Konuya ve yazıya dikkatimi Prof. Dr. Durali YILMAZ hoca çekti. Yazıda anlatılan ve anlatan kişi tanıdık geldi. Bir zamanlar yamaklığını bırakmadığı ve nebbaş olarak nitelendirdiği şahsa şimdi Ankara sokaklarında ağız dolusu küfürler savurduğunu bir çok arkadaştan duydum. Yazısının başlığı 'Bir Mehmed Akif Nebbaşının Ruh Portresi' şeklinde olup zat kendisini yazar olarak nitelendirmiş. Geçmişte benim müşteki onun da sanık olarak yer aldığı, ceza aldığı ve devamında tazminatta ödediği davada da yapmış olduğu savunmasında enaniyetli bir biçimde yazar olduğunu vurgulamıştı. Gerçek adını yazılarında kullanamayacak kadar ürkek ve korkak yazar; Yazıp yazmamakta tereddüt ettiği yazısının Mehmet Akif`le ilgili kısımlarını değil de nebbaşla ilgili olan bölümünü aynı biçimiyle köşeme alıyorum:

'Bu başlıkta bir yazıyı yazıp yazmamakta epeyce tereddüt ettim. Yazmaya başlayınca kararsızlığım geride kaldı. Kararsızlığımda iki sebep etkiliydi. Önce Mehmed Akif gibi aziz bir insanın 'nebbaş' kelimesi ile yan yana anılmasına gönlüm razı değildi. İkincisi artık unutulmaya yüz tutmuş 'Nebbaş'ın eş anlamını bulmakta zorlandım. Aktüalitede makesi olmayan bir kavram:

M. Akif`in yasal mirasçısı olmamakla beraber birileri onun eserinin birinci sınıf varisi gibi tepe tepe kullanılmaktadır. Safahat, tarihimizin safha safha yazı ile anlatıldığı canlı tablolar mecmuasıdır. O harika eser, birilerinin, yani merhum Akif`in 'nebbaş'ı elinde hoyratça şöhret ve ticaret metaı haline gelmiştir.

M. Akif nebbaşı, harika rol kesmekte, kendine ticaret ve şöhret alanında yol alırken başka ortağı bulunmamaktadır. Şayet bir akademisyen, yazar veya düşünce adamı M. Akif alanında kalem oynatır veya iki kelam eylerse bahse konu kişi derhal ve hızlı bir şekilde üzerine çullanmaktadır. Bu eylemi esnasında asla nezaket kuralları söz konusu değildir.

Yazıya başlık olan 'Nebbaş'ı günümüz Türkçesiyle ifade etmek çok zor. Çünkü nebbaş, sözlüklerde unutulmuş bir kavram. Yine de bir eş anlam vermek gerekirse sözlükler 'kefen soyucu' diye tanımlamaktadır. Aslında adam İstanbul`da bulunan M. Akif`in mezarında, onun çürümüş kefenini soymuyor. Çünkü o kefenin para etmeyeceğini çok iyi biliyor. M. Akif`ten geriye kalan mirası Safahat`ı paraya tevil ederek kefen soymaktadır. İşini türlü kılıflar altında pazarlıyor ve köşe oluyor. Modern anlamda tam bir nebbaş.

Çok ilginç, aynı adam bir taraftan Akif`in kefenini soyup pazarlarken öbür taraftan günün şartlarına göre elde ettiği sahte şöhretle kendisine menfaat alanları bulabilmektedir.

Ankara`nın soğuğunda paltosuz TBMM giden o insanı anlatırken sahte göz yaşları döken nebbaş, tam aksi yönde hayat sürmektedir. Tüm itirazlara rağmen Fetö`ya 'Ü stün Hizmet Beratı' vererek özel kurye ile Pensilvanya`ya ulaştırdı. Karşılığında onun bir radyosunda uzun zaman program yaptı, paracıkları cebe indirdi. Fetö, itibardan düşünce başka bir deyimle gerçek yüzü anlaşılınca 'Verilen üstün hizmet beratının yok hükmünde' kararı istihsal eyledi.

İşin çok ilginçyanı Fetö`ye üstün hizmet beratı vermek için başında bulunduğu sivil toplum kuruluşunu zorlayan ve amacına ulaşan nebbaş, Necip Fazıl`ı muhayyel bir mahkemede yargılayıp mahkû m etmiştir. Rivayetler doğu mudur bilinmez ama merhum Nurettin Topçu`nun muhalefetine rağmen 'Mahkeme' yazısını Hareket derisinde yayınlamaya muvaffak olabilmiştir. Necip Fazıl`ı mahkeme edip mahkû m eden nebbaş Necip Fazıl anma toplantılarının baş konuşmacılarındandır. Ama dikkatlerden kaçan en önemli yönü, Necip Fazıl hakkında konuşurken över mi söver mi hiçrenk vermez.

Nebbaş, özellikle senenin iki günü ortaya çıkar, çevreye saldırır, acayip kendini tatmin eder. 27 Aralık ve 12 Mart günleri düzenlenen törenlerin tek hâkimi ve buyurucusudur. Tacettin Dergâhı at oynattığı en önemli mekân. Bu mekânın öncelikle sahibi Altındağ Belediyesidir. Altındağ Belediye Başkanı Sayın Tiryaki, Tacedddin Dergahı`na görünen bir kimlik kazandıran insandır. Ama nebbaş Sayın Tiryaki`yi çeşitli tezviratlarla Taceddin dergâhından kaçırtmıştır.

