Oysa dünyada din, etnisiteden çok daha fazla ön plana çıkan bir aidiyet ve mensubiyet bağı olarak toplumların hayatında etkili. Bu açıdan bakıldığında, bize has laiklik ve dindarlık anlayışının dışında, farklı telakkilerle hayatını sürdüren koskocaman bir dünya var. O dünyayı ne kadar iyi anlarsak küresel hadiseleri doğru yorumlama şansımız da o kadar artar. Ancak ülkemiz aydınlarının çoğu, İslam dinine bile sadece kendi bulundukları yerden baktıkları gibi, diğer dinleri ve toplumları da anlamakta zorlanıyorlar. Oysa sosyal olayları iyi anlayabilmek için değişik bakış açılarını algılayabilen ve karşılaştırmalı düşünmeye hazır beyinler gerekiriyor. Toplumların sosyolojisini oluşturan değişkenlerin ve dinamiklerin farklılığından kaynaklanan bir durum bu.
Papa seçimi ve yeni Papanın kimliği ve kişiliği ile ilgili yapılan yorumlarda da aynı şeyler hissedildi. Hatta Sistin Şapelinin bacasından beyaz duman çıktığında, evet işte gördüğünüz gibi beyaz dumanlar yükseliyor, yeni papa için karar verildi şeklinde haber yapan bazı gazetecilerin, Türkiye’de Müslümanlarla ilgili bir hadise olsaydı, artık dumanla haberleşme mi kaldı, bu çağdışı yöntemler bırakılmalı diyerek eleştirel yaklaşacağını da duyar gibiydik. Oysa dinler kendi kaynağından gelen söylemleri, kendilerine has yöntemlerle dile getirir ve gereklerini kendi ibadet alanlarına uygulamakta özgürdürler. Bireyler ise kabul edip etmemekte, bu umdeleri yaşamlarına aksettirmekte özgürdürler. İşte laiklik bu iki yönlü özgürlüğün koruyucusu olarak ortaya çıkmış bir kavramdır. Ama biz bunu da çarpıtıp, özgürlükleri sadece kendimiz için istemeye yöneldik. Yanlış yaptık.
Vatikan’ın öncelikle bir devlet olduğunu hatırlayalım. Papa da bu devletin başı olarak seçildi. Aynı zamanda dünyadaki yaklaşık bir buçuk milyar Katoliğe hitabeden bir dini liderden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu seçimin aslında politik olduğunu bütün dünya biliyor. Biz ise tıpkı İngiltere’deki parlamentarizmi olduğundan fazla yücelttiğimiz ve kraliyeti de efsanevi bir biçimde tamamen politik sistemin dışında, yetkisiz ve etkisiz gördüğümüz gibi, Papa’yı da sadece ruhani bir lider zannediyoruz. Tam tersine İngiltere’de kraliyet devlete ve müesseselerine hakim, Kralın da başbakanın patronu olması gibi, Papa’nın da dünyadaki Katolik nüfusa sahip ülkeler başta olmak üzere etkili bir politik figür olduğunu görmemiz gerekiyor. Üstelik Vatikan, Dünya Kiliseler Birliği gibi finansal açıdan dünyanın en zengin organizasyonunu bünyesinde barındırırken, diğer yandan da politik merkezi Amerikan Demokrat partisi olan ve küresel sermaye tarafından desteklenen “küreselciler” dediğimiz yapılanmanın da dayanıştığı en önemli merkezlerden birisi. Amerika’nın Trump’dan önceki başkanları (bir ara Müslüman olduğu bile söylenilen) Barack Obama ve Joe Biden de Katolikti. Bu iki başkan da Demokrat Parti kökenli ve küreselci çizgideydiler. Protestan kökenli Cumhuriyetçi Donald Trump’ın oyların büyük çoğunluğunu alarak hem parlamentoda, hem de senatoda ezici çoğunlukla seçim kazanıp başkan seçilmesinden sonra, küreselciler Amerika’nın yönetimini kaybettiler. Oysa Amerika Birleşik Devletleri, küresel sermayenin nüvesini teşkil eden dev şirketlerin üslendiği ve küreselcilerin yönetimini asla kaybetmek istemediği, en çok önem verdikleri ülkeydi. Cumhuriyetçiler, göçmenlik yasalarını ve düzenlemelerini değiştirerek Katolik inancına mensup Latin kökenli göçmenleri ülkelerine geri göndermeye başladılar. Küreselcilerin Biden döneminde güçlenmiş kurumlarını karşılarına alarak, yetkilerini kısıtlama yoluna gittiler. Trump, doların patronu, küreselcilerin en büyük gücü Amerikan merkez bankası FED’i devletleştirmek ve Amerikan hükümetinin kontrolüne almak istiyor. Daha birkaç gün önce FED’in faiz politikalarını eleştirerek, kurumun başkanı J.M. Powell’a hakaret sayılabilecek sözler etti.
