Efendimiz Aleyhisselâm 'Â limin ölümü âlemin ölümü gibidir' buyurmuşlar. İlim semamızı aydınlatan yıldızlara nisbet edilebilecek âlimler birbiri ardına ebediyet yurduna sırlanıyor. Â limlerle birlikte nice âlemler de göçüyor.

Değerli mütefekkir, ilim, irfan ve dava insanı, iktisat müverrihi Mehmet Gençhoca da 18 Mart 2021 günü Hakk a yürüdü ve 19 Mart Cuma günü sevenlerinin omuzlarında Fatih Camii Haziresi`ne tevdi edildi.

Mehmet GençHocamıza rahmeti vesile kılarak 2012 yılının Nisan ayında, zâtıâlilerinin teşrifleriyle, hizmetinde bulunduğum Boğaziçi Yöneticiler Vakfı`nda düzenlediğimiz İslam Işığında Ekonomi ve Ticari Hayat konulu sohbette tuttuğum notları redakte ederek okuyucularımızın irfanına arz ediyorum. İki bölüm halinde yayınlayacağımız mezkû r konuşmanın notları, üstadın Osmanlı İmparatorluğu`nda Devlet ve Ekonomi serlevhalı başyapıtının bir nevi özeti olması bakımından da önem arz ediyor.

Bu vesileyle İttifak Gazetesi camiası olarak Mehmet GençHocamıza rahmet, ailesine, sevenlerine ve ilim dünyamıza başsağlığı diliyorum. Merhumun ruhu için Fatihalar okuyalım.

Mehmet Genç: Osmanlı Ekonomisi İnsan İçindi;

'Osmanlı`da basit bir ekonomi anlayışı vardır. Osmanlı`da ekonomi ile ilgili temel anlayış ekonominin çok 'basit' olmasıdır.

Osmanlı iktisadi düşüncesinin temeli şu cümlede gizlidir: İnsan ekonomi için değildir ekonomi insan içindir. Bu yapıda ekonomik faaliyetler insanın, toplumun ve devletin ihtiyaçları için mal ve hizmet üretirdi.

Osmanlı iktisadi hayatı 15`inci ve 16`ıncı yüzyıldan itibaren bazı temel kuralara bağlanmıştı. Öncelikli ilkelerden biri ekonomik faaliyetin içerisinde bulunan tüm grupların ihtiyaçlarının karşılanmasıydı. Ü reticiler önce kendi ihtiyaçlarını karşılar, sonra yakın çevrelerinin ve toplumun ihtiyaçlarını gidermeye odaklanırdı.

Osmanlı ekonomisinin temel çevre unsuru 'kaza' dedikleri köyden büyük, kentten küçük şehirciklerdir. Kazalar bölgesel ekonomik birim olarak kabul edilmiştir. Burada üretimin odağında kazanın ihtiyaçlarını karşılanması vardır. Kazanın ihtiyaçları karşılandıktan sonra üretim fazlası malların gideceği ilk yer İstanbul`dur.

İstanbul 15`inci Yüzyılda Avrupa`nın En Makbul Kentiydi

İstanbul 15`inci ve 16`ıncı yüzyılda iktisadi hayat bakımından, nüfus bakımından Avrupa`nın en önemli kentiydi.

Oldukça geniş olan Osmanlı Cihan Devleti`nin içerisinde bulunan binlerce kazanın üretim fazlasının gideceği ilk yer İstanbul`du. İstanbul`un ihtiyaçları karşılandıktan sonra arta kalan mallar Mülû k-i İslamiyye`nin diğer kazalarına giderdi. Oraların da ihtiyaçları tamamen karşılandıktan sonra ihracat gündeme gelirdi.

`height=

Osmanlı`da İhracat Teşvike Şayan Değildi

Osmanlı ihracata çok sıcak bakmamıştır. Osmanlı`da ihracat teşvike şayan bir ekonomik faaliyet değildi. Osmanlı coğrafyasında iktisadi faaliyetin hedefi ülke dâhilinin ihtiyaçlarını karşılamaktı.

