Okumak İslam'ın insanlığa ilk emri olarak kabul edilebilir. Bu eylem, bireyin iç dünyasına dönerek çevresini ve tüm varlığını anlamaya çalışması şeklinde yorumlanabilir. Okuma ve anlama çabası, bireyin olgunluk düzeyi ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle her bireyin okuma ve anlama düzeyi farklıdır. Kişinin olgunlaşma süreci okuma süreci ile paraleldir. Okumak, anlamak ve nihayetinde kavramak için bilinç gerektirir.

Varlığın özünü ve kendi hakikatini anlamak için bilinçyoluyla ilerleyen birey, sınırsız bir istekle varlığa ve bilgeliğe yönelir. Bu yönelim, kişi bir tür trans durumuna girdiğinde ortaya çıkabilir. Bu durumda nefsin nurlarından ve metafizik tesirlerinden etkilenen benlik, sırlardan, sınırlardan ve sonsuzluktan etkilenerek kendinden geçer. Bu dışa bakışın görmezden geldiği sır ve sihir, nesnel boyut ve sınırların gerçekliğinden daha gerçektir. Mevlana'nın, İbn Arabi'nin ve diğer bilge düşünürlerin bazı söylemleri bu şekilde ifade edilmiş olsa gerekir.

Okumak ve anlamak, insanın içdünyasını zenginleştiren ve kişisel gelişimini destekleyen bir yoldur denilebilir. Bu süreçte bilinçdüzeyi ve olgunluk seviyesi önemlidir. Her bireyin kendi hızında ve kendi anlama kapasitesinde bu süreci yaşaması doğaldır. Okumak, ömür boyu süren bir öğrenme ve keşfetme yolculuğudur.

Okuma eylemi, akıl ve bilgi ile donatılmış bir insanın tüm yeteneklerini varlığa yöneltmesidir. Bu bağlamda okuma, kişinin ruh halinin ve izlenimlerinin bir yansımasıdır. İslam'ın insanlıktan beklediği okuma muhtemelen bu anlamı da taşımaktadır. Dolayısıyla okuma, öncelikle ruhun, zihnin ve olgunlaşan benliğin bir anlama faaliyetidir. Bu bilinçve anlayışla insan klasik anlamda okuma eyleminin ötesine geçip tüm varlığıyla okuma olgunluğuna eriştiğinde düşüncelerinin ne kadar sığ, vasat veya yetersiz olduğunu daha kolay fark edebilir. Okumak, dünyayı, varlığı, hayatı, evreni, hareketi ve gerçeği anlama ve kavrama çabasıdır. Düşünen ve anlayan bir insan için tüm evren, kendinden başlayarak anlaşılması gereken bir kitap gibidir. Bilgili ile cahil arasındaki fark burada ortaya çıkıyor.

Varlığımız doğası gereği sürekli ilerleme, genişleme ve hareket halinde olmalıdır. Bu çaba, sadece zihinle sınırlı olan algı sistemimize bağlı olmamalıdır. Duygularımız, hislerimiz, kalbimiz, ruhumuz, şüphelerimiz, korkularımız, beklentilerimiz, umutlarımız ve tarif edemediğimiz diğer özelliklerimiz de devreye girmelidir. Bu özellikler birbirinden bağımsız veya ayrı olarak mevcut değildir. Her biri diğerini besler, büyütür, tamamlar veya öne çıkarır. Bu iççalışma, bir anlamda içdenetim, içanalizdir. Seçme, filtreleme, toplama ve çıkarma işlemlerini içerir; Kelimenin tam anlamıyla doğal ve ilahi bir özeleştiridir. Bu şekilde düşünür, hisseder, konuşur veya yazarız.

Varoluşun sonsuz çeşitliliğinde her gün, her an fark ettiğimiz ya da keşfettiğimiz yeni gerçeklikler, ilgimizi, şaşkınlığımızı ve çabamızı harekete geçiriyor. Bu yeniliklerle birlikte sonsuz bir anlamlandırma ve okuma serüvenini yaşıyoruz. Kişinin bu maceradaki başarısına, çabasına ve azmine bağlı olarak yaşam döngüsü değişir. Birey, yerini yeterli görerek tatmin olursa, tereddüt sürecine girer, bilgelikten uzaklaşır ve sıradanlaşır.

Okumak, insanın içve dış dünyayı anlamak için kullanabileceği bir araçtır. Okuma eylemi sadece yazılı metinlere yönelik olmayıp doğayı, insan ilişkilerini, yaşanmışlıkları ve hayatın tüm yönlerini anlamaya çalışma sürecidir. Bu süreçte insanın merakı, anlama isteği ve bilgi arayışı önemli rol oynamaktadır. Okumak insanı yeni fikirlerle tanıştırır, bakış açısını genişletir, bilgilerini artırır ve kişisel gelişimine katkı sağlar.

