Değerli okuyucularımız, ülkemizin önde gelen ilim, fikir ve dava insanlarından Prof. Dr. Süleyman Doğan ile insana, aileye, topluma, eğitime, hayata, hakikate, akademiye, üniversiteye bakışı üzerine gerçekleştirdiğimizin mülâkatın dördüncü bölümünde üniversite kavramını ve üniversitelerimizi teşrih masasına yatırıyoruz.  

İbrahim Ethem Gören: Süleyman Hocam, akademimizin bölge, kıta ve dünya akademi camiaları için ürütmekte olduğu katma değerler için neler söylemek istersiniz?

`height=
Prof. Dr. Süleyman Doğan ve İbrahim Ethem Gören

Prof. Dr. Süleyman Doğan: Ü niversite misyonu olan, bilim üretme, eğitim verme ve kamu hizmeti yapmak için bilimin, eğitimin ve kamu hizmetinin neliğine/(ne olduğuna) dair felsefi bir zemin üzerine oturan, bilinçli bir akademik örgütlenme yapısına sahip olmalıdır. Örneğin bilimin paradigmalar ile yürütüldüğünü ileri süren bilim felsefesi benimsenirse, üniversite, paradigmayı paylaşan bilim topluluğu (scientific community) oluşumuna elverişli bir ortama ve örgütsel yapıya sahip olmalıdır. Ü niversitelerimizin şu an misyonları doğrultusunda felsefi bir zemin üzerine oturan, bilinçli bir şekilde organize edilmiş bir akademik yapıya sahip olduğunu söylemek zordur.

Temel sorun nedir?

Bir temel sorun, 'kifâyetsizliklik ve güvensizlik hissi' olarak tanımlanabilir. Bu ifade ile kendi kültürümüze ve değerlerimize karşı negatif bir tutum ile yaklaşılması ve Batıya yönelik her şeyin kritik edilmeden kabullenilme eğilimi sonucu yaşanan özgüven yitimi ifade edilebilir. Akademia`da yaşanan bu ruhsal yıkımın yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasında ve sanat üretimi konusunda öldürücü bir etki yaptığını değerlendiriyoruz. Çünkü kendine özgüveni olmayanın yaratıcı yeteneği iş görmez hale gelmektedir. Bu çerçevede,  1933 Ü niversite Reformu sırasında Türkiye`ye gelen ve 18 yıl Türk üniversitelerinde hocalık yapmış olan Prof. Dr. Philip Schwartz, Türkiye`de Ü niversite Reformlarının neden başarısız olduğu konusunda şöyle yazmaktadır (1951): '18 yıl Türkiye`nin her tabakasıyla yaptığım sıkı temaslardan edindiğim izlenimler neticesinde, üniversite reformunun başarısızlığında iki mühim ve Türk tarihiyle izah edilebilen faktörün en büyük rolü oynadığına inanıyorum: Biri Türk aydınlarının birçoğunda derin kökleri olan kifayetsizlik (yetersizlik) hissidir. İkincisi de, gerek aydınların gerekse halkın birçok unsurlarındaki Türk milletinin mukadderatını idare edenlere karşı mevcut olan itimatsızlıktır'.

Schwartz`ın bu belirlemesi isabetli olmalıdır ki ülkemizde yükseköğretim alanında yapılan bütün düzenlemelerde kendine özgü bir model geliştirme çabası yerine, yabancı uzmanların tavsiyeleri izlenmiş veya yabancı ülkelerin modelleri ithal edilmiştir. İthal edilen modeller de başarısız olmuştur. Örneğin çoğu gelişmiş ülkelerde asistan alımında öğretim üyesinin tercihi söz konusuyken bu sitem ülkemizde başarılı sonuçvermemiştir. Başka ülkelerin kendi siyasi, sosyolojik ve kültürel koşulları içinde geliştirilen çözümlerin bire bir taklit edilmesi yoluyla uygulanmasının başarısız sonuçlar vereceği göz ardı edilmiştir.

`height=
Prof. Doğan Harran Ünversitesi nde konferansta

Prof. Dr. Süleyman Doğan: Bizde akademia fildişi kulesinde oturur. 

