Din kültüründe ve hayatın birçok alanında ortalama aklın ve ruhun anlayamayacağı, anlamakta güçlük çekeceği "soyut, batınî, ruhanî" konular somutlaştırılarak temsillerle anlatılır. Buna "misal (getirmek)" deriz.

Cismânî, zahirî ve maddi temsiller bir müddet sonra ruhanî, batınî ve manevî hakikatlerin (mesel/e) yerini almıştır maalesef. Misaller zamanla mesel olmuştur. Yani mecazların hakikat sanılması…

Hâlbuki:

Misal mesel değildir.

Teşbîh şibih değildir.

İlim malûm değildir.

Akıl makûl değildir. (murat ertaş)

Önceki gün dedesinin ve nenesinin mezarının başında mahdumum ve kerîmelerimle (evlatlarımla) sohbetim, bu konuyu izaha yönelikti:

Toprağa gömülen, ölü bedenlerdir.

Ölü beden nedir?

Hâlik olan Allah’ın izniyle ve kudretiyle, anne karnında pişip biçimlenen ve ruhun bir ömür boyu giyip eskittiği, hırpalanmış elbisedir. Ruhlar ölmez, yaşar; ruhların mahiyetini Allah'tan başka kimse bilemez, mahiyet ve hakikat bize perdelidir. Berzâh "perde" demek. Ancak perde arkasını idrak edebilmemiz için bize bazı ipuçları vermiş, bizi Yaratan!

Misal “uyku”. Diğer adı "küçük ölüm"

Allah Teala Zümer (zümreler demektir.) suresi 42. ayette mealen, "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır." buyuruyor.

Uyku ölümün küçük kardeşi, bir göstergesi... Uykudayken bedenimizde "can" var ama ruh "gezintide"... Bu gezintiye "rüya" diyoruz. Büyük ölümde ise ruhumuzla beraber bedenimizdeki can da çıkıyor... Burada mevzûya rikkatle, dikkatle, ehemmiyetle baktığımızda insanda üç şeyin var olduğunu idrak ederiz:

1) Ruh (Uykudayken gezintiye çıkabilen… Bedene mahpus, mahdut duyuların ötesinde gören varlık… Ruhun görmesine “rü’yâ deriz. Ruh veya zihin, gözlerimiz kapalıyken beş duyunun ötesine, yani şu müşahhas/somut zamanın ve mekânın ötesine geçer, öteleri müşâhede eder, gezer, hisseder. Evet, uykuda gözlerimiz kapalıdır ama görürüz.)

2) Can (Kalbin çalışır halde olması… Uykudayken ruh bedenden ayrılır ama can bedende kalır. Uykuda nefes alıp veren biri görmez, duymaz, koku almayabilir, koku alamadığı için uykuda karbon monoksit, soba zehirlenmelerinden ölümler olur vs. Hastanede uyutulan hastaların bedeninde can vardır; ama ruhları nerededir, bilemeyiz.)

3) Beden (İnsanın et, kemik, kan, irin, yağ, kıl vb mürekkep cisimleşmiş, somutlaşmış hali, şekli; ruhun ve canın öz eşyası, elbisesi…)

İnsanın kalbi durup canı bedenden çıkınca insan ölür; ruh ve can bedenden ayrılır, beden toprağa gömülür; orada börtü böcek tarafından, topraktaki gazlar tarafından beden tüketilir ve yok edilir. Kimileri bedeni yakar, kimi akan bir suya atar, kimi akbabalar yesin de ruhu en yükseğe çıksın diye dağın başına çırılçıplak bırakır.

Yeter ki can çıksın bedenden, o güzel bedene yapmadığımızı bırakmayız! Cansız ve ruhsuz beden de ne pis kokar değil mi?

İnsanın o çürüyen ve pis kokan haline;

"Allah yattığı yerde utandırmasın!",

"Nurlar içinde yatsın!",

"Işıklar içinde uyusun!"

"Rahat uyu!"

gibi cümlelerle ölenin halini yatıp uyumakla anlatmamız mesel değil "misal"dir. Lâkin misal burada da meselin yerini almıştır, mezarlık ruhların kabzedildiği, yatıp uyuduğu yatak, nurlu ışıklı mekân sanılmaktadır. Ya bedeni hiç olmayanlar?.. Denizde boğulup bir balığın karnını doyuran, patlayan bir bombayla tek bir parçası kalmayan, düşen uçakla yanıp kül olan, farklı inançlarda yakılan ölüler vb?

Ölmek, toprağın altında yatıp uzanmak veya uyumak değildir!

Münker ve Nekir'i toprağın altında bekleyen melekler sanmamız da bu yanılgıdan... Misalin mesel sanılmasından... Sorgu bedene değil, ruha! Ruhu toprağa gömmeyiz, bedeni gömeriz. Ruh göğe, bilmediğimiz bir berzah alemine gitmiş olur. Sahi bedeni toprağa verilemeyen ölülere Münker Nekir gelmeyecek mi?!!

Küçük ölüme mahsus "uyku-yatak-uzanmak-üzerini örtmek" kelimelerinin büyük ölüm için birer misal, teşbih, benzetme olarak kullanılması doğal ama hakikati/meseleyi/esası böyle sanmak yanlış!

Mezarların kıymeti, somut düşünen ortalama insana değer verdiği maddi varlığının, bedeninin akıbetini göstererek ölümü idrak etmesini kolaylaştırmasından... Tefekküre ve muhasebeye açılan kapı olmasından… Herkese dünyanın ve insanın birer "fani" olduğunu hatırlatmasından... Mezarlar ölenlerden geriye kalan birer hatıra. Tövbe, dua ve muhasebe için birer illiyet kapısı. Ölüm en büyük nasihat, mezarlık birer nasihat kitabı.

Arapça "şibih" kendisine benzetilen esas, asıl/benzerlik demek, "teşbih" benzetme...

Evet,

Misal mesel değildir

Teşbih şibih değildir.

Berzahı ve her şeyi en iyi Allah bilir.

İlim malum değildir.

Akıl makul değildir.

Evet muhterem okurlarım; misalleri mesel, mecazları hakikat sanır insanoğlu! “Teşbihte hata olmaz!” desek de biraz dikkat edince, tarihteki birçok teşbihi gerçek sandığımız, yanıldığımız ve hatalarımız ortaya çıkıyor.

Allah bizi iyi ede… (amin)

LUGATÇE

Kabir: Arapça “gömme, çukur” anlamlarına gelen “kabr” kökünden türemiştir. Eski evlerin kalın ağaç kapılarına çakılarak, gömülerek ahşaba desen verilen büyük başlıklı çivilere (mıhlara) yine “kabr” kökünden türetilen “kabara” denirdi. Çocuklar bazen kapılardan söktükleri kabaraları topaçlarının uçlarına çakardı ki topaçları iyi dönsün. Kelimenin çoğul hali “kubur”dur.

Mezar: Arapça “ziyaret” anlamına gelen “zür” kökünden türemiş olup “ziyaret edilen yer” demektir.