Kuşak farkı söylemi, bize sunulan bir algıdan ibaret. Geçmişin geleceğe yansımasını, haklı gerekçelerle bir  engelleme şekli, diye düşünüyorum. Belli bir yaşa gelmiş, bir ömür geçirmiş, tecrübeleri ile  meyve veren, gençlere bir fener gibi ışık tutan kadim büyüklerimiz var bizim. ‘Yaşlanan’, ‘hayattan elini eteğini çeken’, ‘ununu eleyip eleğini asan’ tabirleri;  onların  hayattan izole edilmeye çalışıldığı, hayatımıza yol gösterici yansımalarını engelleyici söylemler olarak görüyorum.

Yaş alan, hayatı öğrenmiş, yaşadıklarından istifade edebileceğimiz, çok kıymetli tecrübeleri olan büyüklerimiz;  tabirleri  daha doğru, diye düşünüyorum.

Kuşak farkı, nesil farkı diye diye gençleri büyüklerden, büyükleri gençlerden uzaklaştıran, karşılıklı etkileşimi, uzlaşmayı bilgi alış verişini, minimum seviyeye indirgeyip ve bu durumu sorgulanamaz bir hale getirdik toplum olarak.

“Sen anlamazsın, sizin zamanınız gibi değil” deme cesareti sunduk gençlerimize. Büyüklerimize ise, “sen devre dışısın artık” diyerek; gençnesli suçlamaktan başka bir seçenek bırakmadık, onlara. Geçtiğimiz haftalarda kıymetli yazarlarımızdan   Abdülaziz Hocamızın 06.02.2023 tarihli yazısını anımsıyorum hemen, ne diyor başlığında? 'Yaşlı bir insan öldüğünde bir kütüphane yanar.`Çok manidar ve çarpıcı bir başlık, yazıyı okumadan bile çok şey anlatıyor.

Gönül bağı var ise, kurulabilmişse, kurulabilirse kuşak farkı, kuşak çatışması diye bir kavram kabul edilemez olur, olmalıdır da. Bizim çocukluğumuzda büyüklerimizin daha anlayışlı ve sükûnet sahibi olduklarından dolayı dizlerinin dibine oturup onların hikayelerini tecrübelerini dinleme imkanı bulduk, şimdi ise bizler, onlar gibi aynı sükuneti sabrı, anlayışı ve zamanı çocuklarımıza sunmadığımız için, onların geri durmasını, bizi dinlememesi durumlarını nesil çatışması kavramıyla üzerimizden atmış oluyoruz. Üstelik suçlu olan yine çocuklar ve yeni nesil oluyor. Biz durulduk mu ki büyükler olarak? Yeni neslin güvenip sığınacağı sakin bir liman olabildik mi ki, bildiklerini okuyorlar diyebiliyoruz.

Ete kemiğe bürünmüş ruhlar vardır, ezelden tanırmışçasına yakınlık  ve güven duyarsınız, yaptıklarına anlamlı bahaneler sunar iyiye yorarsınız olmadık çıkışlarına...tatlıdır kızmaları, kitabın ortasından eğmeden bükmeden konuşmaları, doğaldır, içtendir samimidir. Kıymetlidir, o insanlar.

Hayati kararlarda o insanın onayını görmek istersiniz, ya bir cümleyle, ya bir bakışıyla, ya sükunetiyle, yada bir şekilde o kişiye has bir kelimeyle onay verdiğini anlarsınız. Bu cesaret sizi hep ayakta tutar.

Bir söz vardır, hayat ile ilgili; ya dört nala koşup  tozu dumana katarsın, yada hiçbir şey yapmadan o tozu dumanı yutarsın, diye. İki seçenek vardır önünüzde. Bu yol ayrımında ilkini onaylayan hayatî insanlardır, gönül bağı kurduğunuz dostlar. Bütün sorumluluklarıyla bu seçeneğinizi gönülden onaylar, çünkü size güvenleri tamdır.  Sorgulamazlar,  gözlemler sadece, uzaktan  iyi olduğunuzu bilir, bilmek ister, gerektiğinde hiçtereddütsüz gerekeni yapar, yormaz, açıklama istemez, arayıp sormadığınızda da sitem etmez, zaten iyi bir zamanında görüşmek isteyeceğinizi bilir, dualarında unutmaz, sizi. Yaşam sınırlarınıza saygı gösterir, bu sınırları aşmadan onun kalp gözetmenliğindesinizdir. Eleştirileri olduğunda; bunu bir tavsiye niteliğinde, yeri zamanı geldiğinde size iletir. Bu özellikleri itibariyle  kıymetlidir sizin için. İsim isim yazmak isterim lakin ; günlük varî olmasın yazımız, herkes yerli yerinde, herkesin gönlümüzdeki yeri belli...Çok özel olmayacaksa da bu hayati kıymetlerin başında babamın var olduğunu söylemek isterim. En iyi anlayan, yapmak istediklerim için sürekli yolumu açan, cesaret veren babamdır. Kendi dönemiyle  kıyaslayan değil, öngörüsü yüksek bir anlayışla içinde bulunduğumuz şartlara göre bizleri hayata hazırlayan, imkanlarını seferber eden, dinleyen, güvenen  bir babadan bahsediyorum. Mekanı cennet olsun.

