Her yıl evlerimize kadri büyük bir misafir olarak gelen Ramazan-ı Şerif ile birlikte gönüller ferahlar, ruhlar yeniden canlanır.

Bu mübarek ay; müminler için teravih namazlarıyla, sahurlarının bereketiyle, Kur’an-i Kerim tilavetleriyle, kurulan iftarlar sofralarının heyecanıyla dünya meşgalelerine ara verip Cenab-ı Hakka yönelme zamanıdır.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah Aleyhisselam’ın hicret yurdunda ramazanı yaşamak da bir ayrıcalıktır. Ömrünün 60 yılını Medine' de geçiren şair, mütefekkir Ali Ulvi Kurucu'nun kıymetli kızı Sare Kurucu Bulut hanımefendiyle Medine ramazanlarını konuştuk.

Sare Kurucu Bulut:

Aklımın erdiği altı yaşımdan itibaren, Medine Ramazanlarını gönüllerde ilmek ilmek örülmüş, hatıralarda motif motif işlenmiş ,dolu dolu bir ay olarak yaşamışımdır. 1956 senelerinde, elektrikli aydınlatma henüz bütün şehre yayılmamış sadece Harem-i Şerif, hastaneler, caddeler ve kamu hizmet dairelerinde mevcuttu. Evlerde kullanılan lüks, fener, lambalar ve süslü kandiller, maharetli hanımların ellerinde birer kristal biblosuna dönüşürdü. Beyaz topraktan yapılmış testiler taşlarla ovulur, damla sakızı ile tütsülenir, hava ile temas için pencerelere yerleştirilir ve bu testilerden içilen sulara doyum olmazdı.   

Hilal’in görülmesiyle ramazan başlar, yedi top atışı ile ilan edilir, ve kendine has özellikleriyle gelen bu otuz günlük misafir; sevinçle, heyecanla karşılanmış olurdu. Hayli hareketli geçen, ibadetlerden haz almak, nasiplenmek heyecanıyla gayret edilen, hesapların gözden geçirildiği, malların zekatlarla paklandığı, gönüllerin hoşnut olduğu, ümitlerin yeşerdiği mevsimdir Ramazan. Küslerin barıştığı, dargınlıkların unutulduğu, hoşgörü rüzgarının estiği fırsat ayıdır Ramazan. Kara bulutların uğradığı kalpler, berrak sayfalara döner bu günlerde, tövbe istiğfarları göz yaşları yıkar. Harem-i Nebevi yolunu oluk oluk tutar müminler. Üçhurma bir bardak suya razıdır gönüller, tek gaye cemaatle iftar açmaktır.

Harem-i Şerif’in içbölümlerine, metrelerce uzanan sofralar serilir, iftarlık olarak sadece kahve, yoğurt ve yemek olarak şureyk veya fetut olur, cemaat sofranın etrafına oturur, huşu halinde dualar ile ezan beklenir, gönülleri sükûna erdiren ezanın yükselmesiyle iftarlar açılır, çok kısa sürede iftarlar yapılır, sofralar dökmeden saçmadan, hayret uyandıracak bir çabuklukla toplanır.  Sonrasında Allahuekber nidasına gönül verenler hep birlikte saf tutar, akşam namazı edâedilir.

Medine sokaklarında metrelerce uzanan yer sofraları kurulur, ikram sahibi gençler sizi elinizden tutup iftar sofrasına davet ederler. Bu cömertlik sahneleri, ancak yaşanır anlatılamaz.

Ramazanlarda cemaatin namazlara yetişmesi için akşam ile yatsı arasında vakit yarım saat uzatılır, yatsı vakti geldiğinde sadası semalara yükselen, kâinata dalga dalga yayılan lahuti nida, ezan-ı Mühammedi yükselir.

Teravih namazını kılmak için, yaşlıların senelerin yükünü çeken ayaklarıyla, bastonlarına yüklenerek gösterdikleri gayretin, gençlerin cemaate yetişmek için koştururken sandaletinden feragat etmelerinin, cellabiyesinin etek tarafını dişleriyle tutup koşmalarının zihnimde ayrı bir yeri vardır.

Harem-i şeriften yan sokaklara taşmış cemaat manzarasını, dükkân sahiplerinin binlerce riyallik mallarını bir kumaş parçasıyla kapatarak teravihe yetişmek için koşturduklarını görürüsünüz.

Afrikalı annelerin bebeklerini sırtlarına bağlayıp, yüke razı teslimiyetle koşturmalarına ne dersiniz!

Dünyalık hiçbir vaat sunmadan bu mahşeri kalabalığı bir araya getirip, bu heyecanı yaşatan ne idi! Bu bir aşk meselesi, ne ben anlatabilirim ne de başkası. Ve bir anda oluşan kalabalıklar, düzenle dizilmiş beşer silsilesi, saflar omuz omuza, zengin fakir dip dibe.    

