Eğitim-öğretim denilince akla gelen ilk gelen yer okullardır. Her ne kadar okullar uzun süredir yüz yüze eğitim yapamıyor olsa da yine de eğitim öğretim denilince okul akla gelir. Okullarda ülkenin bütün çocukları eğitim, öğretimden geçer. Aileler ve devlet de bu işi okullara bırakmıştır. 
Okullarda gerçekten iyi bir eğitim öğretim verildiğini düşünüyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz demektir. Özellikle de eğitim konusunda.
Okullarda akademik olarak birtakım bilgiler veriliyor olabilir. Çocuklar sınavlar için hazırlanıyor da olabilirler. Temel soru hayata hazırlanıyor mu? 
Orası tam bir muamma işte;    
Bu yazıda okullarda verilemeyen bazı temel kazanımları sıralamaya çalışacağım.
Duygu eğitimi verilemiyor: 

İnsanı insan yapan en büyük meziyetlerden birisi onun duygulara sahip olmasıdır.  Duygu olmadığında çok garip ve oldukça sorunlu bir kişilik çıkıyor karşımıza.  Duygu eğitimi, yaşayarak, yaşatarak verilir. Teorik olarak verilmesi mümkün değildir. Çocuk bir durumu yaşadığında, o duyguyu öğrenir, kazanır. Sevgiyi gördüğünde, sevildiğini hissettiğinde sevgi denilen duyguyu öğrenir. Sevgiyle şefkati, merhameti öğrenir. Bütün duygular böyledir. Okulların ise bu duyguları yaşatacak ne zamanları var, ne de planları. Zaten teknolojinin esiri olan çocuklarımız okullarda da yeterli ilgi ve alakayı bulamadıkları için duygusuzluk girdabında kayıp gitmekteler. Önlem alınmaz ise çok büyük insanlık felaketleri bizleri bekliyor. Ders vermeyi bırakıp duygu yüklemeliyiz, dert yüklemeliyiz çocuklara. Yüklemeliyiz ki vatan sevgisini, vicdanı, dürüstlüğü, sevgi ve saygıyı öğrensinler. 
Okuma sevgisi ve alışkanlığı verilemiyor: 

Bilgiye ulaşmanın ve öğrenmenin yollarından en önemlisi okumaktır. Okuma, alışkanlık haline geldiğinde ise kişiye kendi kendine öğrenmenin yolunu açar. Okullarda okuma öğretilir fakat ne hikmet ise okuma sevgisi ve alışkanlığı öğretilemiyor. Öğrenciler sadece harfleri, kelimeleri ve cümleleri seslendiriyorlar. Anlama, yorumlama, kavrama aşamalarına geçemiyorlar maalesef. Ders kitapları ile okuma sevgisi kazandırmak çok zor. Çünkü çocukların ilgisini çekmiyorlar. Okuma sevgisi çocuğun ilgisini çeken ve seviyesine uygun kitaplarla kazandırılabilir. Bu süreçde zorlu ve sabır isteyen bir yolculuktur. Ailelere de ciddi sorumluluk düşer bu süreçte. Özellikle ilkokulda kitap sevgisi ve alışkanlığı kazandırılmalıdır. Hatta sadece bu alışkanlık kazandırılabilse bile yeter diyebiliriz. Çünkü okuma sevgisi birçok kapıyı açan bir anahtar gibidir. Okumanın zevkini alan bir çocuk elinden kitabı düşürmez. Okuma, bir boş vakit eğlencesi değildir. Ciddi bir şekilde zaman ayrılması gereken önemli bir uğraştır.
Düşünme öğretilemiyor: 

Okullarda çocuklara o kadar çok bilgi yüklemesi yapılmaya çalışılıyor ki bu bilgileri sindirmeye, kullanmaya vakit kalmıyor. Öylesine acımasız bir yarış var ve birçok temel beceri bu yarışa kurban ediliyor. Düşünme de böyle. Düşünmenin öğretilmesi ancak ve ancak düşündürmekle, düşünmeye fırsat vermekle mümkündür. Düşünmek başlangıçta çok zordur. Özellikle de alışkanlığı olmayanlar için. Ama çocuklara sabırla öğretilebilir. Öğretmenler biraz acele etmeseler, çocuklara iyi sorular sorarak onları yönlendirseler düşünme kendiliğinden gelişir. Düşünme öğrenildiğinde insan daha iyi kararlar alabilir, sorgulayabilir, eleştirel bakabilir, akıl yürütebilir, muhakeme yapabilir. En önemlisi de iyi ile kötüyü daha iyi ayırt edebilir. O yüzden okullarda düşünme öğretilmelidir. 'Çocuklar için felsefe' başlığı adı altında yapılan güzel uygulamalar bütün okullara yaygınlaşabilir.

