Türk siyasetinde hareketlilik hiçbitmez, millet de siyaset konuşmaktan hiçbıkmaz. 12 Eylül yönetiminin parti çöplüğüne çevirdiği ülkemizde her geçen gün yeni bir partinin kurulduğu haberini alıyoruz. Dernek veya vakıf hüviyetini taşıyan partileri bir yana bırakırsak gerçekten iktidar olmayı hedefleyen veya siyasi faaliyetiyle varlığını sürdürmeyi planlayan parti sayısı bir elin parmağını geçmez.

Saadet Partisinin Erbakan`ı sevenler kulübü olduğu, oğlunun kurduğu Yeniden Refah Partisinin aile teşkilatı kabul edildiğini varsayarsak Perinçek`in partisi yorgun Maocular birliği, bilumum sol ve komünist partileri de bitmiş bir rüyanın takipçileri olarak görebiliriz. Cemaat, tarikat türevi siyasi partimsi yapıları da değerlendirme dışı bırakıp son dönemdeki siyasal gelişmelere odaklanalım.

Gerçekten siyasi bir hikayesi olan ilk hareket Meral Akşener liderliğinde kurulan İYİ Partiydi. MHP içerisinde girdikleri liderlik yarışı mahkeme kararıyla engellendiği için ayrı bir parti kurmak durumunda kaldılar. Kısa sürede de anahtar bir rol üstlendikleri gibi seçimlerde de belirleyici bir siyaset izlediler. Abdullah Gül`ün adaylığına karşı çıkarak son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin adaylarını da belirlediler. MHP gibi 60 yıllık bir siyasi partinin içinden çıkıp Meclis`te grup kurmayı başarmak kolay iş değil. Ü stelik de milliyetçi cepheyi tam ortadan bölüp eşit oy almayı başarmak da kolay iş değil.

MHP`yi iktidarın bir ortağı kabul etmemiz siyasetin doğasının gereğidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte MHP iktidarın bir parçası oldu. İktidarın küçük ortağının yaşadığı bu bölünmenin büyük ortağa sirayet etmemesi reel politiğe uygun değildi. Beklendiği gibi oldu, AK Parti zayıflama sürecinde kendi içinden çıkan siyasi hareketlerle parçalanma dönemine girdi. Güçlü olduğu ve hala büyüme dönemini yaşarken partiden ayrılanlar varlık gösterememişlerdi. Erkan Mumcu`nun ayrılıp Demokrat Parti`yi diriltmeye çabalaması ile Abdüllatif Şener`in tek başına bir siyasi parti kurması sadece tepkisel tavırlarla açıklanabilir. Zaten ne taban bulabildiler, ne de siyasi partiye dönüşebildiler. Biri erken emekliliğini diğeri ise transferi tercih etti.

Peki AK Parti`nin gerileme dönemine tekabül eden yeni siyasi hareketlenmeler ne tür sonuçlar doğurabilir dersiniz? Bu soruya yanıt vermek için AK Parti`den bölünerek kurulan ve kurulacak hareketlere bakmamız gerekiyor. Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi kuruluş dilekçesini verdi, kurulucuları da kamuoyuna tanıtıldı. Davutoğlu`nun hep uzun olan ve mesajın daima kaybolduğu konuşmasını değerlendirmek zor. Çünkü retoriğin öne çıktığı bu konuşmalarda reel politiğe dair çıkarımlar yapmak mümkün değil.

Kurucular listesine baktığımızda Hoca`nın öğrencileri, yol arkadaşları ve iktidarda birlikte yol aldığı isimleri görüyoruz. Siyasetin güçlü isimleri, yerel örgütlenmelerin temsilcileri ve iş dünyasının bilinenlerini listede göremiyoruz. Zaten görmemiz de sürpriz olurdu. İktidarın gücünün sonucu olan endişeler dolayısıyla yeni bir siyasi hareketle yol almak kolay verilebilecek bir karar değil. Ü stelik de bu siyasi harekete yönelik ilk suçlama iktidarı bölmek ve parçalamak; Peşinden gelecek suçlamalar hepimizin malumu dış güçlerin oyununa gelmek ve ihanet;

Çok iddiasız ve tanınmamış isimlerden kurulmuş olsa da Davutoğlu`nun kadrosunun, AK Parti`deki teşkilatçı bir yapının parçası olduklarını söyleyebiliriz. Gençkadronun teşkilat deneyimi yüksek ama yerel siyaset ayağının zayıf olduğunu söylemek yanılgı olmayacaktır. Yerelde teşkilatlanma sorunu yaşamayacaklar ama güçkazanmak için yeni bir dalgayı beklemekten başka çareleri yok.

Gelelim Ali Babacan önderliğindeki diğer gruba; Kendisini lider gibi değil de sözcü gibi konumlandırması 'emanetçi' eleştirilerini beraberinde getiriyor. Yıllardır kurulacağı söylenen partinin bu kadar gecikmesi de kafa karışıklığının ve tedirginliğin sonucu olsa gerek. Davutoğlu`na göre pek çok avantajları var ama sıkıntıları da daha fazla;

İlk günden bu yana bir taban hareketi değil de tavan hareketi görüntüsü vermeleri, Batılı siyasi aktörlerle şeffaf olmayan ilişkileri, iş dünyasıyla aşırı içiçe görüntü veren algıyı beslemeleri Türk siyaseti için avantaj kabul edilebilecek özellikler değil. Türk siyasetinin güçlü partileri taban ile tavan arasında anlamlı bir dengenin ve doğrudan ilişkinin sonucu olarak varlıklarını sürdürdüler. Ü stelik de her defasında Ali Babacan`ın Abdullah Gül ile ilgili sorulara yanıt vermek zorunda kalması çözmeleri gereken bir soruna işaret ediyor.

17 yılın muhasebesinde kendilerinin de ciddi bir paya sahip olduğu Babacan ve arkadaşlarının, mahçup bir dille başarısızlıkları Erdoğan`a yıkıp başarıları kendi hanelerine yazmaları adil kabul edilmiyor. Çünkü süreçboyunca bu kadronun net bir dille muhalefet şerhi koyduğu bir icraatı hatırlamıyoruz. AK Parti`nin sevaplarına ortak oldukları kadar günahlarında da sorumluluk sahibidirler. O yüzden Babacan hareketinin net bir dille hesaplaşmasını yapması gerekiyor. Yeni bir iktidar arayışındaki seçmenin tercihleri arasında yer alabilmeleri için bu hesaplaşmadan kaçınmaları imkansız;

Siyasetin ısısının arttığı, partilerin sayısının çoğaldığı günlerin neler getireceğini daha çok konuşacağız; 1990`larda başlayan merkezin çöküşünü bir kez daha mı göreceğiz yoksa merkezin yeniden inşasını mı yaşayacağız bilemiyoruz. Galiba biraz daha beklemek en iyisi;