Ancak okumak sadece bilgi edinme eylemi değildir. Okumak içsel bir keşif yolculuğudur. İnsanın içdünyasını anlaması, duygu ve düşüncelerini tanıması, değerlerini sorgulaması ve kişisel gelişimi için kullandığı bir araçtır. Bu süreçte bilgelik ve anlayış geliştirmek önemlidir. Bilgelik, kişinin deneyimlerini anlamlandırma, başkalarının bakış açılarını anlama ve yaşamın derinliklerine dair bir içgüdüye sahip olma yeteneğidir.

Okuma ve anlama süreci her bireyin hız ve kapasitesinde gerçekleşir. Her bireyin okuma ve anlama düzeyi farklı olabilir. Önemli olan sürekli öğrenme ve keşfetme tavrını sürdürmek, bilinçli düşünmek ve anlamaya yönelik çabaları sürdürmektir.

Okuma ve anlama serüvenimiz, sürekli duygusal deneyimlerle yenilenmekte ve nitelik kazanmaktadır. Varlığımızın değeri ve anlamı bu serüvene bağlıdır. Duygusal deneyimler, kendi varlığımızı ve sürekli genişleyen gerçeği gerçekleştirmenin heyecanını bulduğumuz, gerçekle zenginleşme ve değer kazanma sürecidir. Bilgi, sevgi ve duygu olmaksızın doğrudan algılanamayan varoluş heyecanıdır. Bu heyecanın manevi kaynağı içimizdedir. Ancak doğuştan gelen yönelimimizi olumsuz yönde etkileyebilecek pek çok etki vardır, bunlar geleneksel algılar, alışkanlıklar, eğitim ve kültürle ilgili yönetim politikaları gibi faktörler olabilir.

Bu durumu değiştirmek ve gerçek insan potansiyelimize ulaşmak için, bilgelik yolculuğumuzda daha fazla öğrenmeli ve daha fazla sevgi ve duygu ile yaklaşmalıyız. Etrafımızı saran malayani etkilerden kurtulmak ve hikmetten uzaklaşmamak için bilinçli olarak yönlendirilmemiz gerekir. Bu da birey olarak kendi içsel çalışmalarımıza odaklanmayı, düşünme ve sorgulama yeteneklerimizi geliştirmeyi ve bilinçli seçimler yapmayı gerektirir. Ayrıca toplum olarak daha eşitlikçi, bilgiye dayalı ve akla dayalı politikalar, programlar ve deneyimler oluşturulmalıdır. Böylece, saf insani özellikleri ve erdemleri koruyarak insanların potansiyellerini geliştirmelerine ve gerçekleştirmelerine destek olabiliriz.

Okumanın sadece yazmaktan ibaret olmadığını, ekonomiden siyasete dönüşü, sesi, rengi, şekli, ritmi ve hareketi içerdiğini söylemek doğru bir yaklaşımdır. Bu, çerçeveyi genişleten ve anlam, anlayış ve yorumlama ile karşılanması gereken okumanın doğasını vurgular. Günümüz dünyasında iletişim ve ulaşım olanaklarının hızla ilerlediğini düşünürsek basılı kitap okumanın son okuma türü olduğunu söyleyebiliriz.

Hayatla barışık olmak, onun mucizevi yansımalarına karşı zihni ve ruhu duyarlı hale getirir. Duyarlılığımızın ölçüsü kendimizi dünyada, dünyayı da içimizde özümseyebilmemizdir. Yaşam, varoluş ve okuma ilişkisini kurmanın gerçek gerekliliğini ortaya koyar. Bu bağlamda okuma, kaligrafik metinlerin deşifre edilmesi gibi yüzeysel bir aşamayla sınırlı değildir; varlığın özüne, ruhuna ve özüne de döner. Bu okuma serüveni insanı gerçek anlamda kendisiyle, toplumu ve yaratıcısıyla tanıştırır.

Okumak sadece bir bilgi edinme aracı değil, aynı zamanda içsel bir yolculuktur. Okumak, insanların düşüncelerini, duygularını ve anlayışlarını derinleştirmesine yardımcı olur. Okumada bir metni anlamak ve yorumlamak için içsel katılım ve etkileşim gereklidir. Bu etkileşim okuyucunun deneyimlerini, değerlerini ve bakış açısını yansıtır.

Teknolojinin hızla gelişmesine rağmen okumanın önemi azalmadı. Basılı kitaplar, dijital okuma cihazları ve diğer teknolojik araçlar arasında denge kurmak önemlidir. Okumak, insanların düşünme, hayal kurma, analiz etme ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Ayrıca okumak, kişinin empati kurma yeteneğini artırır, farklı düşünce sistemlerini anlamasına ve çeşitliliği takdir etmesine yardımcı olur.