HAMİŞ: Bu yazıyı, 27 Ağustos Salı Günü Fatih Camii nden ebediyet alemine yolcu ettiğimiz Boğaziçi Yöneticiler Vakfı Kurucular Kurulu Ü yesi Erhan Erken nin kardeşi Esra Özer in aziz hatırasına ithaf  ediyorum. Merhumenin ruhu için Fatihalar okuyalım.

Türk milletinin en çok bilinen özelliklerinden biri de insanların, hatta bütün canlıların faydalanması için yaptıkları fedakârlıklardır. İstanbul, asırlar boyunca binlerce vakıfla, vakıf eserleriyle, hayratla abâd olmuş hayatın hemen her alanında vakfiyeler tesis edilmiştir.

İstanbul da kurulan vakıflar eliyle bir yandan sağlık, yoksullarla dayanışma ve şehirleri imar alanlarında tabir yerindeyse hamle çapında hizmetler görülürken, diğer yandan da göçmen kuşlara sahip çıkılmış, yolda kalanlar doyurulmuş, yetim çocuklar evlendirilmiş, ahalinin su ihtiyacı karşılanmış, talebeler okutulmuş, ilme ve âlime sahip çıkılmış böylelikle İstanbul da adalet ve merhamet yüzlerce yıl hüküm sürmüştür.

İstanbullu hayırseverler nice bedesten, çeşme, yol, köprü, kale, mesire yerleri, deniz fenerleri, sebiller, dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları kurup vakfetmiş cami ve mescitler başta olmak üzere sivil ve dini mimari vakıf eserleri birbiri ardına sıralanmıştır. Böylelikle eğitimden sağlığa çevreden sosyal hizmetlere kadar pek çok alanda devletin yükünün büyük bölümünü vakıflar, vakıf insanlar üstlenmiştir.

Önceki asırlarda İstanbul da hali vakti yerinde olanların cami, mescit, imaret yaptırması, vakıf kurması bir gelenek halindeydi. İmkânları kısıtlı olanlar ise nisbeten daha düşük maliyetli alanlara yönelir, çeşme ve sebil gibi hayır eserleri tesis ederek canlıların hizmetinde bulunmayı görev sayardı.

Varlıksız aileler ise küçük çeşmeler yaptırarak hayır yarışına ortak olurdu. Çeşme yapımlarında alternatif gruplar da gözetilir cüceler için dahi çeşmeler yapılırdı. Aynı zamanda bu çeşmelerin içerisinde askerlerin yaptırdıkları çeşmeler, mahalle sakinlerinin, bulundukları mahalde yaptırdıkları mahalle çeşmeleri de var. İhtişamlı saray sebillerinden ise Cuma günlerinde ve bayramlarda bal şurubu ve muhtelif bitki özlerinden imal edilmiş şerbetler içilirdi.

İstanbul da infak kültürü oldukça gelişmişti. Zenginler kurdukları vakıflarla bir yandan kendileri için sadaka-i cariyeler oluştururken, diğer yandan vakfiyeleriyle insanlık âlemine ihtiyaçsahiplerine, yoksullara hizmet üretirdi. Bu keyfiyet bir gelenek haline gelmişti.

İstanbul un Fatihi Sultan Mehmet Han, vakıf hizmetlerinde de öncülük ederek Türk İstanbul una ilk büyük vakıf eseri olan Eyüp Sultan Camii ni ve türbesini inşa etmişti.

Saray erkânının ve özellikle hanım sultanların vakıf kurma, eser inşa ettirme, sadaka-i cariye bırakma geleneği vardı. İstanbul bunun örnekleriyle doludur.

İstanbullu vakıf sahipleri, kurdukları hayır müesseselerinin sonsuza dek yaşaması için civar bölgelerde tarla, çiftlik, han, hamam, ev, dükkân gibi mal ve mülklerini seve seve, gelirleri ile beraber toplumun yararına bırakmasını bilmiş böylelikle vakıflar asırlar boyunca hizmete devam edebilmiştir.

Süleymaniye Camii özelinde misal verecek olursak, ulu mabed henüz ibadete açılmadan 5 ay kadar önce vakfiyesi tesis edilmiş külliyede hizmet edecek yüzlerce kişinin görevleri belirlenmiş, sorumluluk tarifleri yapılmış, verilecek ücretler saptanmış, külliyenin işlemesi ve bakımı için gerekli eşya ve malzemeler belirlenmiş ve bu işlevin kıyamet gününe kadar sürmesi için gerekli vakıflar kurulmuştur.

Süleymaniye Camii ve külliyesinin bakımı ve sağlıklı bir şekilde işletilmesi için onlarca gayrimenkul bağışlanmış 221 köy, 30 mezra, 2 mahalle, 7 değirmen, 2 dalyan, 2 iskele, 1 çayırlık, 2 çiftlik, 5 ayrı köyün mahsulü, 2 ada ve 1 hisse, Süleymaniye Külliyesi için vakfedilmiştir.

Erkekler kadar kadınlar da İstanbul a vakıf ve hayrat eserleriyle hizmet etmiş, evvelemirde isimleri hatırımıza gelen Bezmiâlem Valide Sultan, 7 Sofralı Sekine Hatun, Nurbanu Sultan, Mihrişah Valide Sultan, Hatice Turhan Sultan, Atik Valide Sultan ve Emetullah Rabia Gülnû ş Sultan kurdukları vakıflar ve inşa ettikleri yapılarla insanlık âlemine hizmet etmişlerdir.

Osmanlı devlet ricalinde üst seviye görevlerde bulunanların mutlaka vakıfları olur, bu yönde çalışmaları olmayanlar bir nevi hor görülürdü. Yahya Kemâl, bir dönem Osmanlı devlet yönetiminde söz sahibi olan İbşir Paşa nın hiçbir vakfı olmaması nedeniyle ayıplandığını belirtir.

Ebediyet yurduna sırlanmış İstanbullu vakıf sahiplerinin sabihib ül-hayrat ve`l-hasenât ın vakıf eserleri bugünkü İstanbullular için de borçödemeye devam ediyor.

VAKIF DUASI

Kanunî Sultan Süleyman Han ın 950 H/M 1543 tarihli vakfiyesindeki vakıf duası: 'Her kimse ki vakıfların bekâsına özen ve gelirlerinin artmasına itina gösterirse bağışlayıcı olan yüce Allah ın huzurunda ameli güzel ve makbul olup, mükâfatı sayılamayacak kadar çok olsun. Dünya üzüntülerinden korunsun ve her türlü tehlikeden muhafaza olunsun.'