Akademia`nın kendine özgü, bizim kültürümüze ve toplumumuza özgü, karakteristikleri var. Bizde akademia genel olarak, fildişi kulesinde oturur. Sorunlardan şikâyet eder, ama çözüm için çok yorulmayı göze almaz. Dolayısıyla pek fazla önerisi de olmaz, çünkü sorunları başkası çözmelidir. Ancak sorunlar çözüldüğünde, isterse çözüm önerisi kendisinin olsun, yine şikâyet eder. Hep dışarı bakarlar, dışarda olanı eleştirirler. Kendisi otokritik yapmaz. Eleştirir ama eleştirilmekten hiçhoşlanmaz. Bunda pozitivist eğitim sistemimizin oluşturduğu zihinsel formasyonun da payı olmalıdır. Pozitivizm dışarı bakmak, karşıya bakmak temeline oturur.

Son 40-50 yılda akademimizden hamle çapında hizmet, iş, fikir ve aksiyon üreten Ömer Lütfi Barkan, Hilmi Ziya Ü lken, Süheyl Ü nver, Erol Güngör ve Nurettin Topçu misali akademisyenler yetişmiyor. Bu husustaki kanaatlerinizi istirham ediyorum.

1960 askeri darbesi sonrasında, özellikle üniversitelerde gençlik olayları şeklinde aşırı sol fikir akımları şiddet uygulamaya başladı. Bu davranışlar bazı ilim adamları ve siyasilerce desteklenmiştir. Türkün her türlü kök değerlerini karşısına alan solun bu azgınlığı, bu değerlere sahip bir grup Türk aydını, pek tabii olarak İstanbul Ü niversitesi`ndekilerini bir araya gelme, kendi inançlarını müdafaa etme ihtiyacına sevk etti. Bu ihtiyaç, şahısları aşan, fakat tek tek her Türk ferdinden başlayarak millet, vatan ve devlet üçlüsünden, bunları meydana getiren tarih bütünlüğümüze uzanan bir şuur ve inançtan geliyordu. Bu düşünceler, Türk aydını olmanın idrakinden taşan bir mes`uliyyet duygusu ile birçok ilim ve fikir adamını bir araya gelmeye zorluyordu. Bu toplantılar sonucunda Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Doç. Dr. Nureddin Topçu, Nihad Sami Banarlı ve birçok farklı meslek ve meşreb sahibi Türk aydını 'Varlığı tehlikeye düşen Türk`ün cesur bir hamle ve imanla bir harekete ihtiyacı vardır' sözünden hareket ederek yeni bir teşkilatlanmaya ihtiyaçolduğunu belirtmişlerdir. 

Aydınlar Ocağı`nın ilk Genel Sekreteri Metin Eriş, Aydınlar Ocağı`nın kuruluş tarihinin 14 Mayıs 1970 olduğunu önemle vurgulamaktadır. Eriş`in ifadesine göre, '14 Mayıs tarihi aslında bir tesadüf değil bilinçli bir tercihtir'. Çünkü 14 Mayıs 1950 genel seçimleri bir kırılma noktasıdır. Az önce isimlerini saydığım akademisyenler gibi akademisyenlerin yetişmemesinin birçok sebepleri vardır. Ancak ben burada kanaatimce öne çıkan nedenleri sıralayabilirim. Bugün akademisyenlerin -bir kısmı diyeyim- bilim üretmekten ziyade dedikodu üretmektedirler. Ü lkenin sorunlarını çözecekleri yerde bir kısım akademisyen kılıklı insanlar muhbirlik yapabilmektedir. Bir kere akademik hayat cesur değildir. Fikirlerini açık ve net söyleyecek donanıma sahip olmayan bazı akademisyenlerin öz güvenleri de yoktur. Ü niversitelerin ziyadesiyle açılması ve akademisyenlerin çoğalması bir bakıma olumlu ve rekabet edebilecek bir durum olarak görülebilir. Ve hatta özel üniversitelerde bu rekabet bir nevi hızlandırmıştır. Ancak para kazanmak için gece dersi yarışına giren ve derse girmeden para alma derdine düşen bazı akademisyenlerin olduğunu da bilmemiz gerekir. Bu söylediğim şekliyle 'akademik ordu' şeklinde tabir edebileceğimiz bir yapıyla nasıl bilim üretip dünyaya yön vereceğiz! Pek mümkün görünmemektedir.  

Prof. Doğan: Ü niversite ve akademi kendini sorgulamak zorundadır.

