Orta Doğu siyasetini yakından takip edenler bilirler ki, Mısır ağır bir ekonomik krize girdiğinde ülke dış politikasında önemli kırılmalar yaşanır. Bu durumun en önemli sebebi Mısır’ın bünyesinde taşıdığı ciddi ekonomik zayıflıklardır. Yüz milyonu aşan ve hızla artmaya devam eden nüfusa ilaveten düşük ekonomik büyüme oranlarının yol açtığı yüksek işsizlik oranları, ülkenin bu kalabalık nüfusu beslemek için yeterli temel gıda kaynaklarına sahip olamaması, yüksek sübvansiyonların kamu bütçesi üzerinde oluşturduğu baskı, eğitimli ve yüksek vasıflı işgücünün yurtdışına yönelmesinin yol açtığı beyin göçü ve yönetimle halk arasındaki uçurum, bu ekonomik zayıflığın önemli sebeplerinden bazıları.

Sisi yönetiminin, öncelikli tehditler karşısında sessiz kalırken Libya gibi Mısır ulusal çıkarları açısından tali bir konuda kırmızı çizgiler çizmesi, ülke dış politikasının BAE-Suudi Arabistan ekseninin denetimine girmesiyle izah edilebilir.

Cumartesi günü Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin Mısır ordusuna Libya’ya yönelik askeri müdahale için hazır olma talimatı vermesi ülke dış politikasında uzun süredir hissedilmeye başlanılan yeni bir kırılmaya işaret ediyor. Etiyopya’nın Nil nehri üzerine inşa ettiği Rönesans barajı, Suudi Arabistan’ın Tiran ve Sanafir adalarına 'el koyması' ve İsrail tarafından yöneltilen tehditler karşısında son derece yumuşak bir tavır sergileyen Mısır’ın, Libya konusunda şahin bir politika benimsemesi bu kırılmanın boyutlarını göstermesi açısından önemli. Çünkü Rönesans barajı Nil suları üzerinde Mısır’ın haklarını kısıtlayarak ülkenin hayati çıkarlarını tehdit ediyor. Tiran ve Sanafir adalarını Suudi Arabistan’a teslim etmek Mısır’ın Kızıldeniz üzerindeki nüfuzuna ve ekonomik güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit açığa çıkarıyor. Benzer şekilde İsrail’in Batı Şeria ve Golan bölgesinde takip ettiği ilhak politikası da Mısır için önemli güvenlik tehditleri barındırıyor. Fakat Sisi yönetimi her üç alanda da ülkenin ulusal çıkarlarına önemli ölçüde zarar veren tehditler karşısında sessiz kalırken, Libya gibi Mısır ulusal çıkarları açısından son derece önemsiz bir konuda kırmızı çizgiler çizerek savaşa hazırlanıyor. Bu dramatik tablonun, Mısır’ın içinde bulunduğu ağır ekonomik koşulları aşmasına yardım edecek Körfez kaynaklı petro-dolarlar karşılığında ülke dış politikasının Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Suudi Arabistan ekseninin denetimine girmesinden başka bir izahı yok.

BAE-Suudi ekseni Mısır’ı Libya’da sahaya sürerek ülkenin askeri kapasitesini zayıflatmaya çalışırken İsrail Etiyopya’ya baraj inşası konusunda destek vererek Mısır’ı boğmaya çalışıyor.

Mısır dış politikasını tayin eden unsurlar

Mısır, her ne kadar askeri, entelektüel, kültürel ve demografik açıdan Arap ve İslam dünyasında merkezi bir konuma sahip olsa da devasa ihtiyaçları ülkenin kendi ulusal çıkarlarını korumaya yönelik bir dış politika uygulamasının önündeki en büyük engel. Yüz milyonu aşan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik kaynaklardan yoksun olan Mısır askeri, entelektüel, kültürel ve demografik avantajlarını ülkenin bu ihtiyaçlarını karşılamak için bir kaldıraç olarak kullanmak durumunda kalıyor. Bu yüzden Mısır dış politikası, ülkenin maruz kaldığı ekonomik sıkıntıları aşmasına en çok yardımı yapacak olan odağın denetimine kolayca girebiliyor. İşte bu yüzden Mısır dış politikasının 1960’lı yıllarda Rusya’nın, 1980’li yıllarda ABD’nin ve Arap Baharı sürecinde BAE-Suudi Arabistan ekseninin denetimine girmesi bu ülkelerin Mısır’a sağlamayı vadettikleri ekonomik yardımlarla yakından ilgili.

