Nakkaştepe’den bir insân-ı kâmil geçti!

Neyzen Ömer Erdoğdular fenâ âlemindeki nöbetini tamamlayarak 3 Nisan 2024 Çarşamba günü Hakk Teâlâ’nın “irci’î” emrine ittiba etmişti. 5 Nisan Cuma günü Üsküdar Yeni Valide Camii’nde kılınan Cuma namazının ardından Nakkaştepe mezarlığında ebediyet âlemine sırladığımız ney sazlarının mütevazı üstadı Ömer Erdoğdular’a rahmeti vesile kılarak bir vefâyat dosyası hazırladık.

Abone Ol

Dosyamıza katkıları sebkat eden Neyzen Ahmet Şahin’e, Hânende-Tanbur Sanatkârı Ahmet Yağmur Kucur’a, Prof. Dr. Necdet Şensoy’a ve Neyzen Yavuz Akalın’a İttifak gazetesi camiası nezdinde teşekkürü borç biliyoruz. 

Dinle, bu ney neler hikâyet eder!
Mesnevi’nin ilk beytinde Hz. Mevlana insanlık âlemine şöyle seslenir:
'Bişnev in ney çün hikâyet mî küned/Ez cüdâyî hâ şikâyet mî küned'
Dinle, bu ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

İkinci beyitteyse ney kamışının feryadına işaret vardır:
'Kez neyistân tâ merâ bübrî deend/Ez nefî rem merd ü zen nâlî deend'
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan, erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.

Ney, esrarlı, mütevazı bir saz!
Ney, içine esrar denizi gizlenen mütevazı bir saz. Hal böyle olunca ney sesinin içerisinde oldukça derûnî mânâlar/sırlar vardır. Mezkûr mânâlar/sırlar anlaşıldığında neyden hakikatli sesler alınmak mümkün olur.

Neydeki mütevazılığı Neyzen Ömer Erdoğdular’da bitamamiha müşahede etmek mümkündü.  Ömer Hoca neyin esrarlı ikliminde sebatla ilerledikçe nefesi gelişti, dünyanın dört bir kıtasında tebliğe; ezkâr-ı ilâhîye vasıta oldu. Böylelikle şairin, 'Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât/Mütevâzı olanı rahmet-i Rahman büyüdür' kelâmının sırrı üstadımızın gönül telinde tecellî etti. 

Ömer Erdoğdular’ın bir mesleği ve de bir meşrebi vardı. Mesleği kuyumculuk; meşrebi ise insanlıktı. Kuyumculuk mesleğindeki ticareti onu Allah’ı zikirden alıkoymadı. Mesleğinin adamı oldu. Çünkü mesleğinin adamı her ne işle meşgul oluyorsa olsun, işini; sanat ve zanaatini aşk ile; bir adım öte ibadet şuuruyla icra eder. “Bizim Yunus” dergâha hangi saikle eğri odun götürmediyse hakikat sahibi meslek erbabı Ömer Erdoğdular’ın da aynı keyfiyetle elinden eğri-büğrü iş çıkmadı.

İncinmedi ve incitmedi
Kimseyi kırmadı, kırdırmadı, incitmedi ve dahi kimseden de incinmedi… Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi şu mısraları sanki Neyzen Ömer Erdoğdular’ı tarif ve tavsif tarif etmek için söylemiştir!

Âşık der incidenden
İncinme incitenden
Kemâlde noksan imiş
İncinen incitenden

Dünyada herkesin bir vazifesi vardır!
Her kulun dünyaya gönderiliş sebebi, vazifesi vardır. Kul o sebebi, vazifeyi arar ve bulur. Ömer Erdoğdular’ın vazifesi de ney sazıyla ilâhî nameleri dillendirmekti. Onlarca ecnebi talebeyi bir nevi habl-i ilâhîye dönüşen ney sazının lâhûtî nameleriyle tanıştırdı. Ve bu hizmeti tam yarım asır boyunca fîsebilillah yaptı. Ney sazını hiçbir zaman ticari bir meta olarak görmedi. 

