Derste konuşma süresine bakıldığında öğretmenlerin yüzde yetmiş, seksen oranında, öğrencilerin ise yüzde yirmi, otuz oranında konuştukları görülür. Yapmış olduğum ders gözlemlerinde bu durumu defalarca tespit etmişimdir. Kırk dakikalık bir dersin neredeyse otuz dakikasında öğretmenin konuştuğunu, öğrencilerin bazen hiçsöz almadan, ya da birkaçdakikayı geçmeyen kısa sürelerde konuşma yaparak dersi bitirdiklerine şahit oldum.

Öğretmenler genellikle kendileri anlattıklarında, kendileri okuduklarında öğrencilerin daha iyi anlayacaklarını düşünüyorlar. Konu tam anlaşılmadığında bir kez daha tane tane, daha açık bir şekilde anlatmayı deniyor öğretmen. Defalarca anlatmayı deniyor ve bu şekilde herkesin daha iyi anladığına inanıyor.

Matematik dersinde öğrenci çözemediği bir soruyu öğretmenine söylüyor, öğretmen de hemen soruyu kendisi sesli bir şekilde okuyup tahtada çözüyor. Öğrenciler de tahtaya bakarak çözümü defterlerine yazıyorlar. Bu durum birçok matematik öğretmenin dersinde yaşanıyor. Daha farklı nasıl olabilirdi diye düşündüğümüzde öğrenciler için oldukça faydalı birçok yöntem bulunabilir aslında.

Örneğin öğrenci çözemediği bir soruyu sınıfta sesli bir şekilde kendisi okuyabilir, okuduğu soruyu anlatabilir. Sınıftan o soruyu çözebilen bir başka öğrenci tahtada çözebilir, ya da iki öğrenci eşleştirilip birinin diğerine anlatması istenebilir. Öğrencinin daha aktif olarak katılacağı birçok yöntem denenebilecekken öğretmenin hemen soruyu okuyup kendisinin çözmesi biraz kolaycılık oluyor aslında. Mücadele edilmeden öğrenilen bilgiler kalıcı olmuyor. Öğrenci biraz mücadele etmeli kendi öğrenmesiyle ilgili.

Öğretmenler kendilerini bilginin dağıtıcısı ya da anlatıcısı olarak sunduklarında öğrencileri de sadece tüketici konumuna indirgediklerini görmeliler. Bu alışveriş zamanla tek boyutlu hale gelerek sürekli bir taraf veren, diğer taraf ise alan konumuna geliyor. Öğrenci zamanla kendi öğrenimi ile ilgili sorumluluk almayı reddediyor. Mücadele etmeyi bırakıyor ve hep hazır olanı almayı istiyor. Öğrencilerin öğrenme konusunda öğretmenlerine bağımlı hale geldiği sistemden öğrencilerin bilişsel mücadele ederek, daha çok sorumluluk alarak, edilgen olmaktan etken olduğu bir sisteme geçiş yapılması gerekiyor. Mücadelenin bir beceri veya alışkanlık kazanmada çok kritik bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Bir bebeğin konuşma ve yürümeyi öğrenme sürecindeki mücadeleci tavrı diğer alanlarda da desteklenmelidir.

Sınıflarda herhangi bir konu anlaşılmadığında açıklama yapmak, izah etmek, daha açık konuşmak öğrenmeye fazla katkı sunmaz, tam tersine öğrencilerin bilişsel mücadele süreçlerini yaşamasını ortadan kaldırır. Böylesi durumlarda senaryoyu değiştirmek ve öğrencileri mücadeleyi deneyimlemeye teşvik etmek daha yararlı olacaktır. Soru sorarak başlamak, açık uçlu sorular sormak, hata ile yüzleştirmek, hata üzerine konuşturmak iyi bir başlangıçolabilir.