Hâsılı, üniversite ve akademik camia ciddi bir şekilde içişleyişine eleştiri getirerek kendini sorgulamak zorundadır. Sorumluluk sahibi akademisyen, ülkenin ve dünyanın sorunlarına çözüm üretendir. Değilse başkasının söyledikleriyle bilim yaptığını zanneden ve eski deyimle, 'Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur' sözünden ileriye gidemeyecektir. Ziya Gökalp, 'Osmanlı aydını en az üçdil bilir' der. Türkçe, Arapça ve Farsça; bazı ana dil ve mahalli lisanları ve batı dili olan Fransızca hariçtutulursa. Yaklaşık 200 bin akademisyenimiz içinde yüzde kaçı üçlisanı biliyor. Bunlar masaya yatırılıp sorgulanmalıdır.

Türkiye`de öğrencilerin, akademisyenlerin, politikacıların ve toplumun üniversite eğitimine yüklediği misyonu teşrih masasına yatıralım;

Ü niversite, bir toplumda değer statüsü itibariyle, kurumsal olarak, en üst bilgi kurumudur. Bilginin üretilmesi (araştırma), iletilmesi (eğitim) ve kamu hizmeti yayılması (yayın ve danışmanlık) şeklinde bütün boyutları ile 'üniversite' hakikatin peşindedir ve onu aramak en temel amaçlarındandır. Ü niversite, bilgi ile meşgul olan bir kurum olarak tanımlanmaktadır.

Ü niversitelerin hesap verebilir ve şeffaf yapılara dönüştürülmesi, stratejik planlarında ölçülebilir ve gerçekçi başarı ölçütlerinin tanımlanması ve bunların kurumsal kültür haline getirilmesi önemlidir. Ü niversite yönetiminde liyakate dayalı bir yaklaşımın daha belirgin biçimde uygulandığı ortaya konmalıdır. Ü niversite, öncelikle felsefi derinliğe sahip olmalı. Ü niversitelerimizin misyonları doğrultusunda felsefi bir zemin üzerine oturan, bilinçli bir şekilde organize edilmiş bir akademik yapıya sahip olduğunu söylemek zordur. Türk yükseköğretim kurumlarının en önemli surunu, üniversite ile toplum arasındaki bağların yeterince kurulmamış olmasıdır. 

Prof. Doğan: Kampüsler kışla mantığı ile yapılmıştır.

Kampüsler kışla mantığıyla yapılmıştır. Bunun örneklerini Anadolu`da görmek mümkündür. 1992 yılında kurulan üniversitelerde bu oldukça barizdir ve askerler kampüs yerinin oluşmasında etkin rol oynamışlardır.

'Ü niversite meselesi memleket meselesidir. Türkiye`nin ekonomi, işsizlik, ya da terör meselesinden daha önemli meselesi bilim ve üniversite meselesidir. Türkiye`nin ileri teknoloji üretmesi ve milli gelirini yükseltmesi, daha eğitimli ve refah düzeyi yüksek bir toplum olabilmesi için üniversite meselesini halletmesi gerekir.' cümleleri zatıâlinize ait. Türkiye, üniversite meselesini ne kadar halletti?

Ü niversite meselesi gerçekten bir memleket meselesidir. Ü niversite, bir toplumda en derin bilgi kurumudur. Bilgide amaç'doğruluk'tur. Estetikte amaç'güzellik', etik (ahlâk felsefesi) alanında amaç'iyiliktir'.  Doğruluk, güzellik ve iyiliğin yekvücut halinde birlikteliği de 'hakikat' olarak vasfedilmektedir. 

`height=
Süleyman Doğan sempozyumda Prof. arkadaşlarıyla birlikte

Ü niversite hakikati arayanların topluluğudur.

Bu yüzden bir kurum olarak üniversite ve onu meydana getirenler, hakikati arayanların topluluğudur. Hakikat, varlığın tümel (külli) bilgisi olup doğruluk, güzellik ve iyilik bir bütün halinde bu külli bilgide ortaya çıkar. Ü niversite ise varlığını bu külli bilgiye adaması gereken ve onu sadâkatle aramaya çalışan kurumsal bir yapıdır. Onun en temel özelliği bu olmalıdır. Ü niversitenin bu temel özelliğini dikkate alarak ülkemizdeki üniversite pratiklerini değerlendirmek ve sorgulamak elzemdir.