Talebelerine gönlünü ve dahi evini açtı. İçinden boğazın serin mavilikleri geçen evi kocaman bir meşk meclisine dönüşürken hiçbir zaman ney satmadığı gibi ney alacak maddi imkânı olmayan talebelerine neylerinden hediye etti.

Kalfa ustayı, usta üstadı geçemezse sanat da zanaat de akâmete uğrar.
Bazı zatlar vardır. Onlar Sani-i Hakiki tarafından sanat ve zanaat ifa etmek için ve dahi öğretmek için hususen vazifelendirilmiştir. Ve dahi o zatlar ustalık, öğretme ve talebe yetiştirme vadilerinde hocalarını da geçmiştir. Bu böyledir. Çünkü çırak kalfayı, kalfa ustayı, usta üstadı geçmezse sanat da zanaat de akâmete uğrar. Ve dahi Cenab-ı Hakk onların maddi imkânlarını artırdıkça artırır, talebelerinin, ‘piyasa’nın, onun-bunun eline muhtaç etmez.  Son altı cümlenin öznesinde mûsiki sanatında Neyzen Ömer Erdoğdular, hüsn-i hatta da Hattat Mahmut Şahin vardır. Neyzen Ömer Erdoğdular, üstadı Niyazi Sayın’dan aldığı ney feyzini sınırlarımızın ötesine; Hattat Mahmut Şahin üstadları Ali Alparslan ve Hüseyin Kutlu’dan aldığı yazı emaneti topyekûn Anadolu coğrafyasına taşıdı. Mezkûr zatlara isimleriyle hitap edilmez, adları, sanatlarıyla birlikte neyzen ve hattat şeklinde anılır.

Neyzen Ömer Erdoğdular sevdi, sevdirdi ve sevildi…
Neyzen Ömer Erdoğdular ney üzerinden sevdi, sevdirdi ve sevildi… Bunun içindir ki definden sonra arkadaşları, talebeleri, talebelerinin talebeleri ve sevenleri kabrinin başından saatlerce ayrılmadı.

Nakkaştepe’den bir insân-ı kâmil geçti.
Hâsılı, Hicrî takvimin yaprakları 1445 yılının Kadir gecesini gösterirken İstanbul’dan, Nakkaştepe’den bir insân-ı kâmil geçti. 

Kelâmın bu yerinde merhumun hayrülhalefi Ahmet Erdoğdular’ın babasının kabri başında gönlü hûn olarak okuduğu Uşşak makâmındaki hakikat sözlerine nazar ederken muhatabımızın ruhuna Fatihalar okuyalım. 

Ömrün şu biten neşvesi tâm olsun erenler 
Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler 
Şükrânla vedâ ettiğimiz câm-ı fenâya 
Son pendimiz ahlâfa devâm olsun erenler 

Câizse Harâbât-ı İlâhî'de de her şey 
Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler 
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde 
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.


Neyzen Ömer Erdoğdular

Ahmet Şahin
Neyzen

Medeniyetimizi oluşturan unsurların başında gelen mûsikîmizin korunması, anlaşılması, devamının ve sonraki nesillere aktarılması ancak bu konuda yapılacak mücâhede ile, cihatla sağlanabilirdi. Bu gâyeye ulaşabilmek de aşk ile olabilirdi. Bu cihadı kendisine şiar edinmiş neferlerden biri de Neyzen Ömer Erdoğdular abimizdi. 

