Şair- Yazar Osman Olcay Yazıcı 12 Eylül 2010 tarihinde aramızdan ayrıldı. Vefat etmeden bir süre önce bana verdiği dosyalardan birisinin başlığı da kendi şiirini değerlendirdiği yazısıdır. 29 Aralık 2005 tarihli bu değerlendirmeyi şiir ve yazı yazma tutkusuna kapılanlara faydalı olacağı umuduyla bu hafta takdim ediyorum.

'-Tek cümlede özetlemek gerekirse benim şiirim, geleneğe bağlı, çağdaş şiirdir. Bir ayağı kendi edebî , fikrî coğrafyamızda, öteki ayağı ile dünyayı dolanır yerli ve bizden bir terkibin yanında, özünde evrensel güzellikleri de barındırır. 

-Şiirim, düşünce ve duygu derinliği olan, entelektüel bir şiirdir. Ki şiirde en zor, en çetin yol budur. Bir yüzü tasavvufa, bir yüzü irfânî tefekküre, bir yüzü geleneğe ve sosyal hayata dönüktür. Çünkü gelenek, dünden çok yarın demektir.` 

-Şiir, Einstein`in bulduğu maddenin formülü (mxc2) kadar, suyun bileşimi (H20) kadar önemli, felsefî , sosyal ve edebî bir formüldür. Bu yüzden fazlalık ve eksiklik kabul etmez. Güçlü şiirde, bir rast gelelik söz konusu değildir. Serbestlik şiirin disiplinine, ilmine, rû huna uymaz. Kafka der ki, 'Bazen bir mısra, hayatı değiştirir!' Şiir böyle aşkın bir pencere açabilmeli beynimizde. 

-Şiir, basit ifadesiyle çocuk oyuncağı ve karamela karalaması` değil ilimlerin ilmidir. Sanatların sultanıdır. Sözün arındırılıp soyutlanmış temsilî sembollerle, estetik imajlarla yoğunlaştırılmış en üst hâlidir. Biraz abartılı gibi dursa da, buna, beşer kelâmının miracı`/en üst derecesi demek mümkün. Şiir aynı zamanda, güzel hükümlerin efendisidir. İnsanın yeryüzü zindanını, âyet ve hadislerden sonra, revnaklı bir şehrayinle aydınlatıp şenlendiren, şiirdir. Bu yönüyle, ulvî muhtevalı, mistik cevherli şiir kişiyi irşat edici, aydınlatıcı bir misyon taşır. 

-Yer yer şiiri aşan sanatlı, mücerret fikir cümleleri kurabilen üstad Cemil Meriçbile, 'Ben bütün bu çığlığı, içimdeki şiire ulaşmak için attım!' demiş, fakat asla şairim!` dememiştir. Çünkü Meriç, gerçek şiirin aşkınlığını ve önemini kavrayan, haysiyetli, fikir namusu olan bir aydındır. 

-Şiirim tebliğ şiiri değil, telkin ve imâ şiiridir. Ferdî bir tecrübeden yola çıkmakla birlikte, toplumsal ve sosyal semboller, beşerî eleştiriler, erdeme işaret eden ahlâkî göndermeler taşır. Tarihî , sosyolojik ve geleneği çağrıştıran arka planı derin bir kültür damarı, mânevî cevheri vardır. 

-Felsefeden, tasavvufa, sembolizmden, izlenimciliğe, pastoral renklerden, mistik oluşumlara, dünyevî aşktan, ilâhî aşka/sezgiye doğru bir seyir takip eder. Aşkla, aşkınlık içiçedir. Değerler manzumesini, kültür kodlarını çağrıştırır kimlik şuuruna dikkat çeker.  Özetle fikrî , ulvî derinliği, estetik yoğunluğu, sembolik işaretleri olan, mürekkep/sofistike bir şiirdir.