Ü niversite öncelikle felsefi derinliğe sahip olmalı. Ü niversitelerimiz, misyonları doğrultusunda felsefi bir zemin üzerine oturan, bilinçli bir şekilde organize edilmiş bir akademik yapıya sahip olmalıdır. Türk yükseköğretim kurumlarının en önemli surunu, üniversite ile toplum arasındaki bağların yeterince kurulmamış olmasıdır. Ü niversite ile iş dünyası (ekonomi, endüstri) ve toplum arasında aktif bağlar olduğu söylenemez.

Yedinci nesil` üniversite kavramı var. Mezkû r kavramı açar mısınız?

Yedinci nesil üniversite, örneğin Türk Ü niversite Sistemi`nin mevcut yapısına ek olarak, şu yeni birimlere sahip olacaktır: Araştırma Enstitüsü (AE), Felsefe Fakültesi, Dil Fakültesi, Bilişim ve İletişim Fakültesi ve Uygulamalı Bilimler Fakültesi. Yedinci Nesil Ü niversitelerin müfredat programlarında, 'Ü niversitelerdeki bütün fakülteler de bir yıl hazırlık olmak üzere beş yıl olmalıdır. Her bölümün programında Bilim Felsefesi, Bilim Tarihi ile Dil Eğitimi (klasik diller+modern diller) verilmelidir. Ü niversitenin misyonu dile getirilirken ilk önce araştırma misyonu dile getirilmelidir. Buna karşın, Türkiye`de üniversitenin bünyesinde araştırmaya hasredilmiş kurumsal bir birimin bulunmaması ilginçtir.

`height=
Prof. Dr. Süleyman Doğan

Prof. Süleyman Doğan: Ü niversite bir ruhtur.

Modern üniversite, modern bilim için örgütlenmiştir. İnsan, Tanrı ve tabiat ölçüsünde, modern bilim Tanrı ile bağlarını koparmıştır. Dolayısıyla, modern bilim epistemolojisi, insan ve tabiat ikilisinden oluşan bir ontolojiye dayanır. Yedinci Nesil Ü niversite Sezai Karakoç`un deyimiyle, Medeniyetimizin Ü niversitesinin dirilişi: 'Diriliş Ü niversitesi' olacaktır. Ü niversite mekanik bir yapı, bir kurallar bütünü değil, öncelikle bir niteliktir, ruhtur. Ü lkemizin en önemli sorunu kendine değil daha çok Batıya bakan, bu yüzden özgüvenini yitiren bir zihinsel yapının oluşturduğu derinlik ve özgüven zafiyetidir. Ü niversite eğer öncelikle hakikati arayan kurum ise, felsefi bir zemine oturması şarttır. Çünkü felsefe hakikat arayışıdır.

Ü niversitelerimizin bir felsefesi var mı?

Felsefenin temelleri Antik Yunan`a kadar giderken üniversite kurumu bir sistem olarak Nizamiye Medreseleri`nde vücut buluyor. Ortaçağ boyunca İslam dünyasındaki ilim merkezlerinden mülhem Batı dünyasında bugünkü üniversite formuna dönüşüyor. Ü lkemizde Darülfünun`dan bu yana yaşanan gelişmeler ele alınırken yaşanan sorunlar üzerinde duruluyor. 

Bu alandaki reformlar sorunların çözümüne cevap aramıyor mu?

Osmanlı Maarif Nazırı (1910-1912) Emrullah Efendi (1859-1914): 'Ü niversite, daha üstü olmayan toplumun en üst kurumudur' der ve II. Meşrutiyet döneminde, Tuba Ağacı Nazariyesi`ni ortaya atar. Tuba ağacı, kökleri yukarıda, dalları ve meyveleri aşağıda olan cennet ehlinin meyvelerini kolayca yediği cennete bağlı bir ağaçtır. Bu ağacın kökü üniversitedir. Kökler göklerdedir. Eğitim reformu için önce üniversiteden başlanmalıdır. İnsan aklının doğruya yolculuğu, yukarıdan aşağıya doğrudur. Düşünme/akıl yürütme, tümelden tekile doğrudur. Aklın doğru kullanımı için mantığın verdiği geçerli akıl yürütme dedüksiyondur.

1933 ve 1981`de uygulanan en önemli üniversite reformlarının temel özelliği, mevcut siyasi sistemi destekleme beklentisi üzerine oturmaktadır. Oysa üniversitelerin en çok ihtiyacı olan şey bilimsel özerkliktir. Bu durum üniversitenin yönetimle olan ilişkisiyle ilgilidir. Bir de kurumun kendi içindeki sorunları vardır ki bunlar işin esasını teşkil etmektedir. Bu da zihniyet ve felsefe ile ilgilidir.

