Bu yazımızın konusu postmodernizm ve Türk Aydınıdır. Postmodernizm, kelime olarak modernizm ötesi anlamına gelir. 1960`lı yıllarda Amerika`da mimari alanda ortaya çıkan bu akım kurumsal olarak Avrupa`da gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Bu 'izm'i eklektik ve çoğu Fransız olan düşünürler dünyaya armağan etmiştir. Lyotart, Deleuze, Guattari, Derrido, Faucoult, De man, Tovrunne ve Huntington gibi düşünürler bunlardan bazılarıdır.

Neitzche`nin, 'Tek hakikat var. O da hakikatın olmadığı hakikatidir.'sözü postmodernistler için kalkış noktası olmuştur. Postmodernizm, modernizmi ve onun mirası eleştiri yağmuruna tutarak işe başlar. Bütün saldırısı klasik bilim anlayışınadır. Bilim akla ve mantığa dayanır, rasyonel ve evrenseldir anlayışına postmodernistler karşıdır.

Postmodernistlerin anlayışına göre ' Hakikat yoktur, ya da hakikat her yerdedir.' Merkezin her yerde olduğunu savunan ve evrensel teorileri reddeden postmodernistler, bu yaklaşımlarıyla pozitivist anlayışa saldırıda bulunurlar. Dolayısıyla postmodernizm var olmak kavgasını modernizme ve onun oluşturduğu pozitivist ilim anlayışına karşı vermektir.

Postmodernistlere göre herkes farklı bir dil içersinde doğar. Kavramsal düşüncelerini bu dil içinde oluştururlar ve kavramlara belli anlamlar yüklerler. Gerçek hayatta bunlar yaşama tarzlarıdır. Postmodernistlerin anlayışına göre 'Hakikat yoktur, ya da hakikat her yerdedir.' Onlara göre merkez-çevre ilişkilerinde çevre de merkezdir veya merkez her yerdedir.

Batı`da, din ile bilim arasında yaşanan tarihsel mücadeleyi, 19. asırda bilim yani pozitivist anlayış kazanır. Böylece tanrısı insanlık olan pozitivist anlayış Hristiyanlık dininin yerini alır. Batı, bu anlayışı, aynı asırda elde ettiği dünya egemenliğine paralel olarak kendi dışındaki toplumlara da dayatır. Mega söylemleri dile getiren Pozitivist teoriler, Batı dışı toplumlarda 'hepten çözümsüzlüğe' yol açar.

1950`lerden itibaren Batı toplumları 'bilgi toplumu' denilen bir merhaleye ulaşırlar. Bilgi toplumunun yasaları da, endüstri toplumunun yasalarından farklı olarak belirmeye başlar. Endüstri toplumunun en büyük özelliği olan 'Kitleye yönelik' üretim dağıtım, tüketim, haberleşme, iletişim yerini bireylere ve mikro gruplara yönelik üretim, dağıtım, tüketim, haberleşme ve iletişim sistemine bırakır. Endüstri toplumunun teknolojisinin ateşleyicisi olan petrol ve kömür yerini rüzgâr, dalga, güneş enerjilerine bırakmaya başlar. Fabrika`nın yerini bilgisayar, kol gücünün yerini kafa gücü doldurmaya başlar. Bilgisayarın, faksın, telesekreterin, telefonun bulunduğu iletişimin uydularla yapıldığı toplumların yüzlerce alt kültür gruplarına dönüştüğü ve bu grupların kendilerini ifade edebileceği dergi, gazete, radyo ve televizyonlarının bulunduğu bireyciliğin yerine cemaatleşme eğilimlerinin görüldüğü ve artık 'makro teorilerin' sorunlara çözüm üretmekten aciz kaldığı toplumsal, tarihsel, ekonomik, teknolojik ve psikolojik bir merhaledir bu. Toplumun, kültürün, ekonominin ve teknolojinin kitlesellikten uzaklaştığı bir sosyolojik realitede elbette kitlelere ve dünyaya yönelik makro ideolojiler (teoriler) açmaza düşecektir. İşte bu açmaz her alt kültür grubuna kendi sözünü söyleme hakkını tanımıştır. Herkesin kendi doğrularını söylemesi hadisesine de 'post-modernizm' denilmiştir. Günümüzde, Fransa başta olmak üzere Batı ülkelerinde, Sosyal Bilimcilerin çok büyük bir kısmı mikro gruplar ve konular üzerinde çalışmaktadırlar. Bunlar genel yasalara da 'gözlemlenebilir mikro olgulardan' hareket ederek ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Görüldüğü gibi, Postmodernizm denilen hadise Batı toplumlarının geldiği toplumsal merhale ile çok yakından alakalıdır. 'Doğrularımız tercihlerimizdir' diyen ve herkese kendi sözünü söyleme hakkını tanıyan postmodernizme göre herkes kendilerine göre merkezde yer alabilmektedir.

Postmodernizm herkese kendi sözünü söyletmesine imkân tanıdığına göre Türkiye`de de birçok aydının kendi sözünü söyleme çabasında bulunduğunu görmekteyiz. O halde bizde sözümüzü söyleyebilmeliyiz yaklaşımı. Nihayet kendi sözünü söylediğini iddia edenler o kadar çoğaldı ki.

Biz de, kendi sözünü söylediklerini iddia edenlerin çoğunun hatalı konuştuklarına şahit olmaktayız. Sonuçta postmodernizm de batı aktarması bir teoridir. Klasik anlayışın ilerleme ve gelişme kuramlarının batı dışı toplumlarda etkili olmaması üzerine bu yaklaşım da tıpkı Marxsizm gibi önerilmiştir. Önce Batılılar biz dahil Batı dışı toplumlara 'sen de sözünü söyleyebilirsin' diyor ve bizler de bundan hareketle söz söylemeye başlıyoruz. Bu anlamda bizdeki postmodernistlerin henüz kendi sözümüzü söylemediğini düşünmekteyiz. Henüz taklit aşamasında bulunulduğu görülmektedir. Bu da Türk toplumunu tanımadıklarından dolayıdır.

İkinci bir husus ise postmodernist olduklarını iddia edenlerin çoğunun Batı toplumlarını tanımadıkları görülmektedir. Sosyal bilimlerde üreten bilgi bilimin ve bilginin üretildiği, cemiyetten bağımsız değildir. Bu meyanda, postmodernizm denilen 'izm' de ortaya çıktığı toplumun toplumsal şartlarından kopuk değildir. Ü lkemizde bu husus, geçmişte olduğu gibi bugün de ısrarla gözden uzak tutulmaktadır.

Görülüyor ki 1920`lerde 'Ben, asıl ben, bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler, unsurlarla yoğrula yoğrula adeta sınai, adeta kimyevi bir şey halini almışım.' Diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu`nun 1970`lerde ise, 'izm'ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir. Hepsi de Avrupalı diyen Cemil Meriç`in söylediklerinde, postmodernist olduklarını iddia edenler herhangi bir değişiklik yapamamışlardır.

Fazla söze ne hacet var;