-Bende, şiirin ilk şimşeklenişi, oluşması, ortaya çıkma ve bitiş noktası arasında çok uzun bir sancı süreci` yaşanır. Bir şiir onlarca versiyondan sonra, ekleme-çıkarmalar neticesinde tamamlanır. Şiir, artık ne bir kelime eklenebilecek, ne bir kelime çıkarılabilecek kemâl noktasına` gelince, biter. 

-Şiirimin, Türk ve dünya şiirinde pek rastlanmayan özgün bir yanı var: O da, -bazı nakaratlı şiirler hariç-, asla kelime tekrarının olmamasıdır. Bu anlayış, bende kaçınılmaz bir sanat düsturu, aşırı bir titizliktir. Böylece, zaten büyük bir çile işi olan şiirin oluşma süreci, benim için çilenin karekökü ile çarpılması mânâsına gelir. Kelime tekrarına düşmeden özgün imajlar sanatlı, mücerret ve felsefî sözler söylemek, oldukça azaplı bir uğraştır.  

-Gerçek Türk şiiri, geleneksel şiir disiplini ile inşa edilen, örülen şiirdir. Bunun da iki ana damarı var: Halk ve Dî van edebiyatı. (Tekke edebiyatı, tanımın içindedir.) Tabiî ki, sadece vezinli, kafiyeli, ölçülü olması, bir metne şiir hüviyeti kazandırmaz. Şiirin eğer içnizamı, fikrî , edebî , estetik yoğunlaşma, rafine hâle gelme derecesi tamamsa, diğer öğelerle birlikte şiir sayılır. 

-Şiir, en basit tanımı ile 'disipline ve estetize edilmiş söz'dür.  Bu işin 'bana göresi, içten geldiği gibisi, serbest atışı' olamaz. Eğer ilmin, müktesebatın, sezgi ve soyutlama gücün/edebî soluğun yetiyorsa, bu vazgeçilmez, olmazsa olmaz` disipline uyacaksın. Dolayısıyla, serbest şiire erdem ve üstünlük atfedenler, gerçekte nefesleri ve yetenekleri, bilgi birikimleri geleneksel şiir nizamına yetmeyenlerdir. Edebiyatımızda serbest` diye nitelenebilecek şiir yok değil fakat bu şiirlerde bile bir içnizam vardır. Gelişigüzel cümleciklerden oluşmazlar. (Arif Nihat Asya`nın ve Behçet Necatigil`in bazı şiirleri bu konuda iyi bir örnektir.) 

-Goethe`nin dediği gibi, ' bir şiir, ya şiirdir, ya şiir değildir.'  Yani kötü şiir, şiir değildir. Bektaşi namazı gibi, ben kıldım oldu/ben yazdım oldu denilemez. Her ilim gibi şiir ilminin de disiplini vardır ve ben şairim diyen herkes istisnasız bu disipline uymak zorundadır. Bunun dışındaki kolaycı ürünler, edebiyat erbabınca muteber değildir. 

-Şiir trajik ben`in, zorlanmış idrakinin eseridir. Acı çeken rû hun eseri. Hani,  düşünür Byron, 'Bilgi azaptır!' der ya, şiir de bir azabın/estetik sancının çocuğu. Bundan ötürüdür ki, Andre Gide de, 'Sanat baskıdan doğar, savaşla gelişir, hürriyette ölür!' der. 

-Şiir idrakinin hafiflemesinden ötürüdür ki, son zamanlarda sokak satıcıları gibi, ekran simsarları, medya-meydan meddahları türemiş, bir 'derin şuur ve üst idrak işi olan şiiri' ne yazık ki, sokağa, ayağa düşürmüştür. Şiirin tabiî genetiği bozularak hormonlu, cüruflu, sera-malı sağlıksız üretime geçilmiştir. 

-Şiir ciddi bir iştir ve gayrî ciddilerin, ekran çığırtkanlarının, piyasa simsarlarının eline bırakılmamalıdır, vesselâm!