Telif Hakları Derneği`mizin kurucularından da olan Prof. Dr. Kadir Canatan nevi sahsına münhasır bir can. 25 yıl Hollanda da kaldıktan sonra Türkiye`ye dönmüş büyük sıkıntılarla baş başa bırakılmış ve nihayetinde Profesörlük payesini hak etmiş bir arkadaş.

ahlakına sahip olması' ona olan saygımı, görüşlerine olan ilgimi arttırmaktadır. 

Kadir Canatan`ın sosyoloji ve felsefeye dair yayınlanmış birçok kitabı var. Her yıl yayınladığı Hollanda Raporu var. Şu sıralarda yazdıklarından sinemaya da ilgili olduğunu görüyoruz. 

Sosyal medya hesaplarında da ilginçşeyler yazıyor ve paylaşıyor. Bir kısmını hakkında yazı yazarım düşüncesiyle notlarım arasına aldım. 

Geçenlerde de bir paylaşımda bulundu. Başlığı: 'Emir tek yerden. Yaşasın Özgür basın!' şeklinde idi. Değişik gazetelerde köşe yazan 14 yazarın yazısının başlığı da: 'Diliniz Kaba, Vicdanınız Taş' şeklinde idi. 

Cumhurbaşkanımızın bir toplantıda kullandığı ifadeyi 14 köşe yazarı yazısına başlık olarak kullanmış, içerikte de hep bir ağızdan sözün sahibine ve söylediklerine övgüler düzmüşler, Kadir Bey de ironi olan bu durumu sosyal medya hesabında tenkit ederek dikkatimize sunmuştur.

Kadir Canatan`ın bu paylaşımı 1930`lu yıllarda Nazım Hikmet`in Necip Fazıl`a yazdığı mektubu zihnimde çağrıştırdı. 1936 yılında, Varlık dergisinde yayınlanan mektup şöyledir:

'Sevgili Necip, ismin temiz demek, 'necî b' temiz demektir benden iyi bilirsin. Necip i necis yapma. Sen en cihan şümul eserlerini beş parasız Paris sokaklarında dolanırken vermiş bir şairsin, cebin para para olacak diye ruhun pare pare olmasın. Bilirim kalemin kıvraktır lisanın çeviktir, bilirim üçsatırda ruh üflersin kâğıda, bilirim bir yazsan parçalarsın edebiyatın Çin Seddi ni, o lisan-i mücerret dilinle Babıali yokuşunun yollarını yalaman beni kahrediyor Necip.

Sevgili Necip, inandığın Allah ın aşkına, o kudretli kalemini iktidara payanda yapacağım diye cami direğine çevirme, o kudretli kelimelerini üçkuruşa parselleme üçtanesi üçkuruş etmeyecek ciğersizlere. Sevgili Necip, elinde Sur-i İsrafil var, onu borazana çevirme. 

Eski dostun Nazım.'

Necip Fazıl Kısakürek de Nazım Hikmet`e cevap verir. Necip Fazıl cevabında Nazım Hikmet`i ve sözlerini yalanlama cihetine gitmez. Nazım Hikmet`in o yıllarda yaşadığını düşündüğü 'yalnızlığı' gibi ruh hali ile ilgili değerlendirmeler yapar:

Nazım Hikmet`e hitaben: 'O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (nam-ı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiçdüşünmeden, kapısı önünde açbi ilâçbekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kim bilir nelere başvuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, Beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.' der.

Devamında ise: 'Bundan bir kaçay evvel Babıali`de, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı: Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?

Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?

Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?

Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten men ederler.

Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmayan seninle görüyorsun ki ben hiçbir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım. Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiçbir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta Komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlik reklâm açıkgözlülüğünü; Senin nene mukabele edeyim?' sözlerini sarf eder.

Necip Fazıl Kısakürek`in meseleyi farklı noktalara çektiğini görmekteyiz. Nazım Hikmet, nitelikli şair-yazar Necip Fazıl`ın  'iktidar yalakalığı ve aydın sorumluluğu' üzerine vurgu yaparken, Necip Fazıl`ın konuyu dağıttığı ve doğrudan Nazım Hikmet`in kişiliğine, ideolojisine, şiirini ve edebiyatını değersizleştirmeye götürdüğünü görmekteyiz.

Necip Fazıl Kısakürek`in, Nazım Hikmet`in mektubunda vurguladığı bir karaktere sahip olduğu konusunda hüküm veremem. Ancak, Demokrat Parti döneminde yazmış olduğu birtakım yazılar da ortada. Adnan Menderes`e yazdığı mektuplar ve ilişkisi kitap halinde de yayınlandı. (Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi: Mektuplarla ve Belgelerle, Alaattin Karaca, Lotus Yayınları,2009)

Nazım Hikmet mektubunda, Edebiyatçı Necip Fazıl`a diyor ki 'Bilirim kalemin kıvraktır lisanın çeviktir, bilirim üçsatırda ruh üflersin kâğıda, bilirim bir yazsan parçalarsın edebiyatın Çin Seddi ni; O kudretli kalemini iktidara payanda yapacağım diye cami direğine çevirme; '

Kadir Canatan`ın, 'Emir tek yerden. Yaşasın Özgür basın!' tenkidiyle paylaştığı ve daha nicelerinin 'kalemleri de kudretsiz' olduğuna göre Nazım Hikmet yaşasaydı, onlar için acaba hangi mektubu yazardı;