Osmanlı ihracatı kontrol altında tutmak için gümrük vergisi mekanizmasını geliştirmişti. Ayrıca ihracı yasak olan ürünlerin listeleri ilan edilerek yayınlanırdı.

Osmanlı`nın iktisadi dünya görüşünün temel unsurlarından biri de fiskalizm`dir. Fiskalizm temel olarak devletin gelirlerinin sürekli bir şekilde artırılması çabasıyla izah edilebilir.

Osmanlı ekonomik sistemi bir nevi fiskalizm üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı`da devletin gelirlerinin artırılması için, Cihan Devleti`nin fakirleşmemesi için her türlü tedbir kayıt altına alınmıştır. Bununla birlikte halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması da öncelikli bir hedef olarak gözetilmiştir.

Osmanlı`da Tam Bir Ekonomik Serbestiyet Vardı

Osmanlı iktisadi hayatı ekonomik serbestlik üzerine inşa edilmiştir. Peki, dört kıtaya yayılan devasa bir imparatorluk ekonomiyi nasıl düzenliyordu? Bu sualin cevabı oldukça basit olup şu sorunun cevabında gizlidir: Ekonomide yapılan/yapılacak her hangi bir düzenleme halkın lehine midir âmmenin lehine midir? Devlete, 'mî ri'ye faydalı mıdır? Bu soruların cevabı 'evet' ise, karşımıza bir soru daha çıkacaktır: Peki bu ekonomik düzenlemenin herhangi bir kimseye/kesime zararı var mıdır? Ekonomik düzenlemelerin hiçkimseye zararı da yoksa derhal piyasanın içdinamikleri içerisindeki yerini alırdı; Osmanlı`nın tüm ekonomik kurumları böylelikle oluştu;

Osmanlı ekonomik hayatında yenilikler gelenekçi yapıyı muhafaza ederek hayata geçirilirdi. Denge unsurları sürekli olarak göz önünde bulundurulurdu. Yeni düzenlemelerin zararları ortaya çıktığında derhal eski konuma avdet edilirdi. Osmanlı`nın ekonomik ilkelerinin temel koordinatı budur. Osmanlı eliti de bu koordinatların içerisinde mülahaza edilmelidir.

Osmanlı toplumunda mezkû r ekonomik kaidelerin uygulanabilmesi için önemli üretim faktörleri kontrol altında tutulmuştur. Ü retimin temel girdileri olan toprak, emek ve sermaye 'yakın'dan kontrol edilmiştir.

Osmanlı iktisadi hayatında üretim faktörlerinden 'kim, neye, ne kadar, ne şekilde sahip olacak?' soruları 'net' bir şekilde cevaplanmıştı.

Devletin iktisadi hayatını düzenleyen mekanizmaların ücreti, kirayı ve kârı ciddi bir şekilde takip ettiğini görüyoruz.

Osmanlı Ü retim Faktörlerini Devlet Eliyle Kullanmamıştır

Osmanlı toprak rejiminin özel mülkiyetin dışında tutmuştur. Osmanlı`da toprak mî ridir, devlete aittir. Osmanlı, tarım arazilerinde, ziraat bölgelerinde, çiftliklerde, hayvanla sürülen meralarda özel mülkiyeti kabul etmemiştir. Mülkiyeti devletin elinde tutmuştur.

Osmanlı Devleti, kontrolünü kaybetmemek için çok gayret sarf ettiği üretim faktörlerini devlet eliyle kullanmamıştır. Osmanlı yöneticileri üretim faktörlerini üreticilere, köylülere parseller halinde ihale etmiştir.

Osmanlı kanunnamelerini incelediğimizde her yerin/toprağın verimlilik derecesine göre ailelere/ilgili ekonomik birimlere tahsis edildiğini görüyoruz.

