(Bayram Öğretmen)

Toplantı için neler yapması gerektiğini düşünen Bayram Öğretmen sınıfa girdi. Sınıfın iki penceresinden biri açık diğeri kapalıydı. Açık olan pencerenin güneş perdesi ve tül perdesi vardı ancak kapalı olan pencerenin perdeleri yoktu. Kornişlerin birçoğu kırılmış, perdeyi tutan birkaçtane korniş kalmış onların da son zamanlarıydı sanki. Sınıfın perdeleri hayatın tüm yükünü üzerine almış, sıkıntıların altında ezilmiş ve son nefesini veren yaşlı biri gibiydi.

Bayram Öğretmen birden kendisini perdenin yerine koydu ve 'Acaba ben de bu perde gibi miyim?' demekten kendini alamadı. Masasına oturmadan sınıfa şöyle bir göz attı. 'Bir şey yemeye çalışanlar, su içmeye gayret edenler, kalem arayanlar, defter kitap bulmak için mücadele verenler, sağa sola bakınıp öğretmen geldi, diye bağıranlar, hocam Hasan gelmedi, Fatma gelmedi diye öğretmene duyurmaya çalışanlar vb.' Kısacası panayır yeri gibiydi sınıf.

Sınıfın ortasına doğru geldi ve yüksek sesle:

-Selamün Aleyküm, dedi.

-Sınıf hep bir ağızdan: Aleyküm Selam ve Rahmetullahi ve Beraketüh, dedi. Bayram Öğretmen bu selam konusuyla ilgili yaklaşık iki hafta çalışma yapmış, her bir öğrenciyle birebir görüşmüş ve sınıf bu selamı almayı bu şekilde öğrenmişti.

Bayram Öğretmen, selamdan sonra şöyle sınıfı bir dolaştı, çocuklarla göz göze iletişim kurdu ve açın bakalım defterlerinizi, dedi. Her hafta derse hikâye ile başlıyor ve bu hikâyenin adını defterin özel bir sayfasına yazmalarını istiyordu. 'Hikâye bölümü' diyordu öğrenciler o sayfaya. Hikâyenin adını yazdıktan sonra hikâyeyi dikkatle dinliyorlar ve bittikten sonra hikâyeyle ilgili birkaçtane anahtar kelime yazıyorlardı. Bugün anlattığı hikâyenin adı: Renk Ustasıydı.

Hikâyeden sonra derse geçildi, ödevler kontrol edildi, yapanlar mangalda kül bırakmadı yapmayanlar başını önüne eğdi. Dersi dikkatle dinleyenler, hiçderste olmayanlar, uzaklara selam gönderip hayal âlemine dalanlar, arkadaşını rahatsız edenler, teneffüste oynayacağı oyunun planını yapanlar; Derken zaman akıp gidiyordu. Teneffüs zili çalar çalmaz bir ok gibi yerinden fırlayan sınıf saniyeler içerisinde okulun bahçesinde derste hayalini kurdukları oyunu oynamaya başlamışlardı.

Bayram Öğretmen de derse girerken düşündüğü toplantı gündem maddelerini bir kâğıda yazmaya karar verdi.

Gündem:

  • Ders araçgereçlerinin tamamlanması
  • Kahvaltı yapmayan öğrenciler
  • Ödev yapmayan öğrenciler
  • Davranış bozukluğu olan öğrenciler
  • ;  

          Derken liste uzayıp gidiyordu. Bayram Öğretmen her öğrenciyle ilgili not aldığı ajandasını hiçyanından eksik etmez, her türlü gözlem ve değerlendirmeleri oraya mutlaka not ederdi. Bu alışkanlığı, ilk öğretmenliğe başladığı yerde kendisine rehberlik yapan emekli öğretmen Rıza Bey`den kapmıştı. O günden sonra da hep devam ettirdi. Veli toplantısının gündem maddeleri tamamdı. Şimdi de haftaya yapacağı yazılı sorularını hazırlamalıydı. Zihninden planını yapmış ancak kâğıda dökmeye henüz fırsatı olmamıştı. Eve gidince geçerim bilgisayarın karşısına ayarlarım, dedi içinden. Kimse duymamıştı böyle dediğini, duyması da gerekmiyordu zaten. Tam okuldan çıkarken Müdür Bey: 'Bayram Hocam, yarın birkaçveli sizinle görüşmeye gelecekmiş, bir de müfettişlerin gelme ihtimali var, ona göre hazırlıklı olalım.' dedi.

Bayram Öğretmen de,

-Tamamdır hocam, hazırlıklarımız tamdır. Buyursunlar gelsinler. Velileri de bekleriz, hayırlı akşamlar dedikten sonra evin yolunu tuttu. Eve gitmek için otobüs durağına kadar yürüdü, beş on dakika bekledikten sonra gelen otobüse bindi. Otobüste kendisine oturmak için bir yer bulamadı, ancak bir boşluk bulup sırtını dayayabileceği bir köşe bulmuştu. Hemen yanında bulunan iki genç, bu yıl da atanamadıklarından bahsediyorlardı. İri, sarışın ve siyah gömlekli olanı, üniversitelerde bu kadar öğretmenlik bölümü varken bizim atanmamız hayal olur, diyordu. Ondan daha da uzun ve şişman olanı da mezunların yüzde seksen beşi zaten hiçatanamıyormuş, biz başka işe bakalım en iyisi, dedi. 