1983 yılında Kubbealtı Mûsikî Cemiyeti’ndeki koro çalışmasında kendisini tanıdığımda icrâsındaki hâkimiyet, akıcılık, nağmelerin rahatlıkla oluşuvermesi, geleneğe bağlı bir üslûba sâhip olduğunu göstermekle birlikte bu mûsikî medeniyetinin yolunda aşkla mücâhede eden bir üstad olduğuna kanaat getirmem zor olmamıştı. Ben o zamanlar henüz bu ilmin başındaydım ama yüce bir mûsikî medeniyetimiz olduğunun idrâki içindeydim ve Ömer Âbi’nin icrâsındaki ustalık, geleneğe bağlılık, hep Niyâzî Hocamız ve eski üstadlardan bahsetmesi beni kendisine celbetmişti. Dolayısıyla konservatuar talebesi olmama rağmen Kubbealtı Mûsikî Cemiyeti’nde Salı akşamları verdiği ney derslerine devam etmeye başlamıştım.

Derslerde sık sık gelenekten, Niyâzî Sayın Hocamız’dan, eski ustalardan bahseder, üstadları taklid etmeden bu geleneği devam ettirmenin mümkün olmadığını vurgular, tahkîke ulaşılamayacağını söylerdi. Aslında bu bütün sanatlarımızda böyleydi. Meselâ hat sanatında hoca talebeye bütün hurufâtı meşk ettikden, birçok ibâreyi yazdırdıktan sonra icâzet verme aşamasına geldiğinde ondan önceki üstadlardan bir yazıyı taklîden yazmasını ister. İcâzeti yani yazılarına imza atma iznini, diplomayı taklîden yazılmış bu yazı üzerinden verir. 

Gelenek devam ederse gelecek ihtişamlı olur.
Sanatlarımızın her çeşidinde gelenekli icrânın devâm etmesi için usta çırak usulü bir çalışma gerektir. Bu da hocayı taklid etmekle olur. “Femü’l Muhsin” dediğimiz “güzel ağız, güzel icrâ” ancak bu şekilde aktarılır. Gelenek devam ederse gelecek ihtişamlı olur. Tekâmül, olgunlaşma her an devam eder.

Mûsikîde de bilinen böyle bir icâzet geleneği olmasa da şifâhî icâzet olduğunu müşâhede ediyoruz. Bu da hocanın talebesini sözlü olarak uyarması, icrâ tavrı ve geleneğe bağlılık konusunda tavsiyelerde ve tenbihlerde bulunması, taltif etmesi ile olmaktadır. 

Bir kimsenin “ben filânca üstâdın talebesiyim” diyebilmesi için o üstâdın icrâ özelliklerini, fikirlerini, tavrını taşıması, birisi dinlediği zaman “bu, şu üstâdın talebesi” denilmesi lâzımdır. Aynı şekilde o üstad da ancak böyle birisine bu benim talebemdir diyebilir. İşte Ömer Abi de her fırsatta Niyâzî Hoca’dan bahseder, eski ustaların kayıtlarının çok dinlenilmesi ve taklid edilmesi gerektiğini söyler, ney öğrenen kişinin aynı zamanda sesiyle de kendisini dinletecek kadar gelenekli tavırda icrâya sâhip olmasını ifâde ederdi.

Ömer Abi derslerinde ney veya hangi enstrüman olursa olsun gelenekli icrânın önemine dikkat çeker, gelenekli olmayan, piyasa diyebileceğimiz tarzdaki icrâlardan kesinlikle uzak durulmasını çokça vurgular; bir üstâdın önünde diz çökülmeden, eski kayıtlardaki bilhassa taş plâklardaki örnek icrâları taklid ve tetkîk etmeden gelenekli icrânın kazanılmayacağını vurgulardı.

Derslere her kesimden talebe gelir, kiminin istidâdı olmasa da Ömer Abi’nin sohbetleri sayesinde millî ve mânevî kültürlerini pekiştirirlerdi ve bu konuyu aktaracak birikime sahip olurlardı. Hatta karikatürist bir arkadaş gelmişti. Mûsikimizle alâkalı hiçbir birikimi olmamasına rağmen Ömer Âbi’nin sevdirmesiyle birçok Mevlevî Âyini’ni, peşrev saz eserini ezbere okuyarak ve neyle icrâ eder hâle gelmiş ve bu gelenekle alâkalı da bir çizgi karakter oluşturmuştu. 