Dünya tarihinde ilk defa Amerikalı bir Papa seçilmesi de elbette tesadüf değildi. Sistin Şapeli’nde yapılan oylama, kardinallerin özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim gibi görülebilir. İki siyah duman, üçüncüde beyaz. Belli ki şu kişiyi seçeceksiniz denildi ve seçtiler. Zaten tarihteki en kısa süren Papa seçimi olarak kayıtlara geçti bile. Artık Vatikan’daki kapalı kapılar ardında olan bitenlere dair filmler de yapılmaya başlandı, pek çok gerçek konuşulur hale geldi.
Amerika’da seçimleri kaybetmiş küreselciler, Vatikan’da Amerikalı bir Papa seçtirerek, merkez üsleri konumundaki Amerika’da politik alandaki muhalefetlerine kilise desteğinin gelmesinin yolunu açtılar. Şimdi Katolik kökenli göçmenlere sahip çıkmak gibi bir argumanı kullanarak başlayan ve Amerikan devletine yön vermeye çalışacak bir yapı oluşturmaları mümkün olabilecek. Bu anlamda Vatikan’ın direkt Papalığa bağlı sivil cemaat tipi örgütlenmeleri hali hazırda mevcut. Dan Brown’ın “Da Vinci’nin Şifresi” adlı romanından okuyup öğrenmiştik. Hem zaten küreselciler nedense herşeyin ilkini Türkiye’de denemeyi adet edindikleri için, pek çok kavrama da aşina olmuştuk.
Küreselcilerin, son Amerikan seçimlerinden aldıkları derslerden birisi de, seçimleri kaybettirmeyecek kadar büyük bir toplumsal gücü ellerinde bulundurmaları gerektiğiydi. Demokratik siyasi sistemlerden birisi olan başkanlık rejiminin, ulusalcıların yönetime gelmesine imkân tanımasıyla oluşan dezavantajları sosyal alanda daha büyük bir güç elde ederek önlemek istiyorlar. Bir tür centilmenlik anlaşmasıyla uzun yıllardır yaşatılan iki dönem süreli, dönüşümlü başkanlık geleneğini de rafa kaldırmışlardı. Bu anlayışın devamı olarak geliştirdikleri yeni ve büyük bir projeyi yeni Papa ile birlikte uygulamaya koymak istedikleri konuşuluyor. M.S. 325 yılında İznik’te toplanan konsülde ayrışmaya sebep olan kararlar sonucu oluşan Hristiyanlık mezheplerini birleştirerek Vatikan merkezli yeni bir Hristiyanlık oluşturmak. Bir sonraki aşamada da, eğer başarabilirlerse bu birliğe çeşitli ülkelerdeki Ortodoks kiliselerini de dahil etmek. Amerikalı Papa göreve gelir gelmez ilk resmi açıklamasında halka hitaben bir çağrı yapmış ve “Building bridges” yani köprüler İnşaa etmekten bahsetmişti. Bu köprülerin Protestanlara ve Ortodokslara kadar uzanacağı ilk gün kimsenin aklına gelmedi. Ama XIV Leo ismini alan yeni Papa’nın ilk yurtdışı gezisini muhtemelen Türkiye’ye yapması ve konsülün toplandığı topraklarda 1700 yıl sonra İznik’te bu projeyi başlatacak bir açıklama yapması bekleniyor.
Böylesi bir projenin gerçekten var olup olmadığını, başarılı olup olamayacağını ve sonuçlarına dair ortaya çıkacak ihtimalleri zamanla göreceğiz. Biliyoruz ki, küreselcilerin masada dizdikleri kartlar çoğu zaman onların istediği oyuncuların eline gitmiyor. Hangi kartın kime gideceğine kainatın ve alemlerin sahibi karar veriyor.
Devam edeceğiz, şimdilik bu kadar.

YORUMLAR