Tacettin Dergahı`nın ikinci ve en önemli sahibi Hacettepe Ü niversitesi`dir. Ü niversite Rektörü bir keresinde anma toplantılarına katılmış, kendisine söz verilmediği gibi nebbaş tarafından hakarete uğramıştır. Sayın Rektör daha törenin başlangıcında çekip gitmiştir. Çünkü Nebbaş, hakaret için Rektörü hedef seçmiştir. Ankara Valisi, Ankara Büyükşehir Belediye başkanları, anma toplantılarına katılan protokole dâhil zevat, nebbaşın sivri dili ve hakaretlerine muhatap olmuş, tehditlerinden nasiplenmişlerdir.

Nebbaşın asli özelliklerinden biri de 'suphaneke' duasını bile okuyamayacak kadar din konusunda bilgisizdir. Bunu bir yazısında itiraf etmektedir. O sebeple midir bilinmez, sınır tanımayan ölçüsüz davranışları ile Nebevî ve Kur`anî yasakları açıkça ve aleni çiğnemektedir. Allah Kur`an-ı Kerimde 'Bir birinize lakap koşmayın' emriyle çirkin lakap koşmayı yasaklamıştır (Hucurat Suresi). Ama o en yakın dostlarını bile çirkin lakaplarla çağırır.

En önemli yanı, mütevazı olmak yerine kendisine kibri kalkan etmiştir. Kibrin yaşayan prototipidir.

Diğer bir vasfı yalanı son derece ustaca kullanmasıdır. Bizzat kaleme aldığı bir yazısı hakkında kendisini mahkeme karşısında bulunca 'Yazmadım' diyerek yalan söylemiş ve yalanı mahkeme kararlarına geçmiştir.

İslam dini 'vefa' üzerine tesis edilmiştir. Hz. Peygamber ve sahabe efendilerimiz vefa üzerine hayat sürmüşlerdir. Nebbaş, hayat boyu en yakınından başlayarak kendisini dost bilenleri gözünü kırpmadan tek teker harcamıştır.

Hakkında açılan dava sebebiyle kendisine o günün şartları gereği on bin dolar koyan insanı daha sonra yakınından uzaklaştırmıştır.

Kırdığı ve harcadığı dostlarının sayısı bilinmez ama doksan dokuzluk bir teşbihin taneleri kadar olduğu tahmin edilmektedir. Kırk yıl önceden yakınında bulunmuş, dost olmuş menfaat ilişkisi olmayan tek dostu bulunmamaktadır.

Nebbaş, M. Akif üzerinden rant sağlarken o azim zata ve mukaddes davasına büyük zarar vermektedir. Çünkü M. Akif`i yeni nesillere anlatan bir insanın en az onun kadar dürüst, güvenilir ve sadık bir mümin olması gerekmez mi?

Vefasızlık aynı zamanda bir nebbaşalık vasfı olsa gerek. Çünkü nebbaşta vefa duygusu olsa hiçkefen soyar mı?'

İşte yazının nebbaşla ilgili kısımları böyle..

Yazarı bir zamanlar nebbaş olarak nitelendirdiği şahsa birinci derecede yamaklık yapmıştı. Hile ve sahtekarlığın ve kul hakkı yemenin en büyük savunucusu iken simdi bu bu noktalara ve Ankara sokaklarına düşmüş. Halbuki, sizi yakinen tanıdığım 2008 yılından sonra sadece nebbaş olarak nitelendirdiğiniz şahıs değil avukatlarınız dahil hepiniz Fetö ile kol kola el ele hareket ediyordunuz. Yani FETÖ`cü idiniz. O yıllarda 35. Kuruluş yılıyla övündüğünüz ve kamu yararına olan derneğinizin yönetim ve denetim kurullarının asil ve yedek listelerinde bolca Fetöcü isim yer almaktaydı.

Divan başkanı olduğun genel kurulda hazirun listesinden ben dahil kırk arkadaşımızın adının silinmesini mübah gördün. İhracıma itiraz etmeme rağmen başkan olarak ciddiye almadın. Bütün bu davaları da kazandım ve kesinleşti. Genel Merkez Genel Kurul Toplantısı dahil, üçgenel kurulunuzu iptal ettirdim.

On yıl kadar önce sizin için 'Mehmet basar, Ahmet Satar' diye bir yazı yazmıştım. Nitekim nebbaş olarak nitelendirdiğin şahsın kitaplarını AK Partili belediyelere birinci derecede sen pazarlıyordun.

Şimdi ne oldu da Ankara sokaklarına düştün..

42 yıllık bütün ömründe kamu yararıyla öğündüğünüz sahtekar derneğiniz benim üçyıllık derneğimin yapmış olduğu 'Yüz Yüze Konuşmalar: Yaşayan Edebiyat' projesi gibi bir çalışmayı gerçekleştirebildi mi?

Dahası 42 yıllık derneğinizin bütün ömründeki çalışmalarından 'Yüz Yüze Konuşmalar: Yaşayan Edebiyat' projemiz daha ağır basar.

Hepiniz FETÖ`cüsünüz FETÖ`cü;

Hepiniz Nebbaşsınız Nebbaş;