Osmanlıda Veraset Ve İntikal Vergisi Yoktu

Osmanlı toprağı özel mülk değildi ama özel mülk gibiydi köylülere terk edilen parçaydı; Osmanlı ekonomi yönetiminin köylüler için koyduğu tek bir engel vardı: Bu da köylü toprağını terk edemezdi ya da etmemeliydi. Köylü toprağını işlerse, bırakıp başka yere gitmezse arazisinin üzerindeki tasarruf hakkı vefât edinceye kadar devam eder vefâtını müteakiben de çocuklarına miras olarak intikal ederdi.

Osmanlıda Toprak Mavi Boncuk Gibiydi

'Osmanlı bu sistemi üzerinde bizâtihî düşünerek mi kurmuştu? Bu sual önemlidir kanaatimce; Osmanlı`da toprak mavi boncuk gibi kıymetliydi. Devlet hiçbir zaman 'bu toprakların mülkü benimdir' demedi. Keyfiyet, hukuken de böyleydi;

Köylü toprağını bırakıp gittiğinde yönetim, toprağı ihtiyacı olan başka bir köylüye verirdi. Devlet, arazisini/toprağını bırakıp giden köylüyü yakaladığında tekrar toprağının başına getirirdi.

Osmanlı Devleti gittiği/ulaştığı tüm sınırlarda bu uygulamayı yürüttü. Bunu zoraki yaptığını düşünmeyin lütfen;

Köylünün Toprağını Bırakıp Kaçması Örfen Ayıptı

Köylü, toprağını terk edip şehre gidebilir, başka işlerde de çalışabilirdi; Bununla birlikte köylünün toprağını bırakıp kaçması örfen 'ayıp'tı; Kolay kolay hiçbir kimse toprağını bırakıp kaçmazdı; Kaçan köylüyü de zorla toprağına götürme söz konusu değildi; Devlet, toprağından kaçan köylüyü toprağının başına davet eder, köylü gelirse gelir, gelmezse devlet köylüden çiftbozan resmi alırdı. Çitfbozan resmi bir vergiydi; Devletin çiftbozan resmi alması bıraktığı toprağa ait geliri almasıdır. Bu gayet normal bir uygulamadır.

Köylü kendisine tahsis edilen arazisini vakıf yapamazdı, hibe edemezdi, ancak devletin izniyle bir başkasına devredebilirdi/satabilirdi.

Köylüler için toprağı ekmeden bırakmak, satmak istisnai bir durumdu. Toprak bizatihi köylünün mülkü olsaydı köylü yine bunu yapardı. Devlet mülkün sadece hukuken sahibi idi. Köylü toprağına istediğini ekebilirdi.

Osmanlıda Mutedil Bir Vergi Rejimi Vardı

Osmanlı vergi sistemi mutedildi. Osmanlı ekonomisinde verilebilir seviyelerde bir vergi sistemi vardı. Osmanlı eliti 1900`lü yıllara kadar tahammül edilebilir vergi sistemini tatbik etmekte başarılı oldu. Osmanlı`nın topraklarını Balkanlara doğru Avrupa içlerine doğru birkaç10 yılda bir katlanarak genişletmesi ve buralarda kontrolü elinde bulundurması adil vergi sistemi sayesinde gerçekleşmiştir.

Osmanlı köylüsünden vergiyi tahsil ederken de adaletten ayrılmamış köylülerin takdim edecekleri vergi mahsulünü bir günde taşıyabileceği yerden daha uzak yerlerdeki ambarlara götürmeye zorlanmamıştır.

Osmanlı`nın vergi rejimi öngörülebilir bir vergi sistemine dayanıyordu. Ü reticilerden ne kadar vergi alınacağı kanunnamelerde net bir şekilde ortaya konmuştu. Bir köy halkından hangi maldan ne kadar vergi alınacaksa vergiyle ilgili yükümlülükler köyde herkesin görebileceği bir yere asılırdı.

