Geçen asırdan ve ondan öncekinden, ona da daha öncekinden kalmış tezgâhlarda dokunmuş bezden gömlek giydiğimiz vakit o gömlek, pamuk iplikçikleriyle örülmüş o gömlek üstümüzde taze bir geçmiş zamandır.

Herşeyiyle bizim ürünümüzdür, dışardan bir katışık yoktur 'gönlek'imizde Yaz sıcağında tenimiz korunur. Tenimiz zalim sıcaktan, duygumuz yabancıdan korunur. Bizim pamuktan, o da bizim topraktan gelen bir armağandır o gönlek. Bir hazzı yaşarız. Bu hazza hakkımız vardır. Hedonizmden başka bir şeydir o. O 'destgâhı'da kendi ağacımızda yapmıştır atalar ve kimi torun, koruyor.

Medeniyet hazzı diyebilir miyim? Diyebilirim. Süzüle süzüle gelen bir duruluktur yaşadığımız. Anadolu ismi o duruluğu farkına varamıyacağımız kadar bize mal etmiş, bizleştirmiştir. Irmaklarımızı bu kadar sevmemiz... Şehirlerimizin o derviş duruşlu hali başka ne? Gerçi biz o şehirlerin, apartmanlaşma öncesi halini severiz. İçimizde yaşattığımız o tabiî halleri, o eski zamandır. 'Beyaz-siyah' fotoğraflara bir bardak suya uzanır gibi el uzatışımız da o kadar içten, lâkin geri gelmez günlerin içimizde yaptığımız bir özlem, yanıp tutuşan bir hasrettir. Biz galiba bu hummanın şiddetine nostalji diyoruz. Bu öyle bir özyaşam cilvesidir ki sıla yarası ile çok yakınlaşmıştır. Şimdilerde içimizde ne olup bitiyorsa stres deyip geçip gidiyoruz. Ama nereye?

Ben şu anda anadoluluğunu korumuş bir göl kıyısı kasabasındayım. Çocukluğumda da gelirdik buraya. Derviş duruşlu minarenin yanıbaşında derviş duruşlu servi ağaçlarına bakardım. Seyrederdim. Çimenden toprağın bozu görünmez bir yerdi. Kendini korumaya çalışıyor.

Çünkü buranın insanları ne ceddini putlaştırır ne yeni zamana soğuk kalır. Orta kararın hakkını verirler. O küçücük göl onlar için eşsiz bir göldür. Modern hayatın aşırılıklarını hoş görür bir ruh hali içerisindedirler. Ama kendilerini korumasını bilmişlerdir.

Eskiden ballarını bile kendileri yaparlardı. Güzün elma pekmezi kaynatırlardı. Sütü sağarlardı. Yeni doğan yumurtanın ısısı avuçlarının içindeydi.

***

Cağaloğlu`nda bir keresinde bir Afrikalı ile yan yana cuma hutbesi dinlemiştim. O namazı onun köyünde kılıyor olsaydık, o da benim orada bulunuşumdan tarifsiz bir kıvançiçinde kalacaktı. Çünkü İslâm duygusu öyle bir şey. İçgüdüye kalsa, karaderili de aktenliyi tuhaf bulur herhalde. Nitekim kavim içgüdüsünü terbiye edemeyen Avrupa ve onun öte yakasına taşanları, Afrikalıları insan sayamadılar bir türlü.

İslâm inancı, ırk övüncünü, kavim gururunu aşmasını sağlıyor insanların. Kıvançlı yaşamanın toplumunu kuruyor birlik duygusu. Çünkü 'en büyük tanık Allah' duygusunu veriyor, yaşatıyor.

Yeryüzü coğrafyasının herhangi bir yerinde öz hep aynı öz. Yaşananlar birike birike Medeniyet diye anılmaya kadar ilerlemiş bir üst-olgu ortaya çıkıyor. İslâm medeniyeti bir zorlama değildir.

Marazlaşmış özlemlerin önünü alacak güçde, düşününce, Medeniyet bilincidir. öyle değil mi? Çünkü gelecekten ümit kesmek, eski iyi zamanları özletir. Bu ise bir Müslüman için netamelidir.

Medeniyet duygusu ve şuuru, hayat için iyidir, elverişlidir, onarıcı ve hamle duygusunu yeşerticidir. İslâm Medeniyeti kavramı, icad edilmiş bir ifade değildir. 'Olan bitenin', idrâkinden doğan bir anlam zaptıdır. Ü stüne titreyeceğimiz bir İslâm Medeniyeti`miz var.