Mısır’ın kronik ekonomik sorunları 2020 yılı başlarında, yaşanan birtakım gelişmelere de bağlı olarak, çok ciddi anlamda kötüleşmeye başladı. Bu dönemde Mısır ekonomisinde sıkıntılara yol açan dört önemli gelişmeden bahsedebiliriz:

İlk olarak düşen petrol fiyatları Körfez bölgesinde çalışan ve sayıları 3 milyonu bulan Mısırlı işçinin ülkesine gönderdiği işçi dövizlerinde ciddi bir azalmaya yol açtı. 2019 yılında Mısırlı işçilerin ülkeye gönderdiği işçi dövizi miktarı 26 milyar dolar civarındaydı. Üstelik bu dönemde çok sayıda Mısırlı işçinin Körfez'deki işini kaybederek ülkesine dönmek zorunda kalması ülkedeki işsiz sayısında ciddi bir artışa da sebep oldu. Petrol fiyatlarındaki düşüşün Mısır ekonomisine başka bir olumsuz etkisi de ülkeye giren Körfez kaynaklı yatırım fonlarının ciddi oranda azalması. Mısır, 2019 yılında büyük bir kısmı Körfez kaynaklı 8,5 milyar dolar yatırım çekmişti.

İkinci olarak yeni tip koronavirüs (Kovid-19) sürecinde turizm sektörünün tamamen durma noktasına gelmesi Mısır ekonomisi açısından önemli bir gelir kaybına yol açtı. Önemli bir turizm destinasyonu olan Mısır’da turizm sektörü hem döviz girdisi açısından hem de istihdam açısından son derece önemli bir kaynaktır. 2019 yılında ülke turizm gelirleri 12,6 milyar dolarken 2020 yılında bu rakam neredeyse sıfıra yakın seyrediyor.

Üçüncü olarak Kovid-19 sürecinde ekonomik görünümü iyice zayıflayan Mısır ekonomisinde çok büyük sermaye çıkışı yaşandı. Bu sermaye çıkışının 8,5 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.

Son olarak Kovid-19 sürecinde yavaşlayan küresel ekonomik aktivite 2019 yılında 5,8 milyar dolar olan Süveyş kanalı gelirlerinde önemli bir azalmaya yol açtı. Bu dönemde, sayılan bu sebeplerden ötürü ortaya çıkan devasa ekonomik açıklar Mısır’ı Körfez kaynaklı petro-dolarlara mahkûm ederken Mısır dış politikasının da Körfez’in denetimine girmesine yol açtı.

BAE-Suudi ekseninin çek defteri politikası

BAE-Suudi ekseni Arap Baharı süreciyle birlikte tüm Orta Doğu bölgesini kapsayan iddialı ve müdahaleci bir dış politikaya yöneldi. Bahreyn ve Yemen’e yönelik askeri müdahale, Suriye ve Irak’ta silahlı örgütler kurarak destekleme, Libya ve Mısır’da darbeci yönetimlere verilen destek ve Katar’a yönelik üç yılı aşkın bir süredir uygulanan abluka, bu iddialı ve müdahaleci dış politikanın son dönemdeki en önemli yansımaları oldu. BAE-Suudi ekseninin takip ettiği bu iddialı dış politikanın tek bir amacı vardı; demokrasi, insan hakları ve özgürlük taleplerine karşı bölgesel statükoyu korumak. Bu yüzden BAE-Suudi ekseni değişim talep eden sokak hareketlerinin ortaya çıkardığı devrimci dalgayı tersine çevirmeye dönük devrim karşıtı bir dış politika benimsedi.

2003 yılında ABD işgalinin Irak’ı, 2010 yılındaki Arap Baharı’nın Suriye ve Mısır’ı zayıflatması Orta Doğu’da önemli bir güç boşluğuna yol açtı. Bu süreçte BAE-Suudi ekseni bu güç boşluğunu doldurarak zayıflayan bölgesel statükoyu yeniden ayağa kaldırmak ve -eğer mümkün olursa- Körfez, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz’de nüfuzunu tahkim etmeyi hedefledi. BAE-Suudi ekseninin bu iddialı ve müdahaleci dış politikasında iki önemli dayanağı vardı; son dönemde Irak, Suriye ve Mısır gibi Orta Doğu’nun önemli aktörlerinin zayıflaması ve 2004-2014 dönemi boyunca çok yüksek seyreden petrol fiyatlarının ortaya çıkardığı devasa miktarlarda petro-dolar. Ne var ki, BAE-Suudi ekseninin iddialı dış politikası açısından son derece önemli bir avantaj olarak yorumlanan bu iki hususun, bahse konu ülkelerin askeri kapasite eksikliklerini telafi edeceğine yönelik varsayım neticesinde son on yılda önemli başarısızlıklar yaşandı. Son dönemde BAE-Suudi ekseninin yaşadığı başarısızlıklar, askeri kapasiteyle desteklenemeyen 'çek defteri politikasının' başarıyı garantilemediğinin en önemli kanıtı oldu.