Devlet Hiçbir Zaman 'Bu Toprak Benimdir, Bana Aittir' Söylemi İçinde Olmamıştır

Bununla birlikte devlet hukuki olarak haklı olsa da hiçbir zaman 'Bu toprak benimdir, bana aittir' gibi bir söylem içerisinde olmamıştır. Osmanlı, köylünün ne ekip kaldıracağına da müdahil olmaz köylü istediğini ekip biçerdi. Köylü, üretimden ayrıldığında devletin, bu toprağı üretim yapacak başka bir gruba veriyor olması da son derece normal bir hadiseydi.

Osmanlı ziraat arazilerini işleyen köylülerin vefâtıyla birlikte topraklarını aile efradına miras olarak bırakma hakkı vardı. Ü stelik bu noktada mirassız nakil söz konusu idi. Yani köylüden günümüz vergi terminolojisiyle söyleyecek olursak Veraset ve İntikal Vergisi alınmazdı. Osmanlı Devleti böyle bir toprak rejimi sayesinde Balkanlarda çok hızlı bir şekilde genişledi; Osmanlı`nın Avrupa seferinin Süleyman Paşa ile 1354 yılında başladığını varsayarak konuşacak olursak, bu tarihten sadece 50 yıl sonra Bulgaristan`ın, Makedonya`nın ve Sırbistan`ın tamamının kontrol altına alınması mezkû r toprak rejimi ile tevil edilebilir.

`height=

Osmanlı Her şeyi Kayıt Altına Aldı

15`inci ve 16`ıncı yüzyılda Osmanlı`da oldukça düzgün tahrir defterleri vardı. Tahrir defterlerinin 1600`lü yıllara kadar incelendiğinde fetihle birlikte Avrupa`daki Osmanlı topraklarında üretimin net bir şekilde arttığı ortaya çıkacaktır. Ü retim artışına paralel olarak 'suyun öte tarafı'ndaki topraklarda Osmanlı`nın nüfusu da artmış böylelikle şehirler teşekkül etmiştir.

Osmanlı`nın Avrupa`ya ayak bastığı tarihlerde tek şehir Selanik`tir; İlgili tarihlerde üretim artışının kanıtı Balkanlarda Avrupa`da yeni şehirlerin kurulmuş olmasıdır. Yine tahrir defterleri marifetiyle bu tarihlerde Avrupa`daki Osmanlı nüfusunun yüzde 80`inin ziraatla meşgul olduğunu görüyoruz.

Osmanlı Emek Piyasasını Loncalarla Kontrol Etmiştir

Osmanlı yönetimi şehirlerdeki emek piyasasını dolaylı olarak esnaf loncalarıyla kontrol altına almıştır. Devlet, esnaf örgütlenmelerine oldukça olumlu bir yaklaşım sergileyerek teknik uzmanlık gösteren işgücü, emek ve sermaye piyasalarının loncalar halinde örgütlenmesini teşvik etmiştir.

Osmanlı ekonomisinin temel problemlerinden biri üretim azlığıdır. İhracatın ikinci derecede önemli ekonomik hadise olarak kabul edilmesi keyfiyeti de üretimi statik bir konuma getirmiştir. Hâl böyle olunca esnaf loncaları gereği gibi büyüyememiş loncalar oluştuktan sonra kendi gruplarını genişletme eğilimine girmemiştir. Esnaf loncalarında grup içerisinde sıkı bir dayanışma tesanüt mevcuttur bununla birlikte loncaların sayısının artırılması yönünde özel bir istek yoktur. Mutlaka genişlemesi, hacim kazanması gereken alanlar devlet desteği ile büyümüştür.

Loncalarda 'Sıkı' Bir Yapılanma Vardı.

Loncalarda çırak, kalfa, usta gibi 'sıkı' bir yapılanma vardı. Bu yapılanma bazı meslekleri neredeyse bazı ailelere hasretmişti. Tekelci bir yapı söz konusuydu. Herhangi bir alanda mesleki faaliyetler babadan oğula geçerdi. 'Gedik' denilen özel mülkiyet unsuru vardı.