Kendi kendine öğrenme öğretilemiyor: 

Dışarıdan yönlendirilmeye o kadar alışmış ki öğrenciler, önlerine bir kâğıt koyduğunuzda sizden bir komut almadan okumuyor bile. Kendisi sorumluluk almadığı için de öğrenmeyi öğrenemiyor. Sürekli dışarıdan komutlarla öğrenmeye çalışıyor. Ne öğrenmesi gerektiğine başkası karar veriyor. Sürekli edilgen olan bir öğrenci asla öğrenmeyi öğrenemez. Öğrenme son derece özel bir durumdur. Herkesin öğrenme biçimi farklıdır. Kişi kendisinin nasıl öğrendiğini bilir, bilmelidir. Öğretmenler, okullarda öğrenmeyi öğretmelidir. Aslolan budur. Bilginin sonu yoktur. Bugün öğrendiğimiz bilgi yarın eskiyebilir. O yüzden öğrenmeyi öğretmeliyiz ki daime insan yeni bilgiler öğrenebilsin. Öğrenme sadece okulla sınırlı değildir. Hayat boyu devam eder. Okullarda okutulan ders kitaplarında o kadar çok gereksiz bilgi var ki öğrenciler bu bilgilerle boğuşurken işin aslını kaçırıyorlar. Teferruatla uğraşmaktan temel işlere vakit kalmıyor. Öğretmenlerin de bu durum işlerine geliyor. Testlerle çocukları oyalamak varken öğrenmeyi öğretmek gibi sabır isteyen zor bir süreçle niçin uğraşsın ki. Alıştığı konforu bozmak istemiyor. 
Beceri kazandırılamıyor: 
Beceri, bir işi kolaylıkla ve ustalıkla yapabilmek, bir işi gereklerine uygun bir şekilde maharetle sergilemek demektir. Bu beceri yaparak kazanılır. Teorik olarak kazanılamaz. Yüzme becerisinin su olmadan kazanılamayacağı gibi. İnsan, ancak suyun içerisinde çabalayarak, deneyerek, yaparak yüzme öğrenebilir. Beceri aynı davranışı defalarca tekrar ederek, deneyerek kazanılır. Hiçbir beceri bir anda gelişivermez. Bir süreçalır. Çaba ister. Okullarda beceri kazandırma işine hiçama hiçvakit ayrılmıyor. Her ne kadar okullarda beceri atölyeleri kuruluyor olsa da. Çocuklarımız en temel becerilerden bile yoksunlar. Çok temel hareketleri bile yapamıyorlar. Ellerine tam olarak hâkim değiller. Kaba ve ince motor becerileri açısından çok zayıflar.  Kalem tutmayı, ayakkabı giymeyi, kıyafetlerini bile giymeyi beceremiyorlar. Tutma, kavrama, yakalama, atma gibi en temel becerileri dahi gelişmemiş. Anne babalar da bu durumdan mesuller. Çünkü çocuklarına bu konuda hiçgörev vermemişler. Beceri gelişimi ile zekâ gelişimi arasında çok kuvvetli bir bağ vardır. Beceri geliştikçe zekâ da gelişir. Zekâ sadece okumakla gelişmez. Oynamakla, koşmakla, dokunmakla, koklamakla da gelişir. Hareketle de gelişir.  Bütün duyu organlarımızla zekâ gelişimi arasında doğrudan bağ vardır. O yüzden okullarımızda temel becerilerin kazandırılmasına çok önem verilmelidir. 
Sorumluluk öğretilemiyor: 

Sorumluluk, kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında yerine getirmesidir. Çok temel bir değerdir. Sorumluluk duygusu gelişmeyen bir öğrencinin hayatta ve okul hayatında başarılı olma şansı yoktur. Topluma ve kendisine faydalı bir birey olmanın yolu sorumluluk duygusunun kazanılmasından geçer. Çocuklara kazandırılması gereken ilk duygulardan biri sorumluluktur. Bir çocuk kendi yapması gereken işleri kendi kendine yapmalıdır. Ödevlerini kendisi yapmalı, kişisel ihtiyaçlarını kendisi gidermelidir. Bu duygu, çocuklara görev vermekle kazandırılır. Görevlerini yerine getirdikçe yüreklendirilir, teşvik edilir. Gücünün yettiği işleri kendisi yapmalıdır. Anne babalar bu konuda biraz daha sabırlı olmalı, çocuklarına fırsat vermelidir. Hataları olduğunda abartılmamalı, tekrar tekrar deneme imkânı verilmelidir. 
Kendi ihtiyaçlarını tek başına yapabilen, anne ve babasına, öğretmenine bağımlı olmayan davranışlarının sonucunu gördükçe ve başardıkça kendine güveni artan bir çocuğun sorumluluk duygusu fazlasıyla gelişmiş demektir.
Bu listeyi daha da uzatmak mümkündür. Lakin en temel kazanımlar olarak düşündüğümüzde bunlar yeterlidir. Bu temel beceri ve alışkanlıkların kazandırılmasını sadece okullardan beklemek de doğru değil tabi. Başta anne babalar da bunların kazandırılmasında çok büyük emek harcamalıdır. Aksi takdirde bazı temel beriler için okul çağına gelindiğinde geçkalınmış olur. Okullarla ebeveynler el ele vererek bu temel beceri ve alışkanlıkları kazandırmayı başardığımız ölçüde geleceğe daha güvenle bakabiliriz. Aksi takdirde tablo çok daha kötüye gidiyor.