Kimi talebeler Kapalıçarşı’daki kuyumcu dükkânına gelirdi. Kuzguncuk’taki evine de birkaç kere gitmiştik. Hattâ bir keresinde Niyâzî Hocamız’ın konservatuardaki dersimizde icrâ etdiği şeddiarabân makamındaki peşrev çalışması arasında yaptığı taksimini dinletmiştim. Dinledikten sonra bir müddet durduktan sonra “Hoca burada beni, Sadreddin’i (Özçimi) bütün neyzenleri avucuna almış, yere atmış, şööyle çiğnemiş” diyerek topuğuyla ezme hareketi yapmıştı. Bu hareketi Ömer Âbi’nin o kadar usta bir sanatkâr olmasına rağmen son derece mütevâzı’ asla ben demeyen, mahviyet sahibi oluşunun tezahürlerinden biriydi. O bizde ne varsa Cenâb-ı Hak’dan ve hocamın himmetleri der, hocasından her bahsedişinde yüzü güler, mülâyimleşir, vücut hali saygı durumuna geçerdi. 

Ney talebesi olmak isteyen birçok gence örnek olmuş, mûsikîyi, geleneği, kültürü, diğer sanatları sevdirmiş, geleneği doğru mecrâdan almalarına vesile olmuş bir sanatkâr, büyüğümüz, âbimizdi. 

Mûsikîmize hizmet etmeyi, anlatmayı, tanıtmayı, yaymayı aşk derecesinde derd edinmiş, birçok yanlış akımın olduğu günümüzde bunun mücâdelesini vermiş mûsikî medeniyetimizin önemli mücâhidi idi. 

Cenâb-ı Hakk bizlerin de bu yolda mücâdele ve mücâhede etmemizi nasîb eylesin. Milletimizin bütün olarak böyle üstâdlarımızdan haberdâr olmasını da nasîb eylesin. Bu vesileyle geleneğe bağlı nice sanatkârlar gelmesini nasîb eylesin.

“İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râciûn” “Şüphesiz biz Allâh’danız ve yine O’na döneceğiz”.
    

Gençlere hep yol gösterirdi.

Ahmet Yağmur Kucur
Hânende-Tanbur Sanatkârı

Türk musikisi geleneğinin aktarımında nota yazımının yaygınlaşması çok geç başlamıştır. Bu zamana kadar nesiller boyunca musikimiz, hoca ve talebe arasındaki meşk yoluyla aktarılmış ve muhafaza edilmiştir. Nota yaygınlaştıktan sonra her ne kadar eserler yazılarak aktarılabilse de, eski sistemde kullanılan bazı öğretim metodları daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bu geleneğin hâlâ hayatta olan belki en önemli temsilcisi de, kendisine “kutb-ı nâyî” (neyzenlerin kutbu) sıfatı yakıştırılan Niyazi Sayın’dır. Çok yönlü bir sanatçı olan Niyazi Sayın, azımsanmayacak sayıda öğrenci yetiştirmiştir.

Neyzen Ömer Erdoğdular da onun öğrencilerinin başında gelen isimlerdendi. Hocasına olan bağlılığı dillere destan olmuştur. Belki de onu sanatında bu denli değerli kılan da bu sadakatiydi. Hocasıyla olan anılarını, ondan dinlediği hikâyeleri ve öğrendiklerini öğrencilerine anlatmayı çok severdi.

Ben onun ney öğrencisi olmasam veya ondan düzenli olarak ders alan birisi olmasam da, kendisini her ziyaretimde daima bir şeyler öğreniyor, hikâyeler dinliyordum. Musiki icrasında her şeyden önce tavrın öneminin altını çizerdi Ömer Hoca. Tabii bunun iyi olabilmesi için de eski örneklerimizi çok dinlemek gerektiğini söylerdi. Bir ses sanatçısı olmamasına rağmen onun keskin musiki zevki ve tavrındaki lezzet, sesinden herhangi bir şeyi zevkle dinlenebilir kılıyordu.

