DURSUN EKER 

Dünya genelinde yıkıcı etkisi halen devam eden pandemi sürecinde insanların psikolojik durumları hastalığa yakalanma veya sağlıklı kalmalarıyla yakından ilgili. Hayata olumlu bakan, eldeki küçük şeylerle mutlu olmasını bilen insanlar daha sağlıklı bir hayat yaşarken, adeta çiseden nem kaparak her şeyden kaygı duyanların bağışıklık sistemleri zayıf düştüğünden çeşitli hastalıklara çok daha çabuk yakalanıyorlar.  

Genç bir isim, bu alanda yaptığı çalışmalarla dikkat çekiyor. Psikolojik Danışman Abdurrahman Akdoğan ile pandemi günlerinde insan psikoloji üzerine konuştuk. Bu röportajımızı beğenerek okuyacağınızı ümit ederim. 

D.Eker: Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız, Abdurrahman Akdoğan kimdir? 

A.Akdoğan: İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü’nü bitirdikten sonra gene aynı alanda ve üniversitede yüksek lisansımı tamamladım. Kendimi bildim bileli hayatımda önemli bir yeri olan müzikle mesleğimi birleştirebilmek adına çalışmalarda bulundum. Müzikle terapiyi gerekli durumlarda Bilişsel Davranışçı Terapi gibi kullanabilir hale geldim. Bunun yanı sıra kişilik envanterleriyle öğrencilerin kendilerini tanımaları ve mesleki rehberlik faaliyetleri için okullarda seminerler ve atölye çalışmaları yapmaktayım. Çocuk testleri uygulayıcısı olmakla birlikte ergen ve yetişkinlere online-yüz yüze psikolojik danışmanlık hizmeti vermekteyim.

D.Eker: Pandemi bütün alışkanlıklarımızı değiştirdi. Bize kattıkları ve farkında olmadıklarımız nelerdi?

A.Akdoğan: Pandemide, fizyolojik olarak kendimize iyi bakmaya çalıştık. Dahası sağlıklı beslenmeye özen gösterdik. Yani bağışıklığımızı diri tutmaya çalıştık. Kolay iş değil;  can derdiyle yaşamak ama bağışıklık sistemimizi düşündüğümüz kadar psikolojik bağışıklığımızı, ruh sağlığımızı düşünüyor muyuz? Bu soruyu pandemi haricinde kendimize ne sıklıkla soruyorduk. Sormuyoruz ayrı mesele! Mesela şöyle bir durum var: Moral ve motivasyonun yüksek oluşu, fizyolojik bağışıklıkta çok önemlidir. Geçim derdi, yaşam derdi insanı uyutmaz. Ee uykusuzluk da düşürür bağışıklık sistemini. İnsanın fizyolojisi, psikolojisi ayrı gayrı değildir. İnsana 80 metrekare bir ev, saray da olur zindan da. Yeri gelir vücudu dar gelir insana…

D.Eker: Hayat eve sığar yani?

A.Akdoğan: Evine göre değişir. Evinde elem, keder mi var? Yoksa umutlar, mutluluklar mı var? Biz bu eve neyi sığdırmaya çalışıyoruz? Olumsuzluklar kirli su gibidir: Sıçrar, bulaşır ve taşar, olumlular ise temiz hava gibidir, solunur, ferahlatır ve sıkıştırılabilir. Bünyeye de mutluluklar sıkıştırılabilir, hüzünler sıkıştırılamaz taşar patlar. Olumsuzluklar bulaşır. Hastalık gibidir. Ev ahalisine de sirayet eder. Pozitifliklerle bitki gibi olunur. Oksijen üretir ve enerjinden çevren de istifade eder. Mutluluklar paylaştıkça artar, hüzünler paylaştıkça azalır. 

D.Eker: Peki mutluluğumuzu arttırıp, psikolojik bağışıklığımızı yükseltmemiz mümkün mü?

A.Akdoğan: Evet mümkündür. Engebeli yolda daha az sendelemesi sağlanabilir. Şimdi insan fıtratı gereği 7/24 mutlu olamaz. Bu zaten insanca bir durum değildir. Zaman zaman hüzünlenir, kaygılanır, öfkeleniriz... Mesela hüznü ele alalım. İnsanın hüznünü de pozitif ve sağlıklı yaşatması mümkündür. İnsan ağlayabilir ve ağlamalıdır da. Ağlamak son derece faydalıdır. Sibop gibidir. İnsanın havasını alır. Tam tersine bakacak olursak, insan hüznü sonucunda melankolik bir hâl alıp intihara meyil mi ediyor? Gibi... 