Yalnızca Yemen politikasına bakmak bile çek defteri politikasının bölgede kendi lehine politik bir düzen kurmada ne denli yetersiz olduğunu anlamak için kâfi. 2015 yılında Yemen’e askeri müdahale için oluşturulan askeri koalisyonun ve bu dönemde yapılan devasa savunma harcamalarının bölgede İran’ı dengeleme konusunda bir başarı sağlamadığını gördük. Mısır ve Pakistan’ın Yemen’e yönelik kara savaşında BAE-Suudi eksenine destek olmaması beş yılı aşkın bir süredir devam eden savaşta BAE-Suudi ekseninin hem zaten zayıf olan askeri kapasitenin hem de küresel çapta imajının ciddi anlamda yıpranmasıyla sonuçlandı. Benzer şekilde BAE-Suudi ekseni harcadığı onca askeri ve ekonomik kaynağa rağmen Suriye, Lübnan ve Irak’ta da İran’ı dengelemekte başarısız oldu.

BAE-Suudi ekseninin Mısır’ı Libya’da sahaya sürme politikası

Son dönemde Libya’da BAE-Suudi ekseninin destek verdiği darbeci General Halife Hafter yönetiminin Libya hükümeti karşısında yaşadığı toprak kayıplarının BAE-Suudi eksenini yeni bir maceraya sürüklediğine şahit oluyoruz. Yemen ve Suriye’de İran’ı dengeleme konusunda yaşadığı başarısızlıklardan ders almayan BAE-Suudi ekseni, Libya’da Türkiye’yi dengelemek için Mısır’ın içinde bulunduğu ağır ekonomik koşullardan istifade etmek niyetinde. Bu süreçte yeniden çek defteri politikasına başvurarak Mısır’ın askeri, entelektüel, kültürel ve demografik kapasitesini kendi çıkarları için kullanmak istiyor.

Mısır ordusunu Libya’da sahaya sürmeye hazırlanan BAE-Suudi ekseni tıpkı Yemen’de yapılan hataları tekrar ettiğinin farkında değil. Çünkü 2015 yılında Yemen’e yönelik müdahale sırasında oluşan koalisyonda Mısır ve Pakistan’ın askeri kapasitesine güvenilmişti. Ancak Yemen, Mısır ve Pakistan için öncelikli bir dış politika gündemi olmadığı için bu ülkeler üst düzey yetkililerin iddialı birtakım söylemlerine rağmen Yemen operasyonuna yeterli desteği vermekten kaçındılar. Aynı durum Mısır’ın Libya’ya yönelik politikası için de geçerli. Çünkü Libya konusu Mısır ulusal çıkarları ve güvenliği açısından hiçbir öncelik taşımıyor. Nil suları üzerindeki hakları ve Kızıldeniz bölgesindeki nüfuz Mısır için öncelikli dış politika gündemi ve hayati çıkar alanı iken Mısır’ın yaşadığı ekonomik sıkıntıları avantaja çevirme çabasıyla Mısır ordusunu Libya’da sahaya sürmek yeni bir başarısızlığın habercisi olacaktır.

Bu arada İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Suudi diplomat Yusuf el-Useymin’in yaptığı, 'Müslüman Kardeşlerin DEAŞ’tan daha tehlikeli' olduğuna yönelik açıklamasının iki amacı var: öncelikle Libya’da meşru hükümet olan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) terörle iltisaklı göstererek Batı kamuoyunda UMH’ye yönelik sempati ve desteği ortadan kaldırmak, ikinci olarak da Sisi yönetiminin elini içeride rahatlatmak. Çünkü Müslüman Kardeşler hareketi, 2013 yılında yaşanan askeri darbeye rağmen Mısır’da en geniş toplumsal desteğe sahip muhalefet bloğunu teşkil ediyor. Bu şekilde BAE-Suudi ekseni Mısır’a sağladığı ekonomik desteğe ilaveten Müslüman Kardeşler karşıtı yeni bir kampanya başlatarak Sisi yönetimine yönelik olası organize muhalefet hareketlerini de baskılamak istiyor.

Hatırlanacağı üzere Yemen savaşı başladığında da Sisi yönetimi 'Körfez’in güvenliği Mısır’ın güvenliğidir' gibi iddialı bir söylemde bulunmuştu. Bugün de Libya konusunda Sisi’nin aynı iddialı söylemi tekrar ettiğini görüyoruz. Hem Yemen hem de Libya konusunda takip ettiği dış politikaya yakından baktığımızda Sisi yönetiminin Mısır’ın askeri, kültürel, entelektüel ve demografik kapasitesini kiralama konusunda çok hevesli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burada asıl üzücü olan iki husus var. Öncelikle Arap ve İslam dünyasında askeri, kültürel, entelektüel ve demografik olarak merkezi bir konumda olan Mısır’ın, Sisi'nin kişisel hırsları ve BAE-Suudi ekseninin maceracı politikalarına alet edilerek ulusal onurunun zedelenmesi ve Mısır’ın sahip olduğu kapasitenin maceracı politikalarla zayıflatılması. Çünkü BAE-Suudi ekseni Mısır’ı Libya’da sahaya sürerek ülkenin askeri kapasitesini zayıflatmaya çalışırken İsrail Etiyopya’ya baraj inşası konusunda destek vererek Mısır’ı boğmaya çalışıyor.

[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanıdır]

İTTİFAK - AA