Prens Sabahattin`in Adem-i Merkeziyet tartışmalarında kamu yönetiminin nasıl olacağı öncelikli meselesidir. Meşrutiyet döneminde aydınlar tarafından çok ciddi biçimde tartışılmış olan konuda günümüzde de savunulan iki görüş hakim olmuştur.Bunlardan birincisi merkeziyetçiliği savunanlar ikincisi de idari anlamda yerel yönetimlere merkezin yetkilerinin bir kısmının aktarılmasını (yani adem-i merkeziyetçiler) savunanlardır.Meşrutiyet döneminde merkeziyetçiliğin savunuculuğunu Ziya GÖKALP üstlenirken,yerel yönetimlerin idari alanda yetkilerinin artırılmasının sözcülüğünü (Adem-i Merkeziyetçiliği yani bir idari yapıda bulunan vilayet,belediye,kaymakamlık ve köylerin çeşitli konularda kendi kendilerini idare yetkileri) Prens SABAHATTİN yapmıştır. Türkiye`de yer yer tartışılan kamu reformu konusuna baktığımızda savunulan görüşlerin Sebahattin Bey`in düşünceleriyle uzlaştığı görülmektedir.

Sebahattin Bey bu konuda neler düşünüyordu?

1908-1914 yıllarında yoğunlaşan tartışmalarda, Sabahattin Bey Osmanlı için 'teşebbüsü şahsi, meşrutiyet, ademi merkeziyet' (özel teşebbüs,yarı demokrasi ve yerel yönetimlerin idari yetkilerinin artırılması) ilkelerinin hayata geçirilmesini gerekli görüyordu. Ona göre, ademi merkeziyet, tevsii mezuniyet (yetki genişliği) ve tefriki vezaiften (görevlerin ayrılması) başka bir şey değildir. Yani Sabahattin Bey ademi merkeziyeti (yerinden yönetim) taşra genel yönetiminin yetkilerinin artırılmasını içeren 'yetki genişliği' ve il genel meclislerinin etkinliğini artıran 'görev ayırımı' ilkeleri bütünü olarak tanımlıyordu.

Sebahattin Bey`e göre adem-i merkeziyet idari ve siyasi olmak üzere iki türlüdür. Siyasi ademi merkeziyet bir bakıma özerkliktir. Yani idari muhtariyet.O siyasi ademi merkeziyete şiddetle karşıdır.Savunduğu idari adem-i merkeziyettir.O 'Vilayetin hakiki ihtiyaçlarını İstanbul`da yaşayan memurlar değil,o ilde bulunanlar anlayabilirler.Bu nedenle bir an evvel vali ve diğer memurların yetkilerini artırarak halkı yönetime ve denetime alıştırmalıyız' demektedir.

Yine Sebahattin Bey`e göre, Tanzimat`ın en önemli yanlışı da merkeziyetçilikte ısrar etmesidir. Bu durum tüketici memurlar ordusunu daha da kalabalıklaştırmıştır. Bundan dolayı toplum hayatında çözümün birinci basamağını 'idari adem-i merkeziyete' geçilmesinde görmektedir. Yönetimin merkezi anlayıştan sıyrılması ona göre aynı zamanda kamusalcı yapıdan bireyci yapıya,genel mülkiyetten özel mülkiyete geçmeyi gerekli kılacaktır.Ardından özel teşebbüs ağırlığını arttıracak,eğitim sistemimiz de 'müteşebbis ve müstahsil insanlar yetiştiren kurumlar' haline gelecektir.

Prens Sabahattin`e göre 'Toplumsal servetimizi meydana getiren milli eğitim sağlıklı bir vadide yürümez veya yürümesi için gerekli adımlar atılmazsa siyasi ıslahat projelerinin hepsi kağıt üstünde çürümeye mahkumdur.'

Prens Sabahattin düşünceleriyle Türk düşünce ve devlet hayatında hala devam eden tartışmaların öncüsüdür.Görüşleriyle günümüzde de etkili olmaya çalışmaktadır.Hatta 1980 sonrası partilerimizden Anavatan Partisi 'biz Prens Sabahattinciyiz' diyebilecek kadar ona yakındır.Yine Türkiye`de ne zaman kamu reformu tartışmaları yapılmaya başlansa akla ilk gelen isim Prens Sabahattin olmaktadır.Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi`ndeki çeşitli komisyonlarda ve genel kurul konuşmalarında da sık sık ona atıfta bulunulmaktadır.

Yazımızın başındaki yargımıza tekrar dönersek aslında Cumhuriyet Türkiye`sinin Prens Sabahattinci bir anlayışta yol almak istediğini görüyoruz.Örnek vermek gerekirse 1923`te yapılan İzmir İktisat Kongresinin özünde,Türkiye`nin liberalizme nasıl geçeceği meselesi vardır.Yine aynı yıllar bizzat Atatürk tarafından ülkemize davet edilen dönemin ünlü pedagogu ve pragmatist filozofu John DEWEY Türk eğitim sistemi ile ilgili önemli raporlar hazırlamış ve bunlar uygulamaya konulmaya çalışılmıştır.

Liberal düşünceli bireylerin yetişmesinde sosyoloji ilmine de önemli görevler verildiğini görüyoruz.Mehmet İzzet tarafından 1924 yılında Fransızca`dan dilimize aktarılan ilk Sosyolojiye Giriş kitabının da yazarlarından birisi de iktisat tarihçisi olup eserin üçte birini iktisadi meseleler oluşturmuştur. Yine,1935-1936 eğitim öğretim yılında okutulmak için Hasan Ali Yücel,Mehmet Emin Erişirgil,Hilmi Ziya Ü lken,Servet ve Sadri Ethem`den oluşan komisyon 'Lise Filozofi(Felsefe,Sosyoloji,Mantık ve Psikoloji) Kılavuzu'nu hazırlarlar.O yılın felsefe grubu derslerinin müfredat programı olan bu kılavuzun,sosyoloji dersi ile ilgili bölümünde önemli ağırlığı ekonomik konular oluşturmaktadır.1940-1973 yıllarının önemli düşünürü Nurettin Topçu`da bazı yazılarında 'tüccar ve ticaret erbabı' yetiştirme gayesi taşıyan eğitim sistemimizi tenkit etmektedir.

Aslında bu örnekleri Parti programlarının içerikleriyle, Cumhuriyet boyunca çıkartılan çeşitli kanunlarla da zenginleştirebiliriz.Bütün bunların sonucunda ortaya şu çıkmaktadır:liberal Batı`nın kalkınma şeklini tercih eden Türkiye programını da buna göre düzenleyecektir.Burada Prens Sabahattin`in düşünceleri önemli olacaktır.Bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti zaman içerisinde Ziya Gökalp`in etkisinin azalmasına[1] paralel olarak, Prens Sabahattin`in düşünceleri öneminin arttığı bir ülkedir.

Bütün uygulamalara rağmen Prens Sabahattin`in görüşlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği sorulabilir. Biz her şeye rağmen bunun gerçekleşmediği kanaatindeyiz.Bunun sırrı Prens Sabahattin`inde ifade ettiği gibi toplumsal yapımızdadır.Ne olursa olsun bu yapının değiştirilmesi çok zor,hatta imkansızdır.

Kaldı ki, Batı geleneksel Türk toplum yapısına doğru kendi toplumlarını dönüştürmek için büyük çaba ve para harcarken Türk toplum yapısının da Batı`ya ısrarla benzetilmeye çalışılmasına gerek var mıdır?