Akademiayı var eden en önemli fail (neden) akademisyendir. Bir üniversite için hayati öneme sahip olan faktör yüksek vasıflı akademisyendir. Yükseköğretimde bütün unsurların odak noktası iyi yetişmiş araştırmacı ve eğitimci akademisyendir. Lisansüstü eğitim yeterince ciddiye alınıp önem verilmelidir. Hem idari görev vb. sebeplerle hem de sorumluluk konusundaki zafiyet dolayısıyla öğrenciye yetirince zaman ayrılmamaktadır. Danışmanlık ve yöneticiliğe yetirince odaklanmayan hocalara danışmanlık verilmemelidir.

Hadisenin felsefî arka planını teşrih masasına yatırır mısınız?

Hakikat, genelde varlığın tümel bilgisi olarak tanımlanır. Tümel bilgi bilme etkinliği diyebileceğimiz bilim, felsefe, sanat ve din bilgisinin birleşik bütünüdür. Genelde varlık ise, tüm bilme etkinliklerinin varlık alanının tümüdür. Her tür bilme etkinliğinin, bilen öznenin baktığı varlık alanı (ontolojisi), metodolojisi ve bilen öznede dayandığı yeti(ler) vardır. Her bilimin belirli bir konusu vardır, algı ve akıl yetisine dayanır, deney ve gözlem metodunu kullanır. Sanat ise sanatçının duyularına ve 'yaratıcı'  yeteneğine dayanır. Din, insanda inanma yetisine dayanır. Yani bilme etkinlikleri varlığı parçalamaktadır. İnsan, varlığı bir çırpıda kavrayamamaktadır. Eğer yeteneklerimiz, daha üstün olsaydı belki de varlığı parçalara bölmek gerekmeyebilirdi. Ekonomi bilimi, malların kıtlığına dayandığı gibi, bilimler de yeteneklerimizin yetersizliğinden dolayı ortaya çıkmaktadır.

Felsefe akla dayanır. Ancak felsefe, tüm varlık alanına bakar ve o alanların bilgisini veren bilme etkinliğinin ürettiği tüm bilgileri birlikte göz önüne alır. Ontosu, tüm varlık alanıdır. Dolayısıyla felsefî bilgi tümel bilgidir, böylece felsefe hakikat arayışıdır. Ü niversitenin plüralist (çoğulcu) yapısı, çok sayıda bilim alanını bünyesinde bulundurması, az öce ifade edilmeye çalışılan hakikate götüren, genelde varlığı kavramaya yani hakikat arayışına tekabül ettiği söylenebilir.

`height=
Prof. Dr. Süleyman Doğan imza gününde

Mevlana Pergeli!

Ü niversite, özgün olarak ortaya konulan bir felsefi zemin üzerinde inşa edilmeli ve yönetilmelidir.  Bilim felsefesi, eğitim felsefesi ve kamu hizmetine dair felsefe göz önüne alınmalıdır. Eğitim kadar kendini merkeze alması, kendi toplumuna dokunması ve kendi kültüründen beslenmesi gereken başkaca bir kurum yoktur. Kendince olmak, Dünyadan soyutlanmak anlamında değildir. Bütün kültürler kaçınılmaz olarak birbiriyle alışveriş içindedir.

`height=
Prof. Doğan Hz. Mevlana nın 22. göbekten torunu Esin Çelebi ve 23. göbekten torunu Azra Kumcuoğlu

Ü niversite, bir ucunu kendi bulunduğu yere batırıp öteki ucu evrensel boyuta kadar helezonvari genişleyen Mevlana pergeli gibi yürütülmelidir. Felsefeye dayanmak bir sistem kurmaktır. En uçtaki ayrıntı bile üniversitenin dayandığı felsefenin uzantısı olarak tasarlanmalıdır. Fakülteler, bölümler, müfredat, terminoloji, hepsi bir anlam bütünlüğü içinde olmalıdır. Araştırma ve eğitim, bir felsefi sisteme göre yapılmalıdır. Ü lkeler arasındaki düzeyin, bilim ve teknoloji üretimi ve yüksek nitelikli insan yetiştirme kapasitesi ile kıyaslandığı bir dünyada yaşıyoruz çünkü.

-Dördüncü bölümün sonu-

Yarın: Prof. Dr. Süleyman Doğan ile sohbet-5: Ü niversiteler sıradanlaşıyor!