Bununla birlikte 15`inci ve 16`ıncı yüzyıllarda Osmanlı toplumunda üretim faaliyetlerinin loncalar tarikiyle önemli bir performans artışı gösterdiği de bilinmektedir. Bunu, yabancı gezginlerin, gözlemcilerin tuttukları günlüklerden ve gümrük defterlerinden de anlıyoruz.

Avrupalı seyyahlar Osmanlı`nın ticaret hayatındaki hemen hemen tüm meslekleri inceleme imkânı bulmuştur. Mesela, Fransız seyyah Lyon, Osmanlı mesleklerini inceleyerek önemli tesbitlere ulaşmıştır. Lyon, Osmanlı simkeşhanelerinde/ince gümüş tel iplik atölyelerinde yapılan üretimin Fransa dâhil olmak üzere Avrupa`da hiçbir ülkede yapılamadığını beyanla 'Osmanlı simkeşhanelerinde üretilen ince gümüş telleri görebilmek için ince bir göz lazım gelir' demiştir.

Osmanlı`nın boya sanayi de meşhurdur. O tarihlerde 'Türk kırmızısı' namıyla meşhur pamuk ipliği ancak Osmanlı Cihan Devleti`nde üretilebilmektedir. Avrupalı tüccarlar saf beyaz pamuğu, yoğun talep gören 'Türk kırmızısı'na boyatmak için Edirne, İzmir ve İstanbul`daki boyahanelerin müşterileri olmuştur.

18. yüzyıla, sanayi devrimine doğru gelişen prosesle birlikte İngiltere`nin teknolojisi hemen her alanda Fransa`dan üstündü. Bu cümleden bir tek boya sanayini çıkarmamız gerekir. Çünkü o tarihlerde Fransızlar, Osmanlı boya sanayinden bilgi aldığı için bu alanda İngilizleri geçmişti. Yine mezkû r tarihlerde Fransızlar Osmanlı devletinden boyacıları, sahtiyan (deri) ustalarını ve kalaycıları ülkelerine kaçırmıştır! Bakır kapların çok iyi bir şekilde kalaylanması gerekir. Kalaycılıkta Türk kalay ustaları mahirdir. Fransızlar bu alanda mesafe kat etmek için çareyi Türk kalaycı ustalarını ülkelerine kaçırmakta bulmuştur.

Bununla birlikte Osmanlı esnafının inavasyona pek yatkın olduğunu söylemek mümkün değildir. Esnaf loncaları teknolojiyi de çalışma saatlerini de eşitlikçi bir düzeyde tutmaya gayret etmiştir.

`height=

Osmanlı, Sermayenin Özel Ellerde Birikmesine Sıcak Bakmadı

Osmanlı esnaf üretimi beşeri sermaye bakamından önemli bir mesafe almakla birlikte topyekun bir gelişmeyi ateşleyecek ve sermaye birikimi oluşturacak mahiyette değildi.

Şehirlerdeki emek piyasasını loncalar vasıtasıyla dolaylı bir şekilde kontrol eden devletin sermaye üzerinde önemli bir müdahalesi vardı. Devletin sermayeye müdahalesi emek ve toprak piyasalarına yaptığından farklıydı. Osmanlı Devleti sermayenin özel ellerde birikmesini sempatiyle karşılamıyor, üretim ve mal mübadelelerinde kârlılığı kontrol altında tutuyordu. Osmanlı`da düşük kâr haddi vardı. Kâr hadleri yüzde 10`lar seviyesindeydi. Kanunnamelerde bunun yeri vardır. Alış-satış mahiyetindeki ticaretlerde kâr haddi daha da düşüktü, yüzde 5`ler seviyesindeydi. Hatta yüzde 2 ve 3`ler mesabesinde kâr hadlerinin olduğu da çok görülmüştür.

YARIN: Osmanlı`da şer`î kâr yüzde 10`du.