Gençlere hep yol gösterirdi. Benim hem tanburiliğimle, hem de hanendeliğimle ilgilenirdi. Tavrımı ve zevkimi geliştirmem için; bana ezberleyeyim diye Hâfız Sami’nin, Hâfız Kemal’in ve Hâfız Şaşı Osman’ın gazellerini; Tanbûrî Cemil Bey’in taksimlerini ödev verirdi. Sonra benden onları dinler, olmayan yerleri söylerdi, devam etmem için de şevklendirdi. Öyle herkesin okuyuşunu da kolay kolay beğenmezdi.

Şimdi yıllar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor. Elbette onun hizmetlerini anlatmaya bu birkaç satır kâfi gelmez. Çok müzisyene dokunmuş, çok öğrenci yetiştirmiş, yurt dışından birçok insana ney sazını tanıtıp sevdirmiştir. Ama belki de en büyük eserlerinden biri, üzerine titreyerek yetiştirdiği çok değerli oğlu, günümüzde benim de icraatını en çok beğendiğim solist Ahmet Erdoğdular olmuştur. Ondan da çok istifade ettim, hâlâ ederim. Bir diğer oğlu Ali Osman Erdoğdular da bugün İstanbul Radyosu’nun önemli neyzenlerinden olmuştur. İkisinin de bundan sonraki yıllarda da babalarının mirasını en güzel şekilde yaşatacaklarına şüphemiz yok. Üstadın ailesine, yakınlarına, öğrencilerine ve tüm sevenlerine baş sağlığı dilerim. Allah rahmet eylesin.

Değerli komşumuz Ömer Ağabey

Prof. Dr. Necdet Şensoy
Öğretim Üyesi-TCMB Eski Banka Meclisi Üyesi

Neyzen Ömer Erdoğdular, 1970’li yılların sonlarından itibaren rahmetli babamız Necati Şensoy’un Kuzguncuk’taki İstanbul Apartmanı’nda bitişik dairede komşumuzdu. Ney seslerini duyduğumuzda Ömer ağabeyin musiki çalışmaya başladığını anlar ve biz de hoşnutlukla dinlerdik. 

Tevazu sahibi, düzenli ve candan bir insandı rahmetli. Her sabah aynı saatte vapurla işine gider ve yine belli saatte vapurla evine dönerdi. Toyota Corolla marka arabası apartmanımızın arkasında durur, nadiren kullanırdı. Kapalıçarşı girişindeki yokuşta bulunan kuyumcu dükkânına zaman zaman biz de uğrardık. Dükkânında bile neyini yanından ayırmazdı.

Eşi Kamile Hanım, babamın Boyabat’tan arkadaşının kızı olduğundan ailece samimiyetimiz ve yakınlığımız vardı. 

Hastalanmasından üç gün önce evlerine gelirken kardeşim Bülent ve yeğenim Gökhan’la karşılaşmışlar, Gökhan birlikte göründükleri fotoğrafı kendisiyle paylaşınca memnuniyetini mesajında ifade etmiş. Gökhan sıklıkla Eminönü’nden eve dönerken akşam vapurunda yaptıkları hoş sohbetleri ve Ömer abinin güler yüzünü daima hatırlayacağını söylüyor.

Kardeşim Bülent vefât ettiği günün sabahında ilginç bir rüya görmüş. Kardeşime rüyasında “Bülent vergilerin son günü geçti mi?” diye sormuş ve peşinden “Baki Duyarlar’ın telefonu” demiş. Bülent uyandığından iki saat sonra Ömer abinin ahirete irtihal ettiği haberini alıyor.

Kendisini rahmetle anıyoruz.


Yokluğu zaman içinde çokça hissedilecek.