 Tekbir ve Fatiha suresi ile, bütün sesler susar, Rahmana huşu halinde yönelen binlerin kalp atışları ile nefes alıp vermelerinden başka ses olmaz. Sanki o esnada Harem güvercinleri uçuşmuyor, çocuklar koşturmuyordur. 1970’lere kadar yatsı namazından, ramazanlarda da teravihten sonra Harem-i şerifin kapıları kapanır, temizlik başlardı. Sudan’dan getirilen harem ağaları, özel tasarımlı koyu kırmızı kaftanları, bellerine uzanan sarıklarıyla, ellerinde hurma dalından örülmüş uzun süpürgelerle, gurup halinde kıble tarafından çıkıp, sıra sıra yerlerini alarak süpürme işlemine başlardı. Küçüklüğümüzde seyri kaçırılmayacak bir seremoniydi. Süpürme işleminin ardından küçük boylu toprak testiler yıkanıp yeniden doldurulurdu, o zamanlar plastik, kâğıt mendil, paketlenmiş gıdalar olmadığından çöp de az çıkardı.

Temizlik işi bitince etraf misler gibi olurdu. Beyaz elbiseli, siyah cepkenli, omuzlarında kömür ütüsü ile ütülenmiş turuncu atkılarla, aynı boylarda gençler; ellerinde buhurdanlıkla sahaya iner, Mescid-i Nebevi’yi misk-i amberler, güzel kokular kaplardı.

Ramazan heyecanla, tatlı telaşla hızlıca geçerken, dolunay vazifeyi hilale teslim eder, son on güne erişilmesiyle sahnede yeni perde açılır ve şevkin, vecdin zirvesini yaşarsınız. Medine tümüyle seher vaktinde ayaktadır. Harem-i Şerif’te, camilerde teheccüd namazları kılınır, semeresi büyük olan hayır işleri yapılır ve ramazanın mükafatı olan bayram için hazırlıklara başlanırdı.

1970 yılına kadar Mescid-i Nebevi de teravihten sonra sadece Cibril kapısı açık kalır, içkısımlarda iki metrelik karelere perdeler gerilir, itikafa girecek ehl-i zikre ayrılırdı. Ramazan’ın yirminci gecesi Harem adeta bir Medrese-i Kur’aniye halini alır, imsak vaktine iki saat kala, cemaat Ravza-i Mutahharada, on rekatlık kıyam namazına niyetle saf tutar, her rekâtta altı sayfa okunarak her gece üçcüz bir nefeste eda edilirdi. O esnada sayfalar okunmuyor da semalardan âyet-i celileler şelaler gibi gürül gürül akıyor sanırsınız. Babaannemin elinden tutarak bu namaza geldiğimizi çok net hatırlıyorum. Bülbüllerin şakıdığı bahçeler misali, içkısımlardaki küçücük çadırlarda, hafızlar Kuran’la hemhal olurdu. Rahmetli babacığım on altı Ramazan, Pakistanlı âlim şeyh Abdulğafur Alabbasi’ye imam olarak teheccüd kıldırmıştır.                  

Bize Medine ramazanlarını rüya gibi anlatan Sare Hanım, konuşmasına evlerdeki iftarlar ve ramazanın en özel gecesi olan kadir gecesi ile devam ediyor.

Sare Kurucu Bulut;

Medine evlerinde bu mübarek ay, özellikleriyle alışkanlıkları değiştirir. Oruçlar; hurma, Arap kahvesi, su, varsa ayranla açılır. Susuzluk giderildikten sonra mide hemen yorulmaz, önce namazlar kılınır, sonra sofraya geçilir. Ramazan menüsü ay boyunca hiçşaşmaz; buğday çorbası, puf böreği, bakladan yapılan fuul, sahurda istenirse yemek çeşidi veya iftariyelik olabilir… İftarlarda veya sahurlarda davetler olmaz. Arabistan’da haremlik, selamlık hâkim olduğundan ailece ziyaretler yoktur, sadece en yakın akrabalar arasında davetler olur. Hanımların kendi aralarındaki davetleri teravihten sonra olur.

Ramazan’ın can alıcı durağı kadir gecesidir, hangi gecenin olduğu tam olarak bilinmese de yirmi yedinci gece olduğu rivayetiyle hareket edilir. Gönülleri âlemden âleme dolaştıran bu gecede; kalpler titrer, gözler yaşarır, nefis tövbe kapılarının önünde yalvarıp yakarır.

Kayıtların kapandığı, defterlerin dürüldüğü, kalemlerin yazmaz olduğu son gece; sayısız hatimlerin indiği gece teravih ve teheccüd namazlarında “Sadakallahulazim” sesiyle kalplerden bir parça koparcasına, candan can çıkarcasına, et tırnaktan ayrılırcasına veda duaları okunur. Kimi hüngür hüngür ağlar, kimi hıçkırır, diller lâl, gözler melüldür. Dua devam eder de eder. Peygamber-i Zişâna salat ve selamlarla hatim duası tamamlanmış olur.

Gelecek Ramazan’a kavuşma temennileriyle cemaat ayrılır.

Bize Medine Ramazanlarını ordaymışçasına anlatan ve yaşatan Sare Kurucu Bulut Hanımefendiye teşekkür ediyoruz.