Bayram Öğretmen`in hemen ön tarafında bulunan koltukta oturan bir bey efendinin de elinde gazete vardı. Kısa boylu, takım elbiseli, elinde bir evrak çantası, çantanın açık olan yan ceplerin birinde eğitim ve öğretimle ilgili bir kitap rahatça görülüyordu. 

Bayram Öğretmen yaklaşık üçdört dakikadır aynı sayfayı okuyan, her halinden meslektaşı olduğu anlaşılan bey efendinin sayfasına şöyle bir göz attı. Başlık şöyleydi: 'Finlandiya Eğitim Sistemi. Başlığın altında da öğretmenlerin, günlük dört saat derse girdiği, haftada iki saat seminer programlarına katıldığı, sportif ve sanatsal faaliyetlere katıldıkları, maddi anlamda da en iyi maaş alan kesim oldukları yazıyordu.'

Bayram Öğretmen, bu haberi okuduktan sonra, 'Acaba bizde de böyle olabilir mi?' derken, telefonu dıt dıt şeklinde iki üçkez uyarı verdi. Bayram Öğretmen elindeki çantayı ayaklarının arasına alarak telefona şöyle bir göz attı. Bir de ne görsün, haber uygulama sitelerinden gelen bildirimdi. Hemen açtı: LGS kaldırıldı, yazıyordu. Devamında da yerine gelecek olan sistemin en geçbir ay içerisinde belirleneceği yazıyordu. Bundan önce de değişmişti birkaçkez. Ü lkemizde sık sık yaşanan bir durumdu bu. Sistem içinde kaybolan Bayram Öğretmen bazen ne yapacağını şaşırıyor, öyle anlamsızca bir şeyler yiyor, dolaşıyor, çay içiyor ancak bunları neden yaptığını anlamsız buluyordu. Kısa süreli kavram ve sistem karmaşası yaşıyordu. İşte haberi gördüğü an yine o anlamsız ve tarifi zor duyguları ya da boşluk hali diye belirtebileceğimiz anları yaşamıştı.

Günlük dört saat ders, seminer, spor, sanat faaliyetleri ha! Nerde! Bunları kendi kendine söylerken elini de kaldırmış nerdeee işareti yapmak üzereydi ki, birden kendi kendine konuştuğunu fark etti.  

  Hemen elini indirdi. Bunca eğitim sorunu varken ben de neler düşünüyorum diyerek tebessüm etti. Türkiye şartlarında iyi olarak nitelendirilen bir maaş alıyoruz belki ancak bir öğretmenin hak ettiği ve mesleğin saygınlığı bundan çok daha fazlasını vermeyi gerektiriyor. Maddi koşulların zorlaşması ve maaşların yetersizliği, öğretmeni makineleştiriyor, robotlaştırıyor. Ü reten, bakış açısı kazandıran öğretmen yerine farklı bakışları kabullenmeyen ve üretmeyen bir öğretmen zümresi ortaya çıkıyor, dedi yine içinden Bayram Öğretmen. Kendisiyle ve mesleğiyle ilgili içhesaplaşma yapıyordu sanki. Neyse ki ineceği durağa gelmişti. Hemen toparlandı, çantasını, dosyasını aldı ve otobüsün kapısına doğru yöneldi.

Bir taraftan da velileri ve müfettişi düşünüyordu. Otobüsten indikten sonra evin yakınında bulunan bakkala uğradı iki ekmek alıp eve geçti. Akşam misafirleri vardı. Gelecek olanlar da kendisi gibi öğretmenlik yapan iki dostuydu. 

Eşi Hatice Hanım biraz telaşlı ve heyecanlıydı. Peçeteleri masaya koyuver, çatalları tabakların sağına koy, su bardaklarını unutma, ekmeği dilimle;   Talimatları sürekli mutfaktan seslenerek kızına ve Bayram Bey`e söylüyordu.

Misafirler geldi, yemekler yendi, sıra çay içmeye gelmişti ki, matematik öğretmeni olan Ahmet Bey: Yahu! Bu mesleğin saygınlığına ne oldu, sürekli değişen bu eğitim sistemi bizi ne hale getirdi? Anlamadım gitti, dedi. Çayını iki şekerli içen matematik öğretmeni bir taraftan da çayını karıştırmaya devam ederken para toplama işini de biz yapıyoruz, muhasebeci miyiz, öğretmen miyiz? Bilemedim, diyen Mustafa Bey`i desteklediğini başını önüne eğerek belirtiyordu.