Yavuz Akalın
Neyzen

Neyzen Ömer Erdoğdular ismini neye ilk başladığım senelerde duymuştum. O senelerde Kütahya’da olmam hasebi ile yüz yüze görmem,  tanışmam konservatuvara başladığım 1983 senesine rastlar. Kendisini tanıdıktan sonra hayranlığım bir kat daha arttı. Emsalsiz neyzenliğinin yanında, bu dünyada örneği az olan zarif ve hâlis insanlardandı. 

Tasavvufta Ney İnsân-ı Kâmil'i tasvir etmektedir. Ömer ağabey de kendi hayatını ney gibi yaşayan bir insandı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve Türkiye’de çok sayıda neyzen yetiştirdi. Pek çok neyzene örnek oldu. Benim kanâatimce “Kutb-ün Nâyi Neyzen Niyazi Sayın” tavrını en saf ve rafine halde günümüz neyzenlerine aktarmıştır. Yokluğu zaman içinde çokça hissedilecek bir değeri kaybetmenin hüznü içindeyiz.

Neyzen Ömer Erdoğdular
Konya 1949-İstanbul 2024
 

1949 yılında Konya'da dünyaya gelen Ömer Erdoğdular, neyzen olan babası Mehmet Ali Bey'den aldığı ilk derslerinden sonra, İleri Türk Müziği Derneği'nde Neyzen Ümit Gürelman ile ney çalışmalarına başladı. Ümit Bey, Ömer Bey'i birkaç ay sonra, kendi hocası olan Neyzen Niyazi Sayın'la tanıştırdı. Sadece şah neyi ile çalışılan derslere iştiraki, böylesine yetenekli bir neyzen için hiç de zor olmadı. 

Çok uzun yıllar sürecek olan Niyazi Sayın ile çalışmaları onun neydeki tavrının belirleyicisi oldu. Halil Can, Laika Karabey ve Daniş Bey'in ev sohbetlerine katılan Ömer Bey, onlardan da musiki adına büyük faydalar sağladı.

80'li yıllarda Bekir Sıdkı Sezgin'in korosunda ney sanatçısı olarak yer alarak, birçok konserine iştirak etti. 1984-1987 yılları arasında ney sanatçısı olarak, Prof. Dr. Nevzad Atlığ idaresindeki Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği korosunda bulundu. 

1985 yılında Necdet Yaşar ve İhsan Özgen ile Yunanistan'da kayıt çalışması yaptı. 1987 yılında 'de Prof. Necdet Yaşar'ın kurmuş olduğu, Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği Topluluğunda kadrolu ney sanatçısı olarak görevine başladı.

Yurt dışında çeşitli ülkelerdeki konserlere, Necdet Yaşar Ensemble ve diğer gruplar ile katıldı. Beş sene boyunca Girit, Yunanistan ve Viyana Avusturya’da ney seminerleri verdi.

Ney'deki tavrına etki eden en önemli husus, Hafız Kemal, Hafız Sami gibi ünlü hafızların icralarını en ince ayrıntısına kadar tetkik ederek onların hançerelerinin işleyişini sazına aktarmak olmuştur. 

Usta bir sarraf olması, belki de tavrındaki incelik ve zerafetin şekillenmesini sağlamıştır. Ney'inden çıkan sesin güçlülüğü ve aynı zamanda karmaşık seslerin bolluğu ve zenginliği, Hocasının (Niyazi Sayın) Hocası olan Halil Dikmen Bey'in ses tonlamasını hatırlatmaktadır.

Onu dinleyen birinin, durgun ve derin bir ruh hali ile bütünleşmiş ney sesinden etkilenmemesi mümkün değildir. Binlerce ses ve saz sanatçısı onun eğitiminden geçmiştir.

Kâmile hanım ile evli olan Ömer Bey’in Ahmet, Aslıhan ve Ali Osman isimli 3 çocuğu vardır.


İbrahim Ethem Gören-11.04.2024 Yazı No: 582