D.Eker: Son zamanlarda sıkça duyduğumuz pozitif psikoloji nedir? Bize bundan biraz bahseder misiniz lütfen.  

A.Akdoğan: Size bu konuyu güzel bir örnekle anlatmak isterim: 

Günümüz tıbbında doktorlar iyileştirdiği hasta başına ücret alırken, kadim Uzak Doğu tıbbında hekimler sorumlu olduğu insanlar hasta olmadıkça ücretlerini alırlardı. Buna koruyucu hekimlik deniyor. İşte koruyucu hekimlikte olduğu gibi pozitif psikoloji de ne yapılırsa psikolojik zaafiyetlerin önüne geçilir ve mutluluk hali açığa çıkar diye bakar. Burdan pozitif psikoloji mutluluk bilimiymiş gibi bir sonuç çıkartılmamalı. İnsan mutluluktan ibaret değildir. Gerçi mutluluk ne? Mutlu edici şartlar varsa mutlu mu olunur? Mutluluk algısı falan. Neyse o konuya girmeyeyim. Az önce de dediğim gibi, insan her daim mutlu olamaz. Pozitif psikoloji mühim biraz daha açacak olursak, bir sayı doğrusu düşünün. Genel itibariyle psikoterapi kuramları sayı doğrusunun eksi tarafına ne yapılırsa sıfır noktasına gelinir. Eksiler nasıl tolere edilebilir diye bakar. Pozitif psikoloji, eksiye ne yaparsak artıya dönüşür, ne olduğunda düşüş yaşanmaz olarak konuya bakar. Şimdi kendimizi şöyle bir çek edelim. Pandemiden önce nasıldık? Pandemiye nasıl girdik? Bu süreçte nasılız? Normale dönünce nasıl olacağız gibi. Mesela pandemi sürecine hızlı adapte olan hatta bunu fırsata çevirenler var. Mesela komşum bir enstrümana başladı. Öncesinde notaları keşfediyordu aylar sonra akıcı bir şekilde şarkılar çalmaya başladı. Biz ne yaptık? Ona bakmak lazım. İç dünyamıza yolculuk için çok güzel bir fırsattı pandemi. Kendi iç dünyasına yolculuk yapmayan başkasının iç alemine yolculuk yapamaz. Yani 'empati'yi tarif ediyorum. Biz evde yaşadığımız kişilerin iç alemine yolculuk mu yapıyoruz? Yoksa karşımızdaki kişinin iç alemini mi yıkıyoruz? Bu' İç dünyamıza yolculuk fırsatını' , pandemiyi kişisel gelişim evresi olarak okumak da hatalıdır. Bu herkese iyi gelecek diye bir şey yok. Bana iyi gelen şey sana kötü gelebilir gibi. 'İnsan kendinin doktorudur' sözüne binaen; biz bize iyi gelecek şeyleri bilebiliriz, bulabiliriz. 

D.Eker: 'Kendi kendinin doktoru' olmaktan bahsettiniz. Bunun yanı sıra, biz Türk toplumu olarak yaraları sarmaya ve her daim yardımlaşma çalışan  insanlarız. dolayısıyla aile kavramı ve büyüğe saygı da toplumumuzda çok önemli bir yer teşkil etmekte. Pandemi süresince bunun etkilerini toplumumuzda nasıl gözlemlediniz?

A.Akdoğan: Biz bu anlamda şanslı topraklar üzerindeyiz. Bu süreçte psikolojik olarak bazı insanlar aile büyüklerine belli koşullarda kendilerine yakın tutmaya çalışırlarken, bazı insanlar da çok özledikleri ya da endişe yaşadıkları halde uzak kalmaya çalışarak fedakarlık yapmaya çalıştı. Bizim insanımızın da en güzel tarafı bu; özveri…

D.Eker: Pandemiyle birlikte hiç alışık olmadığımız bir hayatla karşı karşıya kaldık, Pandemiye insanlar ne kadar uyum sağlamaya çalışsalar da etkilendi. Bütün dünyayı saran bu belirsizliğin psikolojimiz üzerindeki etkileri neler ve sizin danışanlarınıza bu konuda verdiğiniz tavsiyeler neler? 

