Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan-ı Şerif ayına hüzünle veda ederken mümin ve muvahhit gönüllerdeki burukluğu Hicrî 1440 yılının Ramazan-ı Şerif bayramının sürû ru aldı. Modern zamanlarda sayılı bayram günleri bir çırpıda geçip giderken bayram günleri sohbetlerinden geriye 'Nerede o eski bayramlar!' şeklinde başlayıp giden hasret cümleleri kaldı. Biz de Ramazan bayramı günlerinin hemen akabinde yayınlanmakta olan köşe yazımıza serlevha olarak 'Nerede o eski bayramlar!'ı uygun gördük ve İstanbul`un 100 Â deti isimli kitabımız için hazırladığımız Ramazan Bayramı maddesini kısaltarak değerli okuyucularımızın irfanına arz etmeyi uygun gördük.

'İstanbul`da Ramazan Bayramı yaklaşmazdan 10 gün önce bayram alışverişlerine başlanır, hane halkına yeni elbiseler diktirilir, kahyâdan divan efendisine ve ahçılara kadar tüm konak ahalisinin bayram bohçaları hazırlanırdı.

Ramazan Bayramı`nın arefe gününde Divan-ı Hümâyû n çavuşlarından duacı çavuş sarayda yapılan arefe merâsimlerinde dua eder, duanın akabinde padişahtan bahşişini alırdı.

Ramazan Bayramı hilâli gözetlenirdi

Ramazan Bayramı hilâli gözetlenir, hilâl görülürse bayram ilan edilir, görülemezse oruca devam edilirdi. Bayram ilânı arefe günü akşam namazından sonra yapılır, toplar atılır, davulcular cadde ve sokakları dolaşarak bayramı duyururdu. Bayram gecelerinde minareler, evler, dükkânlar kandil ve fenerlerle aydınlatılır, şehre ulvî bir hava gelirdi. Bayram geceleri ihyâ edilirken evlerdeki küçük çocuklar bayram namazına götürülmeleri için babalarına özel hatırlatmalarda bulunurdu.

Bayram günü sabah namazından önce kadim şehrin müezzinleri birbiri ardına temcit ve ilahiler okurdu.

Ramazan Bayramı günü bayram namazı çıkışında mahalle bekçileri davullarını ellerine alır, tokmağı davula aşk edip mâniler söyleyerek halkın bahşişlerine tâlip olurdu:

Edirne den geldim beri

Abdal oldum giydim deri

Benden haber sorarsanız

Severim lokum şekeri

Gezegeldim, geze geldim

İnci mercan dize geldim

Komşularım bayram günü

Arzulayıp size geldim

Camileri lebalep dolduran müminler bayram namazı bittikten sonra caminin içinde birbirleriyle bayramlaşırlardı. Konu-komşu birbirini ziyaretle bayramlarını tebrik ederdi. Bayramlarda büyüklerin ellerini öpmeye gelen çocuklara mendil hediye edilir, yaşlılara şeker ve meyve takdim edilirdi.

Ramazan`ı Şerif`in gündüzlerini oruçla, gecelerini ibadetle geçiren İstanbullular bayram günlerinde sevinçve hüznü bir arada yaşardı. Ramazan dan ayrılmanın hüznü yerini bayramın neşesine bırakırken gönüllerde tatlı bir burukluk belirir, bayramlarda eş dost, akraba ziyaret edilirdi.

Osmanlı İstanbul unda bayramlar ayrı bir şenlik havasında kutlanırdı. Fatih Sultan Mehmet Han bir nizamnâme tesis ettirerek bayram ve sair şenlik günlerinin kutlanma usullerini tayin etmişti.

Bayramlarda dargınlar barışır, kimsesizler, yetimler ve dullar unutulmaz, bayramlık elbiseleri ve hediyeleri alınarak bayram öncesinde takdim edilirdi.

Bayram sabahlarının lâhuti iklimi;

İstanbul`a bayram sabahlarında ayrı bir lâhuti iklim hâkim olurdu. Camiler, avlularına kadar müminlerle dolar, namazdan sonra İstanbullular birbirleriyle bayramlaşır, eş, dost, akraba ziyaret edilirdi. Tekkelere gidilerek postnişinlerin eli öpülür diriler kadar hâmû şân da hatırlanır, mezarlıklar, türbeler ziyaret edilir, hastaların hayır duaları alınırdı.