Sınıf kültürünün değiştirilmesi çok emek isteyen bir süreçtir. Öğretmen konuşma süresini azaltarak, vaktini öğrencileri gözlemlemeye, onları aktif kılmaya, kolaylaştırıcı tavırlar sergilemeye daha çok vakit ayırabilir. Bir ders saatinde toplam 10 dakikayı aşmamalıdır öğretmen konuşması. Başta 2 dakikalık yönerge açıklama devamında ise kısa hatırlatmalar ve geri bildirim amacıyla konuşabilir.

Öğrencilere daha çok uygulama yaptırılmalı, daha çok deneyimleme imkânı verilmelidir. Uygulama esnasında öğrencileri gözlemleyin, hata yapmalarını, geri bildirim almalarını ve gözden geçirmelerini sağlayın. Açıklama yerine soruları kullanabiliriz. Sorularla düşündürme, sorularla cevabı buldurma gibi yaklaşımlarla öğrenci mücadeleye teşvik edilebilir.

Öğretmen biraz yavaşlamalı ve öğrencinin kendi öğrenme deneyimini yaşamasına izin vermelidir. Öğrenme son derece karmaşık bir olaydır. Her öğrencinin öğrenme serüveni farklıdır. Her öğrenciyi ayrı ayrı gözlemleyerek onun öğrenme süreci ile ilgili veriler toplayabiliriz. Öğrencinin nerede tıkandığını, neye ihtiyaçduyduğunu, nasıl bağlantı kurduğunu not ederek onun gelişimine katkı sağlayabiliriz.

Öğretmen bulunduğu ortamda, sınıfta kendine olan ihtiyacı en aza indirmelidir. Öğrencinin öğrenme yolculuğunda öğretmen kendini biraz geri çekmeli ve asıl sorumluluğu öğrenciye bırakmalıdır. Bu süreçbir anda gelişmez. Kademeli olarak sürdürmek gerekir. Öğrenci bir anda kendi başına bırakılırsa tedirgin olabilir, kaygı düzeyi artabilir. Öğrenci en ufak bir problem yaşadığında ilk olarak öğretmene yönelir. Öğretmenin buradaki tavrı ise süreci ya bağımlılığa ya da mücadeleciliğe yönlendirir.

Öğrenci bir sorunla karşılaştığında bir arkadaşından yardım istemeyi, sorunun üzerine gitmeyi, farklı yöntemler denemeyi öğrenmelidir. Öğrenmenin öğretmensiz de olabileceğini bizzat öğretmenin kendisi uygulamış olduğu yöntem ve ders tasarımlarıyla öğrencilerine yaşatmalıdır. Oluşturmuş olduğu öğrenme ortamlarında ve sınıf tasarımlarında bu konuya dikkat etmelidir. Varlığı hissedilmeli ama çok önde olmamalıdır. Daha fazla konuşturmaya, daha fazla düşündürmeye vakit harcamalıdır.

Tek yönlü anlatımlı (anlatıcı-dinleyici) derslerden hızla uzaklaşarak onun yerine daha etkinlikli, daha çok oyun ve oyunlaştıramaya yer verilen, grup çalışması yapılan, atölye çalışması tarzı, laboratuvar dersi şeklinde öğrencinin aktif katılımını ve araştırma, keşfi destekleyen ders modellerini tercih etmeliyiz. Başta biraz yorucu gelebilir, gürültülü, hareketli olabilir. Dışarıdan bakıldığında kargaşa gibi de görünebilir. Zaman içerisinde dersler iyi yapılandırılırsa, öğrencilerden tam olarak ne istendiği anlaşılırsa çok keyifli ve verimli derslere dönüşecektir.

Ama şu da bilinmelidir ki bu tür ders tasarımlarında öğretmen başta çok emek harcar ve yorulur. Her detay düşünülüp öğrencilerin kişiliklerine uygun planlama yapıldığı zaman ise yorucu olmaktan çıkıp eğlenceli bir eğitim ortamına dönüşecektir.

Daha anlamlı ve herkes için daha yararlı bir eğitim, öğretim ortamı için denemeye değer.

Kaynak: https://www.edutopia.org/article/talk-less-so-students-learn-more