7 Haziran 2008 tarihinde 'Ustalara Yaşarken Saygı; ' da Olcay Yazıcı`yı şiirini ve nesrini konuşmuştuk. Aslında programın bir nevi isim babası da oydu. İlk iki programda başlığımız 'Ölümleri Beklemeden Ustalara Saygı' idi. Olcay Yazıcı`ya ait olan bu başlıktaki 'ölüm' kelimesi birçok insanı ürküttü. Hâlbuki her daim hissedeceğimiz ve er geçkarşılaşacağımız bir realite idi.

Benim yönettiğim o günkü Olcay Yazıcı`ya Saygı özel etkinliğinde Mehmet Niyazi Özdemir: 'Dehlizdeki Pırlanta: Olcay Yazıcı', Yusuf Bilge: 'Kök Bilgiden Gök Bilgiye: Olcay Yazıcı', Senail Özkan: 'Olcay Yazıcı`da Felsefî Boyut', Mehmet Nuri Yardım: 'Olcay Yazıcı Sonsuzluğa mı Akıyor?', Mürsel Gündoğdu: 'Hayatın Gizemini Arayan Bir Bilge: Olcay Yazıcı', Ekrem Kaftan: 'Olcay Yazıcı`nın Şiirinde Metafizik Derinlik', Osman Akkuşak: 'Cümlesi ve Fikri Olan Kalem: Olcay Yazıcı' ve Özcan Ü nlü: 'Çığlığı Çiğdeme Dönüştüren Olcay Yazıcı' başlıklı konuşmalarıyla Olcay YAZICI`yı dinleyicilere anlatmışlardı.

Stefan Zweig Günlükler`inde yazar ve şairlere hayatta iken vefa gösterilmesini söyler ve bunun için de elli yaşını önerir. Ona göre yazar ve şairleri onurlandırmak için yetmiş yaşına gelmeleri beklenmemelidir. Bizler, değerlerimiz bu dünyadan ayrıldıktan sonra dizlerimizi döven bir milletiz. 'Kıymetini bilemedik, yeri doldurulamaz' şeklinde dövünüp dururuz ama fayda etmez. Hâlbuki henüz hayatta iken önemli kişileri gündeme getirmek, tartışmak ve değerlendirmek daha anlamlı geliyor bana. Çünkü toplum önderleri de diyebileceğimiz bu şahsiyetler milli birikimimizi henüz hayatta iken yeni nesillere daha rahat aktarabilirler.

Program tarihinde Olcay Yazıcı henüz 45 yaşındaydı. Kendini usta olarak görmediğinden dolayı faaliyete direniyordu. Ben de ısrar ediyordum. Faaliyet yapılmalıydı. Niçin Olcay Yazıcı sorusuna her zaman, Olcay Yazıcı bu güzel ülkenin sessiz çığlığı ve ıslığıdır da ondan bu faaliyeti yaptım diyorum.

Olcay Yazıcı şiir, nesir ve Türkçe kalitesiyle bizlere çok üst perdeden hitap etmektedir. Edebiyatın ve şiirin dil güzelliği içerisinde metafizik olanı en iyi ifade eden bir şahsiyetti. Mesela ben de edebiyat ve şiir yoktur. Fikir vardır. Sait Faik`te ise fikir yoktur edebiyat vardır. Kişi bir yönüyle ağır basar. Ama Olcay Yazıcı öyle değildi. En felsefi, karmaşık ve metafizik olanı Yunus Emre ve Karacaoğlan dilinin güzelliğiyle bize anlatır. Yine en basit ve sıradan meseleyi de yine Karacaoğlan ve Yunus Emre dilinin tadında ondan okumamız mümkündür. Yaralı Küheylan, Irmaklar Sonsuza Akar, Hüzün Yazıları ve Nemrut Ateşi kitaplarından bazılarının isimleri; Yani kitap başlıkları ve kitaptaki alt başlıklar dahi şiirsel dil ile ifade edilmiştir.