Bayram günlerinde Ü sküdar, Galata, Kadıköy, Beyoğlu, Kasımpaşa ve Beşiktaş meydanlarında bayram yerleri kurulurdu. İstanbullular buralarda hem bayramlaşır hem de eğlenirdi. Etrafı çadırlarla çevrilen bayram meydanlarında 'gün', adeta hokkabazlar, meddahlar ve ip cambazları için 'doğardı'.

Eski İstanbul gravürlerinde dev salıncaklarda sallanmakta olan pî r-i faniler de tasvir edilmekle birlikte bayram en çok çocuklar için gelirdi. Çocuklar grup halinde komşularını, akrabalarını ziyaret eder, el öpen çocuklara küçük keseler içerisinde kuruşlar, çeyrekler, keten mendiller kız çocuklarına oyalı, işlemeli ipek mendiller verilirdi.

Bayram yerlerinde kurulan büyük kayıklarda, dev tahtırevan ve salıncaklarda çocuklar, aileleri ile birlikte eğlenirdi. Çocuklar bayram yerlerinde macuncuların, şerbetçilerin, düdükçülerin, oyuncakçıların, muhallebicilerin ve köftecilerin tezgâhlarının önünde toplanarak bayram harçlıklarını tablalarına bırakırdı.

Bayram, Topkapı Sarayı nda da büyük bir coşkuyla yaşanır, bayram günü vezirler, devlet ve askeri erkân saraya giderek padişahla bayramlaşırdı. Devlet ricalinin padişah ile bayramlaşmasına 'Rikâb-ı Hümâyun Resmi' denilirdi. Padişahla bayramlaşacak olan tüm devlet ricali sabah erken saatlerde merâsim elbiselerini giyerek saraya giderdi. Padişahla bayramlaşıldıktan sonra merâsimde yer alan hâne halklarıyla bayramlaşmak için evlerine, konaklarına giderek, hanımları, çocukları, gelinleri, damatları ve torunlarıyla bayramlaşırdı. Evlatlar el, gelinler etek öperdi. Daha sonra konak görevlileri bayram tebriklerini etek öperek iletir, tebrik için gelenlere saatler, elmas iğneler, yüzükler, kırmızı keseler içerisinde bayram akçeleri takdim edilirdi. Bayram günlerinde yeniçerilere pilav ve zerde ikram edilirdi.

Bayram ziyaretleri üçgün boyunca devam ederdi

Bayram tebrikleri üçgün boyunca devam eder, ilk gün en yakınlar birbirlerini ziyaret eder, ikinci gün memurlar ziyaretlere gelir, üçüncü gün de konu komşu bayram tebriğine gelirdi.

Ramazan Bayramı`nın birinci gününde gün ortasında Topkapı Sarayı ndan, Tophane den ve Kâğıthane`den top atışları yapılır, Sarayburnu na yirmi dört adet kadırga indirilirdi. Eğlenceler bayram gecelerinde de devam ederdi. Bayram tebriki için saraya gelen devlet erkânının tiyatrolara davet edilmesi âdettendi. Tanzimat yıllarında tebrikler, bayramın ilk gecesi mutlaka bir oyun sahneye koymuş bulunan tiyatrolarda kabul edilirdi.

Alman dinbilimcisi Gerlach, İstanbul da geçirdiği Ramazan ayının 23 Ocak 1574 günü tamamlandığında ertesi gün Müslüman ahâlinin bayram sevincini şu cümlelerle anlatır: 'Minareleri aydınlatan tüm kandiller kaldırılmış. Tüm gece boyunca insanlar sokaklarda dolaşıp alışveriş yapmışlar. Ertesi gün Ramazan Bayramı`ydı. Bayram üçgün sürdü. Bu süre içinde herkes en iyi giysilerini giydi yürüyerek ya da arabalarla gezintiye çıktılar. Herkes birbirine sokaklarda elma, ekmek sundu. En sevilen eğlenceler salıncakta sallanmak ve dönme dolaba binmekti. Birçok sokakta ve meydanda dört ayaklı çerçevelere salıncaklar kuruldu. Bu çerçeveler yeşilliklerle, portakal ve narla süslenmişti. Salıncağa binmenin ücreti bir akçeydi. Müzisyenler davul ve zurna çalarken, iki kişi de müşteriyi sallıyor, müşteri de bu arada en yükseğe vardığında meyveleri koparmaya çalışıyordu. Dönme dolaplar dev tekerleklerdi ve dikey olarak dönüyorlardı. Bunları insanlar döndürüyordu. Kenarlardan sarkan oturaklardaki insanlar bunlarla sokaklara yuvarlanıyordu. Bir akçe karşılığında, isteyene koku sıkanlara da rastlamak olasıydı.'