1. Dokunaklı bir aşk hikâyesine bel bağlamak kolaycılığına düşmemek
  2. Yüzlerdeki ifadelere önem vermek

A] Kolaycılığa iltifat etmemek

B] Görsel efektleri, şaşırtarak izleyiciyi avlamak için değil, insanları yakın plan çekimleri ile izleyici ile empatizasyon iletişimini gerçekleştirmek. Bunun için Emrah Kolukısa`nın cümlesi ışığında: 'yüzlerdeki en ufak ayrıntıları bile' önemsemek.

C] Tarihte geçen bir konu işlenecekse o zamanın olay ve insan hususiyetlerine tam riayet hassasiyeti olmazsa olmazlar arasındadır. Özensizlik hoşgörü bekleyemez. Bunu örneklendirmek bir ödevdir burada.

Osmanlı Devleti`nin kuruluşunda kut almış bulunan Osman Bey`de bir vücut özelliği vardır. Osman ayakta durduğu zaman iki elini yanına sarkıttığında parmakları diz kapağını yere doğru biraz geçer. Böyle insanlara çok rastgelinmez fakat Anadolu`da vardırlar. İstanbul`da ha keza. Orta boylu, adaleli ve pençeli dedikleri cinsten bir adamdı Osman Bey. İhtimal, Farsça Selçuklu kroniklerinde Ertuğrul Gazi, hatta onun babası Süleyman Şah`ın gövde özelliklerine ait ipuçları da olabilir.

Şimdi Diriliş Ertuğrul dizisini izleyecek olan bir Osman Gazi projesi hazırlığı olduğunu 2018 Yazsonu basından haber almıştık. Osman Gazi tipolojisi için seçilen aktör, adı gerekmez şu an, bahadır duruşlu bir oyuncu. Ne var ki kendisi uzun boylu. Osman Gazi boyu uzundu diye haber verilmiyor tarihlerde. Tam adı da Fahrüddin Osman`dır. Böylece, Gibb`in ismin Otman olabileceği savurusu yere çakılır. Çakılır da, yabancıların muğlak, kasıtlı ayrıksı sokuşturmalarına pek meraklı kimi spekülatör tutumlular, konumuz bağlamında Prof. Yalçın Küçük onlara fena halde itibar ederler. Küçük, Avrupalı bilim adamının varsayımının gerçekliğine kendini inandırıp, hayâl piyanosunda arpej yapar. Ü stelik bu biraz kuyruklu piyano çağrışımı vermektedir. Bir beste yapamayacağı ortadadır. Dimağları serüven açlığı çekenlere hitap etmektedir. Daha birçok tahayyül saptırmaları olduğunu da biliyoruz onun.

Diziye dönelim. Tarihî dizi çekecekler, Batıda ve Doğuda (Japon, Koreli, Çinli) ortaya konmuş ciddi dizi ve filmleri incelemeliler. Bu çok önemli. 20. yüzyıl boyunca, devlet eliyle boşlanmış bir Türk Sinemasında at oynatıyorsunuz beyler?

Bir susuzluk var. Bununla birlikte, et ve tırnak misâli, vasıflı su içireceksiniz millete. Bir kamu sorumluluğu, bir maşerî vicdan boyutu var bunun. Yoksa eksikli gedikli olur ki, ilgi sürekli olabilmez. Total bir kotarma olmalı ki, isminiz literatüre geçebilsin?

Vikingler dizisi tarihî portre ve olaylara sâdık ciddi televizyon dizisinin yeni bir örneğidir. Ragnar ile rahip misyoner Athelstan aynen öyle yaşamışlardır. Ezra Pound`un son dönem kantolarında adları geçmektedir. Ben de Niyazi Ahmet Banoğlu`nun Osman Gazi kitabını ortaokul birinci sınıfta zevkle okumuştum. Ve kollarının uzunluğu beni ilgilendirmiş işte.

Sinema tarihi incelemecisi Geoffrey Nowell Smith`in 'Dünya Sinema Tarihi' adlı oylumlu çalışmasında, geçmiş zamanı canlandırma, başka bir deyişle söylersek hayata geri getirme uğraşında ciddî yaklaşımları bulunur. Yukarda adı geçen ayrıntılı çalışmasında [Dünya Sinema Tarihi, çeviren: Ahmet Fethi, Kabalcı Yayınevi. İstanbul. Birinci Basım: Mayıs 2003, İkinci Basım: Aralık 2008] Geoffrey Nowell Smith`in Türkiyede sinema alanında kalıcı ürünler vermek isteyecekler için, oldukça önemli tesbit ve kimi yaklaşımlarını öne çıkarmak istiyorum.

'Sessiz Filmlerin Altın Çağı' başlıklı yazısının başında der ki: '1920`lerin ortasına gelindiğinde sinema, bazı bakımlardan hiçbir zaman aşılamayacak bir zirveye ulaşmıştı. Çok deneysel bir aşama dışında ne senkronize ses ne de Technicolor yoktu.'

Bu alıntıdaki 'zirve' vurgusunun özelliği sessiz sinema devrinde, bir sinema dilinin gerçekleştirilmekte olduğunu bize açık bir şekilde göstermektedir. Bu nokta ihmal edilemeyecek kadar önemli gelmiyor mu size? Araştırma ve incelemeci Geoffrey Nowell Smith`in bir de şu tesbiti üzerinde durmakta yarar olduğu hususunda, sinemaya gönül ve emek verenlerin önce kendileriyle, sonra da birbirleriyle anlaşmaları beklenir. Çünkü, tarihî gecikme nedeniyle Türkiye`de sinemanın bu ülkeye özgü sorunları bulunmaktadır. Nowell-Smith, kısacık bir cümle ile adetâ bir çağrıda bulunmuştur: 'Bu niteliklerin çoğu sesin gelişiyle kaybolacaktı. Film üzerindeki renk, ses bandını okuyan alıcıları bozduğu için gölgeleme ve tonlama efektleri terk edildi. Görsel efektlerden çok ses kaydetme sorunlarına ve gösterim alanında playback donanımı kurmaya daha çok yatırım yapılmaya başladı. Aynı zamanda vurgu, diyaloglu çekilebilen sahne türlerine kaydığı için, ses, çekim ölçeğinin kaybolmasına yol açtı.' gibi ayrıntılar devam eder. Meraklısı için ucu açık.  

Ü lkemizde, sinema sanatını dert edinmişlerin, sinema üzerine düşünmekten zevk aldığını biliyoruz. Çok önemli birşey. Teknoloji ile ortaya çıkmış bir edebiyat türü diyebiliriz ona. Nitekim şiir sanatının o çok derin 'şiir dili' kavram ve olgusu benzeri gençsanat sinemada da 'sinema dili' olarak karşımıza çıkmaktadır. Neden sinema poetikası diye de bir derdimiz olmasın?

Filmlerde olsun dizilerde olsun temel ilkelerde ilerleme hızına ihtiyaçvar. Yazımızın başları okuyanlara tuhaf gelebilir. Ama senaryo değil midir bu işin aslı, özü. Ruhu oradan tütmez mi? Yönetmenlerle senaryo arasında ontolojik bir bağ yok mudur?

İnsan, bir filmde senaryo yazarının da yönetmen yanı sıra, dahası yönetmenle atbaşı değerlendirilmesini arzu ediyor. Evet, bu da bir noksanımız. Yönetmen hassasiyeti, senaryo özgünlüğü, tiril tiril insanımız...