Andre Gide, Stafan Zweig ve Knut Hamsun gibi Batılı yazarların eserlerinde de yer yer şiirsellik vardır. Onların eserlerinde estetik ve şiirsel anlatım eserin çeşitli yerlerine serpiştirilmiştir. Eserinin bütününe hâkim olması bakımından, Olcay YAZICI şiirsel, sarsıcı ve sarıcı üslû buyla saydığımız yazarlardan daha ağır basmaktadır.

Olcay Yazıcı benim dostumdu. Anlattıklarıyla ve sırlarıyla bende yaşayan bir dost. Ara sıra yazılarını göndererek bana derdi ki 'Bunları bir değerlendir.' Ben de ona 'Ü stadım sizi değerlendirmek haddime mi düşmüş. Sizi okudukça kendimi buluyorum. Sizi okudukça mutlu oluyorum.' Derdim.

Bana göre Olcay Yazıcı`nın sessiz ıslığını duymalıyız. Kuşkusuz er-geçduyulacaktır. Ancak ne kadar erken olursa milletimiz için daha faydalı olacağı kanaatindeyim. Kalitesizliğin itibar gördüğü ve kendi organizasyonlarını oluşturduğu ülkemizde Olcay Yazıcı gibi şahsiyetler çok önemlidir.

Hüzün Yazıları (ss.76) isimli eserinde

' Hepinize mutlu bir yeni yıl beyler.

Kar altında susan çiçek, ayazda üşüyen kuş,uykudaki karınca merhaba!.. Güzel zamanların masum sürgünleri, beni bir siz anlarsınız. Esir umut, sanık günler merhaba!.. Merhaba otuz yıldır yokuşa akan ırmak, doruğa tırmanan düş ve beni bir alınyazısı gibi izleyen hüzün, merhaba. Merhaba tetik düşümü yaşamam, tedirginliğim, kuşkularım, aşkım ve ağıtım merhaba. Ben oluşum, ayrılışım,yenilişim merhaba!..

Yarın yeni bir yıla giriyorsunuz? Niye mi ben saymıyorum? Bunu dağlarda yanan ateşlere, uçurumlara sığınmış dumanlara sorun. Bardaklar içinde solup gitmiş bahar çiçeklerine sorun; Niye mi gücenik, kırık ve sitemliyim? Onu Küçükdere`nin serin sularına, Karadeniz`in hırçın dalgalarına sorun; Bana değil, onlara sorun; Yüreğimdeki isimlenmez melale, camlardaki hasret buğulanışına, kurumuş yapraklara, kırık camlar üzerindeki renklere sorun; Renkler yalan söylemez. Renkler insan değil ki!..'

Yazıya Olcay Yazıcı`nın 'Eylül`ün Kırdığı Gül' isimli şiiri ile bitirelim:

Yiğit, körpe ölüler ağıtsız geçti çölü
Destanlık öykümüzü güne anlat kırgülü!

Kılıçlar kılıçlarla öpüşerek bilendi
Aşkların taşrasında bir umut türkülendi

Bizdik ateş hattında yenilmeyen ergenlik
Kanın aydınlığında şafağa düşen tetik!

Metropol üstümüze yürürken ordu ordu
Biz değil, asıl bizden şehirler korkuyordu..

Bir anafor içinde kurşunlarla doğanlar
Beyazıt meydanında üşüyen sloganlar

Kimdi bize gösteren bu karanlık sokağı?
Atıldık dolu-dizgin fikrimizde bukağı!

Kuşkulu kuşluklarda buz tutmuş nilüferler
Şimdi yol ayrımında küskün, yorgun neferler

Sitemkâr satırlara sindirilmiş öfkemiz
Eylülün kırdığı gül, yeni eşkine remiz..

Yiğit, körpe ölüler, ağıtsız geçti çölü
Destanlık öykümüzü güne anlat kırgülü!

Olcay Yazıcı`da 12 Eylül 2010 tarihinde henüz 53 yaşında iken aramızdan ayrıldı.

Olcay Yazıcı`nın ıslığına kulak vermeliyiz;