsenin de ilmi yok, fakat malı çok. Cahilliği sebebiyle malını harcarken harama, helale aldırış etmez. Başka biri de 'Benim de malım olsaydı, bunun gibi yapardım' der. Bunların ikisi de günahta beraberdir.) [İ. Gazali]