A.Akdoğan:  Hımm bu çok kapsamlı bir konu. Bu işin en can alıcı noktası. Öncelikle şunu söylemek isterim; Karşılaşınca sarılamayıp yumruk tokuşturduğumuz şu günlerde. Ansızın covide yakalanıp, kısa süre içerisinde yakınlarını kaybedenler oldu. Pandemi ile ekonomik problemler baş gösterdi. Bazı sektördeki çalışanlar artık evlerinden online olarak işlerini yürütüyor. Pandemi başında eğitim kademesinin bir üst basamağına geçen öğrenciler adaptasyon problemi yaşadı. Bu durumlar insanın kaygı düzeyini yükseltir tabi olarak. Pandemi bundan çok daha fazla uzarsa ve mücadelede yetersiz kalınırsa kaygı bozukluğuna meyyal kişilerin tedavileri zorlaşıp kronikleşebilir. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için kaygıyı biraz açalım. Kaygı, aslında kötü bir şey değildir. Kaygı, insanı tehlikelerden korumayı amaçlayan, beynin insanı kayırıp uyarma şeklidir. Kaygıda önemli olan dozajdır. Pandemide çok az kaygılanırsak ne olur? Maske takmayız, sosyal mesafeye riayet etmeyiz. Anksiyete dediğimiz kaygı bozukluğunda; sürekli korku ve endişe hali vardır. Günlük işleri ve rutinleri sekteye uğratır. 

Mesela ekonomik problemler kaygıyı yükseltir. Gece uykuya dalmada güçlük yaşatır. Yani stresi arttırır. Stresin bağışıklık sistemini düşürdüğü bilimsel bir gerçek. Yapılan bir araştırmaya göre düşük kaygılıların, yüksek kaygılılara göre aşıyla daha çok antikor üretebileceğini ortaya koyuyor. Kaygısız bir dozda yeterli antikoru üretebilirken, kaygılı 3 doz aşı ile üretebiliyor. Yani özetle; insanın fizyolojisiyle psikolojisi ayrı gayrı değildir. Pandemiden neden etkilendiğimiz onu nasıl okuduğumuzla alakalı bir durumdur. Pandemiyi travmatize etmiş biri için evi ona zindan olur. 

Tavsiyelere gelecek olursak şöyle sıralayabiliriz;

  • Uykumuza ve zaman yönetimimize özen göstermeliyiz. Kaliteli ve doğru saatlerde uyumak; uyku bağışıklığı ve mutluluk hissine doğrudan etkilidir!
  • Pandemide paket servisle birlikte sağlıksız yemekleri daha çok tüketir olduk. Aynı zamanda kilo alanlarımız da oldu. Bağırsak ikinci beyindir. Ne düşünürsen sen o’sun, Ne yersen de sen o’sun.
  • Egzersiz yapmak eğer zor geliyorsa günlük rutin yürüme güzergahlarımızı biraz dallandırıp budaklandırabiliriz. Eve farklı yollardan gitmek bile zihinsel bir egzersizdir. 
  • Yatkın olduğumuz veya istediğimiz bir hobi veya sanat dalıyla uğraşabiliriz. Görsel sanatlar, işitsel sanatlar neye meylimiz varsa… İnsan kendine iyi gelebilecek şeyleri pekala bulabilir…
  • Pandemi ile ilgili zırt pırt haberleri takip etme alışkanlığı olanlar için haber ayıklaması yapılabilir.

D.Eker: Sizce bu durum sosyal medya için de geçerli mi?

A.Akdoğan: Evet aynı durum sosyal medya için de geçerli, sosyal medyayla ve zihni gereksiz yere meşgul eden haberlerle gereğinden fazla haşır neşir olmak kaygı seviyesini yükseltir. Sağlıklı iletişimler ve duygu paylaşımları ev fertleri için empatik bir atmosfer oluşturur. Özellikle çocukların kaygı seviyesi daha çabuk yükselebiliyor. Ve tekrar etmekte fayda var, tedbir! An itibari ile günlük 30 bin vaka sayımız var. Pandemi henüz bitmiş değil…