Bir taraftan çayları tazeleyen Bayram Öğretmen de eğitim alanındaki tüm eksikliklerin sebebi öğretmendir, anlayışını bir türlü idrak edemedim, diyerek muhabbete dâhil olduğunu hissettiriyordu. Değerli meslektaşlarım, nöbet işi, evrak işi, para toplama işi, sürekli ayakta durmaktan kaynaklanan varis problemi, tebeşir tozlarından farenjit, aşırı gürültü kirliliği; Bütün bu saydığım bahaneler mesleğimizin ve sistemin problemi olabilir. Peki, biz ne yapmalıyız? Sürekli bu durumları dile getirerek şevkimizi neden düşürelim?

Aramak, araştırmak, bir çocuğun hayatına dokunmak, tohumu toprağa atıp öylece beklemek yerine o tohumun suyunu, gübresini vermek icap etmez mi? Sistemin eksikliğini dile getirmekle hiçbirimiz kazanmıyoruz. Kaçöğretmen bugüne kadar bu sorunları gündem maddesi haline getirip şöyle etraflıca bir araştırma yaptı? Kaçöğretmen hem sistemle ilgili hem de bir öğrencinin hayatına dokunmak için neler yapmalıyız? diye düşündü.

Arkadaşlar! Bu iş dertlenmekle olur. Sahile vuran milyonlarca denizyıldızından tekrar denize atılanlar hayat bulup yaşayabiliyor. Biz kaçkişinin hayatını kurtarmak istiyoruz, her gün kaçöğrencinin gözündeki, gönlündeki umudu büyütmek istiyoruz? Kaçkişiye model olmak ve öğretmenim ben de sizin gibi olmak istiyorum cümlesini kurdurmak istiyoruz?

Eline bir defa kitap alıp okumamış, her dersin sancısını çekmemiş, eksik ve problem gördüğünde hemen birilerini suçlayıp sorunun üstüne gitmemiş, ödev yapmayan, okula gelmeyen çocuğun niçin ödev yapmadığını, neden okula gelmediğini takip etmemiş bir meslektaşımız sürekli sistemden şikâyet ederek neyi çözebilir?

Ooo Bayram Bey! Biz de sizi tanımasak bu konuşmayı yaptığınıza, hayatta inanmazdık, diyerek hararetli konuşmayı bölen matematikçi, kesinlikle haklısın diyerek konuşmayı böldü ve evet, Bayram Bey doğru söylüyor, bir şeyler yapma zamanıdır. Yıllardır hep benzer eleştirileri yaptık, ne değişti? Elde var sıfır. Zaman laf zamanı değil, icraat zamanıdır, dedi. Yarından tezi yok Bayram Bey`in belirleyeceği üçkitabı önümüzdeki ay okuyalım. Benzer bir uygulamayı velilerimize ve öğrencilerimize yapalım. Sınıf, okul ve sistemle ilgili gördüğümüz eksiklikleri bir rapor halinde madde madde yazıp masaya yatıralım. Önce okul olarak neler yapabileceğimizi bir görelim. İlçedeki resmî kurumları rahatsız edelim. Kaymakamdır, belediye başkanıdır, diğer kurumlardır. Hepsiyle görüşelim. Biz denize atılan ilk taş olalım. Sonra o dalga büyüyecektir.

Mustafa Bey de konuşulanları onayladı ve bakın biz üçkişi neler konuştuk. Bu konuştuklarımızı yapabilirsek çok güzel şeyler olacaktır. Böyle yaparsak olur, bu işler, dedi.

Bayram Bey de okuldan gelirken otobüste gördüğü ve okuduğu gazete haberini paylaşmazsa olmazdı. Hemen söze başladı. Yahu Finlandiya`da öğretmenler dört saat derse giriyormuş, haftalık iki saat seminer çalışmaları yapıyorlarmış. Spor ve sanat faaliyetleri de varmış. Bütün bunları devlet karşılıyormuş. Bütün bunlar biz de neden olmasın? Biz böyle güzel projeler üretir ve peşine düşersek bu ülke çok daha iyi yerlerde olacaktır. Sistemin içinde boğulmaktan, bocalayıp durmaktan ancak yeni ve güzel fikirlerle çıkabiliriz. 

Prensibimiz şu olsun: Sistemden, okuldan, müdürden, kaymakamdan, bakandan her kim varsa onlarla ilgili eleştirilerden vazgeçeceğiz. Önce kendimizden, sınıfımızdan ve okulumuzdan başlayarak neler üretebileceğimize bakacağız. Ne dersiniz? Hepsi bir ağızdan, hay aklınla bin yaşa hocam! Biz bu işi başlatalım. Yarın şu konuştuklarımızı uygulayarak işe başlayalım, diyerek hepsi onayladı.

Vakit bir hayli ilerlemiş, bize müsaade hocam, diyen ve çayı iki şekerli içen öğretmenimiz ayağa kalktı. Montunu giydi, tokalaşıp kapıya doğru yöneldi. Peşinden diğerleri de gitti. Tam çıkarken kapıda yine benzer cümleleri kurdular ve yarın başlıyoruz ha! diyerek sakin adımlarla oradan ayrıldılar. Sistemin içinde boğulmaktan kurtulup yeni fikirler için zihnen ve bedenen yorulmayı göze almışlardı.