Bu minvalde gönül dostları kriteri de ona göre şekil kazanıyor elbet... Hamdolsun, hepsinden Rabbim razı olsun. Yakın zamanda ebedi yolculuğuna uğurladığımız dostlarımıza Rabbim rahmet eylesin, hayatta olanlara hayırlı bereketli ömür nasip eylesin.

Yerleri hep bellidir, hayat boyu hayatınızdaki kıymetlerin varlığına onayına güvenine hep ihtiyaçduyarsınız ve yokluğu diye bir şey yoktur aslında, hep vardır, hayatınızın her alanında vardır o kişi, çünkü hemhal olmak dedik ya,  bu noktada çok kıymetli. Artık bilirsiniz neye onay verip vermeyeceğini, hangi konuda size nasıl bir bakış açısı sunduğunu anlarsınız fiziki bir ortam olmasa bile.

Bu duygularımı Sayın Kemal SAYAR’ın dost kavramıyla ilgili ifadelerine yer vererek desteklemek isterim.

“Dost yanımızda olmadığı zaman da içimizde konuşması devam eden kişidir. Yani biz onunla konuşmaya devam ederiz. Onun varlığını, desteğini, yanımızda ve omuz hizamızda olmasını fiziki olarak yanımızda olmasa bile psikolojik olarak  hissederiz ve onun varlığından güçalırız. Dost yanında çocuklaşabildiğimiz, kendimiz olabildiğimiz kişidir.” der.

Yıllarca görüşmemiş dahi olsanız, ilk görüşmenizde kaldığınız yerden sohbete devam edersiniz, böyle dostluklar her iki taraf için de kıymetlidir. Yormadan, kırmadan, dökmeden devam eden karşılıklı bir gönül beraberliği vardır. Varlığını bilmek bile sizin için güven vericidir.

Osmanlı padişahlarımızdan Yavuz Sultan Selim Han, can yoldaşı Hasan can ile Mısır seferine gidecekleri gün kayıkla Üsküdar'a geçerler. Yolda,  'kahvaltı yaptın mı?” diye sorar Hasan Can'a. 'Evet Sultanım', der Hasan Can.

'Yumurta seversin değil mi?”  der Sultan. 'Evet`der, Hasan Can.

Sefere gidilir; zaferler, fetihler, yolculuk derken, aradan iki yıl geçer. Dönüş yolunda, Yavuz Sultan Selim sorar Hasan can a;  'Nasıl seversin`? Hasan Can, tereddütsüz ve gecikmeden yanıt verir.

'Rafadan severim, Sultanım!” der.

Birlikte düşünüp birlikte hissetmek, hemhal olmak, gönül ve kader birliği. Ez cümle ne derseniz deyin kıymetli olan bir haldir, vesselam.

Yaşça benden büyük fakat birbirimizi anladığımız, fikirlerin, duyguların, anlaşıldığı, zemin kazandığı, kıymetli bir dostluğumdan, bahsim  olacak:

Kendisini, bir gün arayıp meşguliyetlerden dolayı bir süredir arayamadığım için  özür dilediğimde, unutamadığım bir teselli vermişti. 'Unutmadığını biliyorum çocuğum, sen beni unutmuş olsaydın, benim gönlümde hala senin sevgin duruyor olmazdı.`demişti. Bu, mahcubiyetle arayan birine ne güzel bir cevaptı. Ne zaman arayıp görüşmek istesem de; arayamadığım, zamanını geçirdiğim bir yakınım, gönül dostum olsa (bunlar biriktikçe suçluluk duygusu oluyor, arayıp açıklama yapmak ayrıca yoruyor derken) şimdilerde; ya dua ediyorum ya da gönlümü yokluyorum, bir şey eksilmemişse  diyorum ki sorun yok.  Zaten hüsnü zan ile ya o kişi seni arıyor ve yahut da Rabbim bir şekilde vesileler gönderiyor, görüşüyorsunuz. Her işte olduğu gibi niyet, hele ki iyi niyet çok güzel bir şekilde, gönlü imara; vesileleri beraberinde getiriyor. Gece yürüyen karıncanın ayak seslerini duyan Rabbimiz, bu nizami inceliği içinde barındıran bir düzen kurmuş, hiçbir konuda çaresiz ve yalnız değiliz. Bizi duyan, ihtiyaca binaen yaratan ve zamanı gelince nasip eden bir Rabbimiz var elhamdülillah.

Duyduğundan bihaber kaygılanan, vesileler aramadan ümitsizliğe düşen, vaktini beklemeden acele eden bizleriz.